Fernando genç kızı görmenin şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışarak ona cevap verdi.
"Başınız belada gibi görünüyordu. O adamın sizi öldürmesi an meselesiydi. Bu durumda sadece izlemek bana göre değildi bilmenizi isterim."
Isabel de onu baştan aşağı süzmeye başladı. Kavganın kendisinde yarattığı öfke azalırken, dikkatini genç adama vermeyi başarabildi. İyi giyimli, kibar, yakışıklı bir asker... Kendisine tanıdık gelen siması ve havasını fark etmesi de gecikmedi.
"Daha önce de bu tür şeyler yaşadım. Gördüğünüz gibi buradaki hiç kimse kavgamıza müdahale etmedi. Çünkü onun üstesinden geleceğimi biliyorlar."
Fernando kendisine bir teşekkür bile etmeyen genç kıza alaycı bir yüz ifadesiyle gülümsedi. Eskiden tanıdığı gibi aksi ve sivri dilliydi. Ancak dış görünüşünün bu kadar değişeceği hiç aklına gelmezdi. Eli yüzü toz içinde olsa da kadınsı bir havaya bürünmüş, bedeni çocukluktan çıkıp yuvarlak kıvrımlara kavuşmuştu. Onun kendisini tanımadığını fark etti.
"O halde sizi o adamdan kurtardığım için özür dilerim. Bir daha hayatınızı riske atacak herhangi bir şey görürsem kılımı dahi kımıldatmayacağım inanın."
"Ölümle burun buruna yaşamıyorum. Ki öyle bir şey de olsa beni kimsenin kurtarmasına ihtiyacım yok."
Bu sırada birkaç asker toplanan kalabalığı dağıtmakla uğraşıyordu. Isabel dağılan insanların arasından yürürken kendisini hala merakla izleyen genç adamın yanından geçti ve oradan uzaklaşmak için bir iki adım atmıştı ki olduğu yerde durdu. Aklına takılan şey yüzünden arkasına dönüp atına doğru giden adama seslendi.
"Sahiden siz kimsiniz? Daha önce tanıştık mı? Yüzünüz hiç yabancı gelmedi."
Fernando atına binip, genç kızın yanına ulaştı. Isabel atıyla önünde duran ve ona doğru bakan adama gözlerini kilitlemiş, vereceği cevabı bekliyordu.
"İyi düşün kulübe faresi... Sence kimim?"
Isabel eliyle dağılan saçlarını gözünün çekerken, örgülü olan arka kısmını düzeltmeye çalıştı. Bu arada genç adama çok daha dikkatli baktı.
Tanrım olamaz!
"Fernando..."dedi usulca şaşkınlığını gizlemeden.
"Lord Fernando... Aramızdaki sınıf farkını unuttun sanırım. Isa-bel."
Isabel içinden geçen küfürü genç adamın yüzüne haykırmak istedi ama yapmadı. Daha iyisini yapmaya karar verdi. Onunla kavga etmek değil, dalga geçmek kesinlikle daha keyifliydi.
"Ah... Tanrım... Demek bizim küçük Fernando büyümüş ve cesur bir adam olmuş öyle mi? Seni nerede yetiştirdiler lor-dumm... Sarayda kıçının gayet rahat olduğunu duymuştum. Bak ne diyeceğim Fer-nan-do... İstersen bu toprakların kralı ol. Yine de sana saygı göstermem. Bunu engellemek için dilimi de kestirebilirsin. Beni zindana da attırabilirsin. Ya da başıma ne dersin?" Güldü genç kız. "Gücün yetiyor mu bir bakalım?"
Fernando az önce onun hayatını kurtarmak konusunda hata yaptığını düşünmeye başladı. Isabel bu güne kadar tanıdığı en anlaşılmaz ve dik başlı kızdı. Kesinlikle ondan hala nefret ediyordu.
Kahrolası köylü!
"Gerekirse onu da yaptırırım!Benim gücümü ölçebilecek kadar kuvvetli olduğunu sanmıyorum."dedi öfkeyle.
