Yıllar sonra
Isabel gece boyunca hiç uyuyamadığı için oldukça yorgundu. Sabaha kadar hasta babasının başında beklemişti. Son bir aydır yatağa bağımlı olan yaşlı adam, şifacının elinden geleni yapmasına rağmen hala iyileşememişti. Hastalığını yaşlılığına bağlayıp sadece sabır dilemişti. Isabel her geçen gün durumu ağırlaşan babasına elinden geldiğince yardım etmeye çalışsa da pek bir değişiklik olmamıştı. Babasının yatağının yanında, uyuyan adamı izledi. Sonra usulca kalkıp odadan dışarı çıktı. Doyurması gereken hayvanları, sulanmak için bekleyen bahçesi vardı. Tüm bunlar olmasa aç kalırlardı ve hiç kimse onlara yardım etmezdi.
Yorgun ve uykusuz olmasına rağmen hızla hareket edip kapıdan bahçeye çıktı. Önce hayvanları doyurdu, tavuk kümesinden birkaç yumurta aldı. Sonra sebze bahçesini sulamaya başladı. Bahara girmelerine rağmen hala yağmurlar başlamamıştı. Yeni ekilen tohumların bol suya ihtiyacı oluyordu. Eve girdiğinde bütün işini bitirmiş, sadece kahvaltı hazırlaması kalmıştı. Birden aklına öğleden sonra evlenecek arkadaşı Anna geldi. Yıllar ne çabuk geçmiş ikisi de on sekiz yaşını devir vermişlerdi. Anna Dearly ile sonunda evleniyordu. Gerçi hasta babasını yalnız bırakıp kilisedeki nikaha katılamazdı.
Kahvaltı tepsisi ile yine babasının odasına doğru yol aldı. Yaşlı adam çok bir şey yemese de Isabel onu aç bırakmamak için az da olsa bir şeyler yedirebiliyordu. Odaya girince kapının sesiyle babası gözlerini açtı. Kızına bakarken usulca gülümsedi.Sesi de oldukça yorgun çıktı.
"Benim yüzümden yeterince yoruldun Bel... Hasta ve yakında ölecek bir adam için kendine eziyet ediyorsun..."
Isabel elindeki tepsiyi masanın üzerine bırakıp babasının yanına gitti ve ellerini tuttu.
"Sen benim babamsın.Tanımadığım yaşlı ve hasta bir adam değilsin. Kaldı ki öyle bile olsan sana bakmaktan asla şikayetçi olmam. Lütfen böyle şeyler düşünme. Şimdi kahvaltını yaptıracağım. Bir şeyler ye ki iyileşebilesin."
Babası kızının elini şefkatle sıktı. Onu bırakıp gideceğini düşündükçe kalbinin sızladığını hissetti. Isabel'i bu dünyada emanet edebileceği hiç bir yakını yoktu. Kızını yetiştirirken bunları her zaman düşünmüş, güçlü olması ve ayakta kalabilmesi için erkek bir çocuk gibi yetiştirmişti. Karısının ölümü ikisi için çok acı olsa da birlikte atlatmayı başarmışlardı. Şimdi kendi ölümünü düşündü. Isabel tek başına bunun üstesinden nasıl gelecekti?
"Üzgünüm Isabel... Seni yalnız bırakıp gitmek istemezdim. Ama elimden bir şey gelmiyor..."
Isabel ölümden söz eden babasının sözünü kesti.
"Üzülecek bir şey yok baba. Ve sen de hiçbir yere gitmiyorsun. Buna izin vermiyorum."
Adam kızının gözlerinin içine bakıyordu. Bal köpüğü gözleri ne kadar güzeldi.Yıllar geçtikçe daha çok güzelleşen kızıyla gurur duydu. Saçlarının rengini her zaman çok sevmişti. Isabel ne annesine ne de kendine benziyordu. Gerçi bu asla mümkün olamazdı. Onlara benzemesi için öz kızları olması gerekirdi. Bu gerçeği Isabel'le hiç paylaşmamışlardı. Daha bebekken yanlarına aldıkları bu kızı sevgilerini vererek büyütmüşlerdi. Aslen İrlandalı olmalarına rağmen yaşadıkları iç savaştan kaçıp İngiltere de bu köye sığınmışlardı. Hayatlarında bu gerçeği kimseye söylemeden yıllarını burada geçirmişlerdi.
