3- Onu Buraya Getir!

1706 Words
Narin, annesiyle birlikte uzun bir aradan sonra ilk kez çarşıya inmişti. Her adımda kalbinin sıkıştığını hissediyordu. Gönlü razı olmasa da bu alışverişin amacı belliydi: Ona görücü gelecekti. İçini huzursuzluk kaplıyordu. Çarşıdaki telaşlı kalabalık, onun için sadece bir bulanıklık gibiydi. Elindeki bohçayı sıkıca tutarken aklı, ailesinin ona dayattığı bu kaderin ağırlığındaydı. Annesi, Narin’in yanında sert adımlarla ilerliyor, her hareketini kontrol altında tutuyordu. Kadın, dik duruşu ve yüzündeki sert ifadeyle çarşıda çevreye saygı ve otorite yayıyordu. Ancak bu otoritenin en ağır yükünü Narin taşıyordu. Narin, dalgın bir şekilde ilerlerken çarşıdaki bir dükkâna doğru yönelen yakışıklı bir adamla çarpıştı. Çarpışma, onu bir anda dengesini kaybettirip sarsmıştı. Adamın güçlü kolları beline dolanmış, onu düşmekten kurtarmıştı. Narin, başını kaldırdığında adamın keskin hatları ve derin bakışlarıyla karşılaştı. Kalbi bir an için hızla çarptı; içinde tarif edemediği bir kıpırtı oluştu. Ancak bu his hemen yerini suçluluk duygusuna bıraktı. “Tekrardan kusura bakmayın,” dedi alçak bir sesle ve hemen annesinin yanına döndü. Annesi bu durumu fark ettiğinde gözlerini daraltıp Narin’e ters ters baktı. Kalabalıktan uzakta bir köşeye çekildiklerinde, annesi onu kolundan sertçe tutarak bir sağa bir sola savurdu. “Ne dedim ben sana, ha? Kimsenin gözüne batma dedim! Babandan dayağı yersin, aklını başına al!” diye bağırdı. Narin, başını öne eğdi, gözleri dolmuştu ama ağlamamak için kendini tuttu. İçinde yaşadığı korku ve üzüntü, dışarıdan belli olmuyordu. Sessizce annesini takip etmeye devam etti. Çarşıdaki alışverişleri, onun için sadece bu dayatmanın bir parçasıydı. Bu sırada Boran Ağa’nın sağ kolu Eşref, sessiz ve dikkatli bir şekilde Narin’in kim olduğunu öğrenmekle meşguldü. Köydeki esnafla konuşuyor, ipuçlarını bir araya getiriyordu. Kısa sürede öğrendiği bilgiler netleşmeye başlamıştı: Kızın adı Narin’di. Babası Mehmet, annesi Ayşe’yle birlikte küçük bir köyde taş bir evde yaşıyorlardı. Ailenin mütevazı ama onurlu bir geçmişi vardı. Ancak en önemli bilgi, Narin’e görücü geleceğiydi. Eşref, bu bilgiyi öğrenir öğrenmez hızla konağa döndü. Boran Ağa, konağın geniş avlusunda sinirli bir şekilde volta atıyordu. Onu bu halde görmek, Eşref için şaşırtıcı değildi. Yanına yaklaşıp başıyla selam verdi. “Ağam, dediğinizi öğrendim,” dedi. “Kızın adı Narin. Ailesi taş bir evde yaşıyor. Babası Mehmet Ağa. Ama bir sorun var…” Boran’ın gözleri daraldı. “Ne sorunu?” “Kıza görücü gelecekmiş. Ailesi hazırlık yapıyor.” Boran’ın kaşları çatıldı. Bu haber onu bir anda öfkelendirmişti. Çevresindekiler onun bu halini gördüğünde uzaklaşmayı tercih ederdi. Ama Eşref, Boran’ın öfkesine alışkındı. Boran derin bir nefes aldı ve sert bir şekilde emrini verdi: “Git o eve, Azizbeylerin selamını söyle. De ki, Boran Azizbey hayırlı bir iş için sizinle konuşmak istiyor. O adamı al, buraya getir. Kız benim olacak, bunu herkes bilecek.” Eşref