Isabel arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir kaç adım sonra hala kendisini izleyen adama döndü.
"Sizin gibi büyük adamların küçük insanlarla uğraştığını bilmiyordum. Demek ki ben sizin gözünüzde sandığımdan daha büyük bir rakibim lordum. Dua edin de sizin dilinizi önce ben kesmeyeyim. Çünkü kendini Tanrı sanıp bizlerin sahibi olduğunu düşünen asillere hiç tahamülüm yok!" diyerek oradan hızla uzaklaştı.
Fernando atıyla kalesinin kapısından girerken aklında hala Isabel vardı. Yılların değiştiremediği bu kız yine onu sinirlendirmeyi başarmıştı. Daha güzel bir şey düşünmeliydi. O güzel şey tabii ki Clara'ydı.Mükemmel bir kadına sahip olmanın gururunu hissederken, basit bir kızın içinde yarattığı öfkeyi unuttu.
Evine sonunda gelmişti. Hizmetçi kapıyı açtığında yüzündeki hüznü fark etti.
"Annem nerede?
"Babanız Lordum..."diyebildi orta yaşlı kadın.Sonra sustu.
Fernando hızla merdivenlerden çıkarak babasının odasına yöneldi. Gelirken aklında babasının hastalığının çok ciddi olabileceğine dair bir fikir yoktu. Odanın kapısını hızla açıp içeri girdi. Annesi yatağın başucunda hiç kımıldamadan kocasını izliyordu.
Ona doğru ilerledi. Yanında durup elini omzuna koydu. Annelisa varlığını hissettiği oğlunun elini tek eliyle sıkıca sardı. Sanki ondan güç almak istiyor gibiydi.
"Geç kalmandan çok korktum..." dedi usulca. "Onu yalnız başıma bu dünyadan uğurlamak fikri içimi çok acıtıyordu. Baban senin geldiğini görmek istedi ve direndi."
"Anne bu kadar ağır bir hastalığı olduğunu bilmiyordum. Yoksa çoktan burada olurdum. Onun bizi bırakıp gideceğini nasıl söylersin?Bunu nasıl kabulleneyim?"
"Benim kabul etmem çok uzun sürdü ama bu gerçekle yüzleştim oğlum. En çok görmek istediği şeyi ona verdin. Senin istediği gibi biri olduğunu gördü. Gözünün arkada kalmayacağından emindi."
Fernando yatakta uyuyan adama doğru baktı. Babası yüzü iyice solmuş ve zayıflamıştı. Şimdi onu daha iyi anlıyordu. Geride kalan her şeyi iç huzuru ile emanet edebileceği tek oğlunu eğitmekten başka bir düşüncesi yoktu.
Bir kez daha ona minnet duydu. Evinden ayrı geçirdiği yıllar olgunlaşmasına ve iyi bir asker olmasına sebep olmuştu. Babası bunu onun iyiliği için yapmıştı. Yatağın yanına oturup elini tuttu. Gözleri doldu ama ağlamamak için kendini zorladı. Sevgili babası hüzünlü bir vedayı hak etmiyordu. Ona doğru bakıp gülümsedi.
Ertesi gün sabah kilisenin çanı acı bir haberle çaldı. Lord Braylan yıllar süren savaşını kaybetmişti. Tüm köy halkı gözyaşları içinde lordları için dua ediyordu. Rahip kilisede yapılan törende onun için çok güzel şeyler söyledi. Tabutun yanında annesinin elinden tutan Fernando dün geceden beri bir tek kelime konuşmamıştı. Annelisa oğlunun yüzüne bakarken acısını kalbinde yaşadığını hissetti. Çünkü güçlü olması gerektiğinin bilincinde genç bir adamdı. Bir kez daha oğlu ile gurur duydu. Braylan savaş kıyafetleri ile şık bir tabutun içinde yatıyor ama sanki gülümsüyordu.
