Kaledeki hayat yavaş yavaş eski haline dönmeye başlarken, Lord Braylan'in ölümü sevdiklerine derin bir acı yaşatsa da hayat herkes için farklı bir şekilde devam ediyordu. Fernando babasının işlerinin başına geçmişti. Tam bir ay önce olan cenaze sonrası, kendini toparlamakta güçlük çeken Leydi Annelisa'ydı.
Kocasının ölümü gülümsemesini kaybetmesine, hayata olan bağlılığını yitirmesine sebep olmuş, çoğu günler odasından hiç çıkmadan, sadece yas tutarak ve dua ederek geçiriyordu.
Fernando evliliği ile ilgili planları bir süre ertelemeyi seçmiş, annesini bu durumda bırakıp saraya dönmeyi de ertelenmişti.
Leydi Clara'ya içinde bulunduğu şartları anlatan bir mektup yollamış, kendisine olan güvenini yitirmemesini, en kısa sürede yanında olacağını ve onu fazlasıyla özlediğini belirtmişti.
Annesine Clara'dan bahsettiğin de beklediği tepkiyi alamamasının sebebini içinde bulunduğu ruh haline bağlarken, oğlu için her şeyin iyi olmasını istediğinin farkındaydı. Ve gerçekten sevebileceği bir kadınla hayatını birleştirmesini umut ettiğini de biliyordu. Annelisa Fernando'nun Clara'dan bahsederken gözünde aşka dair hiç bir parıltı göremediğini, beğeni ile söz ettiği, güzelliği ve zarafeti ile takdir ettiği kadını sadece övmekte olduğunu düşünmüştü. Kendi kararlarını verebilecek yaşta olan oğlu, bir kadını eşi olarak seçti ise, tabii ki içinde ona karşı bir şeyler vardı. Belki de yanılıyordu.
Kaleye bugün beklenen misafirler sonunda ulaştı. Lord Desmond karısı Adriana ve çocukları ile ailesini ziyarete geldi. Adriana babasının ölümü ile derin bir üzüntü yaşasa da annesine destek olmak için güçlü olmaya çalışıyordu. Akşam yemeğinde masada sessizlik hakimdi. Fernando babasının oturduğu sandalyede yerini alırken Adriana artık büyüdüğünü gördüğü kardeşine gururla bakıyordu. Masadaki sessizliği Fernando bozdu.
"Sizleri aramızda görmek çok güzel sevgili ablam ve Lordum... Babam aramızdan ayrılalı çok fazla bir süre geçmedi ama onun yokluğuna alışmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Arkasında bıraktığı her şeyi canım pahasına korumaya kararlıyım."
"Baban sana güveniyordu Fernando ve sen de bu güveni boşa çıkarmadın. Şu an geldiğin bu konum yılmadan çalışmana ve kendini yetiştirmene bağlı."dedi Desmond gülümseyerek.
Adriana kardeşinin cesaretine ve kararlılığına hayran kaldı. Halkı ve toprakları onun koruyuculuğu ile her zaman güvende olacaktı.
"Seninle gurur duyuyorum kardeşim."
Fernando hayatı ile ilgili kararları ailesi ile paylaşmanın zamanı geldiğini düşündü.
"Aslında size söylemek istediğim başka bir şey var. Güzel bir haber desem daha doğru olacak sanırım. Hayatımı birleştirmek istediğim kadınla tanıştım. Aramızda evlilik kararı aldık ama babamın zamansız kaybı bu süreci biraz uzattı."
Adriana evlenme kararı aldığını söyleyen kardeşine şaşkınlıkla baktı. Söyledikleri beklemediği bir şeydi.
"Bu şanslı kadının kim olduğunu söyler misin?"
"Tabii ki sevgili ablacığım... Adı Clara. Prens Archer'ın kuzeni. Birkaç aydır aramızda ciddi bir yakınlaşma oldu. Her yönü ile mükemmel, güzel ve eğitimli. Bir erkeğin karısında hayal edebileceği tüm özelliklere sahip. Yakında tanışmanızı umut ediyorum."
"Demek sonunda hayatının aşkını buldun küçük kardeşim. Umarım aldığın karardan pişman olmazsın. Biliyorsun ki saraydaki hayat buraya benzemez. Orada yetişen bir hanım bizim şartlarımızı beğenmeyebilir. Ayrıca duygularından emin olmanı isterim. Çok acele karar vermeden önce biraz daha düşünmelisin."
"O düşündüğün gibi biri değil Adriana. Benimle her yerde yaşamaya razı. İtaatkar ve alçak gönüllü. Tanıyınca ne kadar doğru bir karar verdiğimi sende göreceksin."
"Sen öyle hissediyorsan diyecek bir şey kalmadı. Hayatına ve kararlarına karışamam. Sadece mutlu olmanı dileyebilirim."