başıyla onayladı ve hızla konaktan ayrıldı. Ertesi sabah, Narin’in babası Mehmet, evin önünde hayvanlarla ilgileniyordu. Günlük işleri bitirmiş, bir köşede oturup çayını içiyordu. O sırada evin kapısı çalındı. Mehmet Ağa, şaşkınlıkla başını kaldırdı. Bu saatte gelen kim olabilirdi? Kapıyı açtığında, karşısında iyi giyimli bir adam duruyordu. Adamın ciddi yüz ifadesi ve üzerine oturan takım elbisesi, onun sıradan biri olmadığını gösteriyordu. “Buyurun, kime baktınız?” diye sordu Mehmet Ağa, hafif bir tereddütle. Adam, başını hafifçe eğerek selam verdi. “Ben Eşref. Azizbeylerin sağ koluyum. Beni Boran Azizbey gönderdi. Sizinle hayırlı bir iş için konuşmak ister.” Mehmet Ağa’nın yüzündeki ifade bir anda değişti. Azizbeylerden birinin kapısına gelmesi, sıradan bir olay değildi. Kalbinde hem bir heyecan hem de bir korku vardı. Azizbeylerin adı, sadece güçleriyle değil, sertlikleriyle de biliniyordu. Eşref’in söylediklerini birkaç saniye düşündükten sonra, gözleri küçük kızı Elif'e kaydı. “Acaba küçük kızı mı isteyecekler?” diye düşündü. Bu ihtimal, içinde bir gurur ve sevinç dalgası yarattı. Mehmet Ağa, hemen toparlandı. “Hemen geliyorum,” dedi. Dolabından ceketini ve başına takkesini aldı. Kapının önünde bir an durup karısına seslendi: “Ayşe, evle ilgilen. Ben Azizbeylere gidiyorum.” Eşref, Mehmet Ağa’yı konağa götürmek üzere at arabasına yönlendirdi. Mehmet Ağa, yolda bir yandan Boran Azizbey’le ne konuşacağını düşünürken bir yandan da kafasındaki ihtimalleri tartıyordu. Ancak hiçbir şekilde bunun Narin’le ilgili olabileceğini tahmin etmiyordu. Yol boyunca içinde dolup taşan heyecana engel olamıyordu Mehmet Ağa. Azizbeyler demek, güç demekti onlar için. bu gece sahip olmak için nelerini vermezdi... Belki de bu gece erişebilecek noktaya geleceklerdi. Mehmet Ağa, konağın avlusuna geldiğinde heybetli yapının ihtişamı karşısında bir an duraksadı. Eşref, ona yolu gösterirken, Boran Ağa’nın onu beklediği odaya doğru yönlendirdi. Mehmet Ağa, derin bir nefes alarak kapıdan içeriye girdi ve gözlerini odanın ortasında duran Boran Ağa’ya dikti. Boran, elleri arkada bağlı, dimdik duruyordu. Mehmet Ağa’yı keskin bir bakışla süzdü ve sert ama kararlı bir sesle konuşmaya başladı: “Hoş geldin Mehmet Ağa. Sizinle bir konu hakkında konuşmamız gerek.” Mehmet Ağa, bu sözlerin ardından daha da şaşırdı. Ancak kendini toparlamaya çalışarak sessizce dinlemeye başladı. Konuşmanın seyri, kısa sürede Narin’in hayatını tamamen değiştirecekti. Mehmet Ağa, Boran Ağa’nın ihtişamlı odasında ağır adımlarla ilerledi. Tedirginlik içindeydi, ama aynı zamanda Azizbey konağında bulunmanın verdiği gururu da hissediyordu. Boran Ağa, odanın ortasında oturmuş, bir elinde kahvesiyle sakin görünüyordu. Mehmet Ağa, saygıyla takkesini çıkarıp avuçlarında sıktı, hafifçe eğilerek selam verdi. “Buyrun ağam, beni emretmişsiniz.” Boran Ağa, bakışlarını Mehmet Ağa’ya çevirdi. Omuzlarını dikleştirerek, oturduğu yerdeki hâkimiyetini daha da belirgin hale getirdi. Konağın sessizliği, konuşmalarını