Isabel İrlanda kanı taşıyan soylu bir kızdı ama hayatını onlarla geçirmeye başladığından beri ingiliz bir köylünün sıradan bir kızı oluvermişti. Ne olursa olsun, bu sır sonsuza kadar korunacaktı. Çünkü Isabel'in ölmesini istemiyordu.
"Tamam sevgili kızım. Kahvaltımı yapacağım.."dedi ihtiyar zorda olsa gülümseyerek.
Isabel babasına bir şeyler yedirmeye çalışırken, dışarıdan gelen at sesleri dikkatini çekti. Pencereye doğru ilerleyip dışarıya baktı. Bir grup asker kaleye doğru gidiyordu. Kısa bir süre onları izledi.Sonra babasının yanına döndü.
Fernando uzun bir süreden sonra evine dönmenin mutluluğunu yaşarken, ona sarılıp ağlayan annesine sarıldı.
"Lütfen anne... Ağlamayı keser misin? Kralın sarayına gitmeden önce buraya kısa da olsa uğramak ve sizleri görmek istedim o kadar. Bu kadar ağlayacağını bilseydim gelmezdim."
Annelisa gözlerini silip, çok değişmiş oğluna baktı.
"O kadar özlemişim ki seni anlatamam."
"O halde şimdi topla kendini. Yemekten önce yıkanmak istiyorum. Sonra yine konuşuruz."
Annesi boyu daha çok uzamış, yakışıklı ve güçlü bir adam haline gelmiş oğluna bakarken gurur duydu. Onun her geçen gün babasına benzediğini fark etti.
Fernando merdivenlerden koşarak odasına çıktı. Kısa süre sonra istediği banyo hizmetçiler tarafından hazırlanmış ve bol su dolu küvette keyfini çıkarıyordu. Akşam yemeği öncesi biraz uyudu. Yemek hazır olduğunda dinlenmiş bir halde aşağı indi. Babası onu gülümseyerek karşıladı.
"Evine hoş geldin Fernando. Seni gördüğüme çok sevindim."
"Hoş bulduk baba. Ben de sevindim. Sizleri özledim ve buradayım. Ancak yarın yine yola çıkacağım. Saraya gitmem gerek. Bir süre orduda görev alacağım. Galiba bu İrlandalılar yine sorun çıkarıyormuş. Benim içinde bu güzel bir tecrübe olacak."
Annelisa gitmesini istemediği oğluna bakarken yine ağlamamak için kendini zor tuttu. Onun yokluğu zaten yeterince zordu. Bir de savaşa gideceğini duyunca her şey daha zor oldu.
Desmond'un oğluna birçok konuda yardım ettiğini fark eden Braylan aldığı kararın bir kez daha doğru olduğuna inandı.
Isabel sabahın ilk ışıkları ile dalmış olduğu koltuktan sıçrayarak uyandı. Babasına doğru bakındı.Adamın yüzünde ki solgun renk onu korkuttu. Ayağa kalkıp yanına gitti. Eline dokununca buz gibi teni içini ürpertti.
"Baba uyan... Beni duyuyor musun?"dedi usulca.
Onu duymuyor ve bir taş gibi kımıldamıyordu. Isabel gerçeği kabullenmek istemese de gözyaşlarına hakim olamadı. Çok sevdiği babası bir veda bile etmeden onu bırakıp gitmişti. Yatağın başucunda uzun süre ağladı. Kendini toparlaması gerektiği için zorda olsa oradan ayrılıp rahibin yanına gitti. Komşularının desteği ile ayakta dururken yaşlı adamın cenazesi kısa sürede toprağa konulmuştu.
Isabel babasının mezarı başından hiç ayrılmadı. Birkaç samimi dostu yanında kalmayı tercih etti.
Fernando askerleri ile yola çıkmış gidiyorken mezarlığın içindeki insanlara gözü kaydı. Birinin yeni gömüldüğünü fark etti. Uzaktan da olsa mezarın başında duran kızın Isabel olduğunu anladı ve atını yavaşlattı. Bir süre onu izledi. Hiç değişmediğine karar verdiği kızın, büyümüş olduğunu fark etti. İlk defa ona karşı içinde bir acıma hissi oluştu.
"Zavallı kız...Çaresiz tek başına şimdi.."dedi usulca.
Yanına gitmeyi düşündü sonra vazgeçti. Aralarında hiçbir şekilde dostluk olmadığı için gereksiz buldu. Yüzünü net göremese de hala aynı kişi olduğunu giysilerinden anladı. Daha sonra atını hızlandırıp askerlerine yetişti. Bir süre sonra Isabel'i ve acısını tamamen unuttu.