Yemek sonrası salonda yapılan sohbet oldukça güzeldi. Herkes odasına çekildiğinde Adriana'nın tek düşündüğü şey sabah gidip Isabel'i görmekti.
Isabel her zaman ki gibi yine yalnız başına kahvaltı yapıp bahçesindeki işlerine koyuldu. Toprakla ve bitkilerle uğraşmak zihnini dinlendiriyordu. Saatin nasıl geçtiğini anlamadı. Kafasını çevirince bahçesine doğru gelen Adriana'yı fark etti. Onu görmek gülümsemesine sebep oldu. Uzun süredir görüşmemişlerdi. Elindekileri bırakıp önünde bağlı olan önlüğe ellerini sildi. Adriana bahçe kapısından geçip yanına ulaştı.
"Sizi görmek ne güzel Leydim." Gelen kadına sarıldı.
"Seni görmek de çok güzel Isabel. Artık bizi ziyarete gelmez oldun. Kocam ve ben senin yokluğunu hissediyoruz. Görüşmeyeli nasılsın?"
"Gördüğünüz gibi iyiyim. Hayatımda pek bir değişiklik yok. Babamı kaybettikten sonra kendimi buraya adadım. Ve aslında böyle mutluyum."
Adriana, büyümüş ve güzelleşmiş genç kıza bakarken fazlasıyla mutluydu. Aklına onunla geçirdiği güzel anıları geldi. Bir süre kalede yanlarında kalmış, o sürede Isabel'e bilmediği birçok şeyi seve seve öğretmişti. Çok zeki bir kızdı. İstese çok kibar bir hanım olabiliyordu. Adriana onun göremediğimiz asil bir yüzünün olduğuna inanıyordu.
"Çok güzelsin Isabel. Doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Aslına bakarsan seni görmeye geldim çünkü bu akşam bizimle yemek yemeni istiyorum. Desmond ve çocuklarda seni görmek istiyor. Ne dersin?"
Isabel bir an düşündü. O kaleye gitmesi demek Fernando ile yeniden karşılaşması demekti.
"Aslında sizi burada ağırlasam. İnanın eskisinden daha iyi yemek yapabiliyorum. Ve evimde sizi ağırlamayı çok isterim."
"Biz de geliriz ama önce senin gelmeni istiyorum. Çekinecek bir şeyin olduğunu düşünmüyorum Isabel öyle değil mi?"
"Tabii ki yok Leydim. Ama... Pekala sizi kırmak istemiyorum. Memnuniyetle teklifinizi kabul ediyorum."
Adriana onu ikna ettiğine çok sevindi.
Isabel Adriana gittikten sonra yıkandı. Kaleye pis gidemezdi. Uzun süre saçları ile uğraştı. Akşam olmak üzereydi ve ne giyeceğini bilmiyordu. Dolabında duran birkaç şık elbise oldukça abartılı geldi. Ama bunlardan birini seçmek zorundaydı. Her zaman rahat giyinmeye alışmış olduğu için bu ağır ve gösterişli elbiseleri giymekten çok hoşlanmıyordu. Kaleye yemeğe giderken sıradan bir pantolon ve gömlek giymenin karşısındaki insanlara saygısızlık olacağına karar verdi. Adriana'nın ona hediye ettiği açık mavi renkli, göğüs dekoltesi çok abartılı olmayan, kolları dirseklerinden aşağı genişleyerek el bileklerinde son bulan, etek kısmı çok kabarık görünmeyen bir elbise giydi.
Aynanın önüne geçtiğinde kendisini tanımakta güçlük çekti. Vücudunun kadınsı hatları ne kadar belli oluyordu. Göğüslerinin bu kadar büyüdüğünün farkında bile değildi. Sanki karşısında bambaşka bir kadın vardı. Bir an tereddüt etti. Bu halde kaleye gitmek onun için doğru muydu? Basit bir köylü kızının bir asil edası ile gezmesi çok komik göründü. Elbiseyi çıkarıp temiz olan pantolonlarından birini giyip, üzerine ince bir kazak geçirmeliydi. Bu fikir daha hoşuna gitti. O sıra kapını çalınması ile düşüncelerinden bir anda sıyrıldı. Beklediği kimse yoktu. Odasından çıkıp kapıya doğru yöneldi. Kapıyı usulca açıp arkasından çıkmadan gelenin kim olduğuna baktı. Karşısında daha önce hiç görmediği orta yaşlı ve asker görünümlü bir adam ona doğru bakıyordu. Üstündeki kıyafet Braylan'in askerlerinin giydiklerine hiç benzemiyordu.