daha da etkileyici bir hâle getiriyordu. Bu görüşmeyi kimse bilmiyordu; hatta babaannesine bile haber vermemişti. “Evet Mehmet Ağa,” dedi, ses tonunda ne bir acele ne de bir çekingenlik vardı. “Seni hayırlı bir iş için çağırdım.” oldukça rahattı tavırları Mehmet Ağa, Boran’ın bu sözleri karşısında iyice heyecanlandı. Elindeki takkesi daha da sıkılırken dudakları kurudu. Bir yandan ne denileceğini merak ediyor, bir yandan da bu kadar büyük bir bey tarafından çağrılmanın gururunu yaşıyordu. “Nedir bu hayırlı iş, ağam? Onurlandırdın beni,” dedi, sesi hem heyecanlı hem de minnettardı. Boran, kahvesinden bir yudum aldı. Bakışlarını Mehmet Ağa’nın yüzüne dikti. Söyleyeceği şeyin etkisini iyi biliyordu, bu yüzden tereddüt etmeden direkt konuya girdi: “Kızın Narin’i karım olarak istiyorum.” Mehmet Ağa, bu sözleri duyduğunda şok içinde olduğu yerde kaldı. Ne diyeceğini bilemedi, gözleri büyüdü, ağzı kurudu. Kendisini toparlamaya çalışarak konuşmaya başladı: “Kendinize mi? Sizin iki karınız vardır zaten ağam… Hem kızım Elif varken neden Narin?” Bu soruyu sormak cesaret istiyordu, ama Mehmet Ağa, şaşkınlığını gizleyemediği için ağzından kaçırmıştı. Boran, kaşlarını çatıp koltuğunda hafifçe doğruldu. Bakışları keskinleşmişti, odaya yayılan sessizlik Mehmet Ağa’nın üzerindeki baskıyı artırdı. “İster beş, ister on karı alırım Mehmet Ağa,” dedi, sesi sert ve otoriterdi. “Haddini bil. Kızını beğendim, onu istiyorum.” Mehmet Ağa, başını önüne eğdi, bu sözlerin ağırlığı altında ezildiğini hissediyordu. Ancak bir yandan da kızına görücü geleceğini düşünerek içindeki endişeyi bastıramadı. Kekeleyerek konuşmaya başladı: “Ama ağam, ona görücü gelecek. Ne derim onlara?” Boran Ağa, bu sözleri duyunca hafifçe geriye yaslandı. Bir yandan kahvesini bitirirken diğer eliyle sakalını sıvazladı. Gözlerinde hafif bir küçümseme vardı, ama ses tonu sakinleşmişti. “Ben hallederim, sen o işi bana bırak,” dedi, sanki bu mesele çok basit bir şeymiş gibi. Gövdesini hafifçe gererek, omuzlarının genişliğini ve otoritesini bir kez daha vurguladı. Mehmet Ağa, çaresizlik içinde başını eğerek sessiz kaldı. Bu teklifi kabul etmemek, Boran Azizbey gibi biri karşısında mümkün değildi. Kendi kendine, “Boran Ağa’nın istediği şeyin önüne kim geçebilir ki?” diye düşündü. Ancak bu durumun ailesinde nasıl bir yankı bulacağını hayal etmek bile zordu. Mehmet Ağa’nın sessizliği, Boran Ağa’nın sözlerinin ağırlığı altında daha da derinleşti. Boran, karşısındaki adamın tereddüt ettiğini ve bu tereddüdün kaynağının tamamen maddi ya da ahlaki endişeler olmadığını anlamıştı. Mehmet Ağa’nın ailesini geçindirme zorluğunu, her kuruşun kıymetini bilen bir adam olduğunu tahmin etmek zor değildi. Bu yüzden Boran, gözlerini Mehmet Ağa’ya dikerek sakin ama kesin bir şekilde konuştu: “Mehmet Ağa, kızını istememde kararlı olduğumu söyledim. Ama seni de zor durumda bırakmak niyetinde değilim. Azizbeylerin sözü ağırdır, bunu bilirsin. Kızınla beraber, aileni de onurlandıracağım.” Mehmet Ağa, başını kaldırıp