Annelisa son kez yüzüne baktığı kocasına içinden geçen her şeyi usulca fısıldadı. Onu çok mutlu bir kadın yaptığı ve mükemmel çocuklar yetiştirdiği için teşekkür etti.
Vasiyeti üzerine kalenin çıkışında bulunan yüksek bir tepeye gömüldü. Braylan buradan halkını ve kalesini her zaman izleyeceğine inanıyordu. Cenazesi gömüldükten sonra herkes dağıldı. Fernando ayakta durmakta güçlük çeken annesini odasına yatmaya gönderdi.
Sonunda babası ile başbaşa kalınca, mezarın üzerine dizlerini koyarak yere doğru eğildi. Eline aldığı toprağı okşarken onun sonsuza kadar gittiğine hala inanmak istemiyordu.
"Keşke seninle daha çok baba oğul olabilseydik. Keşke son yıllarını yanında geçirmeme izin verseydin. O kadar uzun süre ayrı kaldı ki..."dedi fısıldayarak.
Başını mezara eğmiş sanki her şeyden bir anda uzaklaşmıştı. Ne kadar zaman geçtiğini bile bilmiyordu. Sonra yanında birinin varlığını hissetti. Kendisi gibi mezara dizlerinin üstünde çömelmiş ve eliyle toprağa dokunan kişi Isabel'in ta kendisiydi.
"Senin ne yaşadığını anlayabiliyorum..." dedi genç kız bakışlarını ondan kaçırarak.
"İçinde kocaman bir boşluk hissediyorsun... İlk defa çaresiz ve yalnızsın... Büyük bir savaşı kaybetmiş gibisin. Tüm bunlar sadece bir rüya gibi geliyor ama değil..."
Fernando'nun yüzüne değil sadece mezara bakıyordu.
"Sanki içindeki bu acı hiç geçmeyecek gibi... Asla gülemeyecek ve hayattan zevk alamayacaksın. Oysa geçiyor. Bir süre sonra onun sana bıraktığı güzel anlara gülümsüyorsun. Yokluğana alışmak istemesen de zaman seni alıştırıyor... Kendini yalnız hissetme. Babanın sana emanet ettiği harika bir ailen ve halkın var. Şimdi her zamankinden daha güçlü olmalısın. En azından yapayalnız değilsin..."
Fernando bir zamanlar kendisi ile aynı acıyı yaşayan kıza doğru baktı. İlk defa onu bu kadar sakin ve anlayışlı görüyordu.
Isabel kendisini izleyen adamla göz göze geldi. Yanına gelmemek için çok dirense de kendini mezarın başında bulmuştu. Onu buraya neyin getirdiğini bilmiyordu ama bu gün bu genç adamın acısını paylaşmayı istemişti. Ve o çok sevdiği lorduna veda etmek için buradaydı.
"Sen de yalnız değilsin Isabel." dedi Fernando. "Ailen için üzgünüm..."
"Hiç kimse ailenin yerini alamıyor."
Fernando buğulu gözlerinde yalnızlığı ve çaresizliği gördüğü kıza acımaya başladı. Oysa Isabel tek başına ne kadar güçlü görünüyordu. Yüzüne doğru dikkatlice baktı. El değmemiş güzelliği varken hala evlenmemiş olması çok garipti.
"Hayatını tek başına geçirmek zorunda değilsin. Bir eşin ve çocukların olmalı."
Isabel bunu aklına dahi getirmezken kısa bir an düşündü. Önce sevebileceği bir adam olmalıydı ki çocukları olsun. Hızla ayağa kalkıp ona cevap vermeden oradan uzaklaştı. Lord Braylan'e son görevini yerine getirmenin huzuru ile köye doğru ilerledi.
Fernando biraz olsun içini rahatlatan kıza minnet duyarken, Isabel'in o taş kalbinin altında biraz olsun iyi bir şeyler besleyebiliyor olabileceğini görmüştü. Çocukluğunda en unutulmaz anlarda karşısına çıkan bu kız, en zor gününde yine yanında olmayı başarabilmişti.
Teşekkür ederim Isabel...