"İyi günler hanımefendi. Ben çiftçi Hugo'yu aramıştım. Evinin burası olduğunu düşündüm yanlış hatırlamıyorsam. Eğer evde ise onunla görüşmem mümkün mü?" dedi adam kibar bir dille.
Isabel babasını soran adamı dikkatle inceledi. Burada yaşayan herkes onun uzun süre önce öldüğünü gayet iyi biliyordu. Demek ki bu adam burada yaşamıyordu. Aksanı da çok değişikti. Konuşma dilleri aynı olsa da bazı harfleri farklı bir şekilde telaffuz etmesi dikkatinden kaçmadı.
"Evet evi burası ama onu görmeniz mümkün değil. İki yıl kadar önce babam öldü. Neden aramıştınız? Ayrıca kim olduğunuzu öğrenebilir miyim?"
"Gerçekten çok üzüldüm. Öldüğünden hiç haberim olmadı. Onun eski bir dostuyum Leydim... Kendisini görmeyi çok istiyordum inanın. En son gördüğümde çok küçüktünüz."
"Sizi hatırlayamadım. Daha önce buraya geldiğinizi görmedim. Babamın dostlarını tanırım. Ayrıca aksanınız çok farklı. Buralardan değilsiniz sanırım."
Adam genç kızın söylediklerine gülümsedi. Onu yüzünü incelerken annesine ne kadar çok benzediğini fark etti.
"Beni hatırlamamanız gayet normal. O sıralar küçük bir çocuk olduğunuz için fark etmemiş olabilirsiniz. Buralı değilim, İrlandalıyım. Babanız bahsetti mi bilmiyorum ama onun ve eşinin de oralardan buraya geldiğini ve İrlandalı olduğunu bildiğinizi düşünüyorum."
Isabel ailesinin İrlanda'dan buraya geldiğini ve oralı olduklarını ilk defa duydu. Ailesinin bunu kendisinden neden gizlediklerini anlayamadı.
"Aslında bunu şimdi sizden öğrendim... Babamın bu konuda bir şeyler söylediğini hatırlamıyorum. Yanılıyorsunuz bayım. Biz İngiliziz. İrlandalı olmamız imkansız. Ayrıca diyelim ki öyle... Neden bu gerçeği gizlemiş olabilir ki?"
"Gizlemesi gerekiyordu leydim. İngiltere ile aramızda hala devam eden ve bir türlü çözülemeyen sorunlarımız var. Zaman zaman savaşmak zorunda kalabiliyoruz. Burada rahat yaşayabilmeniz için gerçekten kim olduğunuzu saklamanız şartı. Çünkü sizi bir düşman gibi görüp aralarına almazlar hatta burada yaşamanıza izin vermezlerdi."
"Hala yanıldığınızı düşünüyorum."
Adam gülümsedi.
"Sizi şaşırttığımın farkındayım." Cebinden mühürlü bir zarf çıkardı ve genç kıza uzattı. Isabel zarfı alıp açtı. Parşömen kağıdı üzerine yazılmış isimlerin altında resmi bir mühür daha vardı. Bu isimler de ailesine aitti. İrlanda kraliyet nişanı... Tekrar adama baktı.
"Babam ülkesini terk edip neden buralara geldi? Sonuçta düşman bir ülkenin toprağında yaşamak hiç güvenli değil. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum."
"Sebepleri olduğunu biliyorum ama ne olduğu hakkında çok bilgim yok. Ayrıca sizi uyarmam gerek. Bundan sonra da öğrendiğiniz bu gerçeği en yakınınızla bile paylaşmayın. Hala çözülmeyen sorunlar var ve her an yine bir savaşla karşı karşıya kalabiliriz. Hayatınızı riske atmaya gerek yok öyle değil mi?"
Isabel uzun yıllardır yaşadığı bu topraklarda İrlandalılar için söylenen birçok kötü söze tanık olmuştu. Halkın onlara karşı duyduğu nefret çok açık bir şekilde ortadaydı. Onlarla yapılan savaşlarda kocasını, oğlunu kaybeden bir sürü kadın vardı. Adam haklıydı. Kendisinin onlardan biri olduğu duyulursa hiç kimse gözünün yaşına bakmazdı.
"Bu gerçekten doğru mu?"
"Evet leydim. Sizi temin ederim ki doğru."
"Bunu hiç kimse ile paylaşmayacağım fakat bundan sonra öğrendiğim bu gerçekle kendimi rahat bir şekilde buraya ait olarak hissetmem mümkün değil. Sadece çok merak ediyorum. İrlandalılar gerçekten barbar ve katil mi? Bu kadar nefreti hak edecek ne yaptılar? Ait olduğum ırkın nasıl olduğunu bilmeye hakkım var sanırım."
"Bizler onurumuz için savaşıyoruz Leydim. Yıllardır bu ülke ülkemizi acımasız bir şekilde sömürdü. Özgürlüğümüzü elimizden almak için her şeyi yaptılar.Ve kendilerini haklı çıkarmak adına bizim katil olduğumuz, ölmeyi hak ettiğimiz hakkında bir sürü şey uydurdular.Artık bu gerçeği öğrendiğinize göre umarım İrlandalı olduğunuz için onur duyar ve ülkenizi seversiniz."
Isabel ne düşüneceğini bilmiyor, karar da veremiyordu.
"Söylediklerinizin gerçek olduğunu nerden bileceğim? Belki de bana yalan söylüyorsunuz? Bu elimdeki şey de yalan olabilir."
"Size yalan söylemek için hiçbir sebebim yok. Ayrıca çok sevdiğim eski bir dostumun kızını korumak benim görevim. Sakın kendinizi yalnız hissetmeyin. Sizin İrlanda da çok büyük bir aileniz var."
Isabel hayatta hiçbir yakının olmadığını düşünürken hiç tanımadığı bir adam, hiç bilmediği bir ülkede onunla aynı kanı taşıyan insanların varlığından söz ediyordu. Gerçekten akrabaları var mıydı?
"Akrabalarım mı var? Yani aynı soydan geldiğim kuzenlerim, teyzelerim... Hiç bilmiyordum." dedi sesi titreyerek.
"Tabii ki var ama şuan onları görmeniz pek mümkün gözükmüyor. Şayet isterseniz sizi ülkenize seve seve götürebilirim. Fakat bilmenizi istiyorum bir daha buraya kesinlikle dönemezsiniz."
"Bilmiyorum bayım. Henüz sizi tanımıyorum. Birden bire buraya gelip, bana asla inanamayacağım şeyler anlatıyorsunuz."
"Adım Eaymoon Leydi Isabel. Kimse fark etmeden gitmem gerekiyor. Zamanı gelince yeniden geleceğim. Dediğim gibi aramızda geçen konuşmayı sakın kimse ile paylaşmayın. Size bu konuda güveniyorum."
Isabel duyduklarının etkisi ile zihnini çok karışmış hissetti. Geçmişi hakkında ne kadar çok bilmediği şey vardı. Adam evin önünden hızla uzaklaşırken dediği son şey aklına takıldı
Zamanı gelince yine geleceğim...
Bu arada zamanın geçtiğini fark etmemişti. Söz verdiği yemeğe geç kalıyordu. Kapıyı kapatıp içeri girdi. Dünyada yalnız olmadığını duymak garip bir huzur vermişti. Bir süre odasında oturdu. Sonra kocaman bir ailesi olduğunu hayal etti. Onu seven ve onun sevdiği bir sürü insan. Eğer bu doğru ise mutlaka buradan gitmeli onlarla tanışmalıydı ama nasıl?
Bir kez daha aynaya baktı. Üzerindeki elbiseyi çıkarmaya karar verdi. Fernando'nun kendisi ile dalga geçmesine asla izin veremezdi. Ait olmadığı bir yerde onlar gibi görünmeye çalışmak kendisini aptal hissetmesine sebep olacaktı.
Uzun ve bol kahve tonlarında bir pantolon giydi. İnce gömleğinin üzerine, dizlerine kadar gelen yünlü ince yeleğini geçirdi. Saçlarını çift taraflı iki örgü yapıp omuzlarından önüne doğru aşağı saldı. Şimdi olmuştu. Hiç kimse gibi değil sadece kendisi gibi olduğunu hissedip, aklında bir çok düşünce ile evinden çıkıp kaleye doğru yol aldı. Hava iyice kararmıştı. Kalenin kapısına gelince bir kez daha saçlarını ve giysisini düzeltti. Sonra kapıyı çaldı.
Onu içeri alan hizmetçi büyük salona doğru eşlik etti. Isabel içeriden gelen sesleri duyabiliyordu. Salonun kapısında bir süre durdu. Adriana masanın bir köşesinde çocukları ile ilgileniyordu. Lord Desmond ve Fernando hayli hararetli bir sohbete dalmışlardı. Isabel salona girince Fernando'nun Desmond'a söylediği sözleri net bir şekilde duydu.
"Yeryüzünden İrlanda kanı taşıyan tüm insanları yok etmek lazım. Onlarla girdiğim her savaşta gözümü dahi kırpmadan canlarına kıydım. Böyle soysuz ve barbar bir ırkın yaşaması gerekmiyor."
Genç adamın sözleri kanını dondurdu. Yıllardır içlerinde yaşadığı bu insanların düşmanlarının kanını taşıdığını öğrenince ne yapacaklarını düşünmeden edemedi. En azından Fernando'dan emindi.
Hiç acımadan ve gözünü kırpmadan beni öldüreceğin kesin Lord Fernando!