şaşkınlıkla Boran’a baktı. “Ağam, ne demek istiyorsunuz?” diye sordu, sesi hem endişeli hem de merak doluydu. Boran, kahvesini masaya bıraktı ve eliyle işaret ederek Eşref’e bir kese uzattı. Eşref, içi altın dolu olan keseyi Boran’ın masasına koydu ve geri çekildi. Kesenin ağır sesi odada yankılandı. “Burada yüklü bir miktar altın var,” dedi Boran, Mehmet Ağa’nın gözlerindeki şaşkınlığı fark ederek. “Bu sadece başlangıç. Kızın Narin’i bana verdiğinde, ailenin geleceğini garanti altına alacağım. Evinize on koyun, üç inek göndereceğim. Topraklarınızın borcu varsa, onları da sildiririm. Kızının Azizbey konağında bir hanımefendi gibi yaşaması, senin de onur duyacağın bir şey olacak.” Mehmet Ağa, keseye bakarken elleri hafifçe titredi. Bu kadar parayı bir arada görmek onun için alışılmadık bir durumdu. Altınların verdiği cazibe bir yandan içini kıpırdatırken, bir yandan da kızını Boran’a vermenin ne anlama geleceğini düşünüyordu. Mehmet Ağa’nın kafasında binbir düşünce dolanırken, Boran, onun kararsızlığını fark etti ve ses tonunu daha da sertleştirdi: “Bak Mehmet Ağa,” dedi, gözlerini iyice daraltarak. “Ben istediğimi alırım. Ama sana bu teklifi yaparak seni onurlandırıyorum. Eğer bu işi kolaylaştırırsan, hem sen kazanırsın hem de kızın rahat eder. Ama yok, aksi bir şey düşünürsen…” Boran sözünü bitirmedi. Ancak Mehmet Ağa, bu cümlenin devamını anlamıştı. Boran Azizbey’in karşısında durmak, kimsenin cesaret edemeyeceği bir şeydi. Elleriyle takkesiyle oynarken bir yandan derin bir nefes aldı ve başını hafifçe eğerek konuştu: “Ağam, bu dediklerinize ne diyebilirim ki? Onur duydum, ama yine de kızımın gönlümü almak lazım. Annesine de bir şey söylemek icap eder.” kızımı düşündü falan yoktu işte yalandan söylüyordu. Boran, hafifçe gülümseyerek başını salladı. “O meseleleri bana bırak. Kızının gönlünü almak da, diğer işleri halletmek de benim işim. Sen yeter ki, benim söylediklerimi kabul et.” Mehmet Ağa, bu sözler karşısında bir şey diyemedi. Başını eğip, “Peki ağam,” diyerek razı olduğunu ifade etti. Keseyi almak için elini uzattığında, Boran onun bu kararını tamamen onaylamış bir şekilde geriye yaslandı. ... Mehmet Ağa konağı terk ederken, cebindeki altınların ağırlığını hissediyordu. Hem maddi rahatlama, hem de kızının kaderi üzerine verdiği kararın ağırlığı altında eziliyordu. Boran Azizbey’in teklifi reddedilemeyecek kadar cazipti. Ancak bu işin sonuçlarının ailesi için ne anlama geleceğini, özellikle de Narin’in bu konuda ne hissedeceğini bilmiyordu. Gerçi çok da umrumda değildi ya orası da ayrı konu. Ama artık geri dönüş yoktu. Boran Azizbey bir şey istemişse, o iş olurdu. Kafası karmakarışıktı. Hem kızının kaderi hakkında verilen bu ani karar, hem de Boran Ağa’nın kararlılığı onu derin bir çıkmaza sürüklemişti. İçindeki endişe ve gurur bir arada çatışıyordu. Ne yapacağını düşünerek köyüne doğru yola koyuldu. Ancak bir şey kesindi: Azizbeylerin dediği olurdu ve bu karardan dönüş yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD