3. ALLAH BELANI VERSİN SIĞIR :)

2535 Words
Sare, sabah gözlerini araladığında ona bakan Hakkı ile duraksadı. Kaşları çatılırken irileri etrafı şöyle bir taradı. Zorunlu kalıyor olsa da odasına alışmıştı. Aslında yüreğine yeni yeni çiçekler eken adamın varlığını hissederek güne başlamak hoşun gider olmuştu. Yaşadıklarının rüya olmasını dileyerek uyumuştu oysa. Gerçekler yüzüne en afillisinden tokat gibi iniyordu. Derin bir nefesi içine çekti. Ciğerleri bu yeterli değil gibi sızlanırken göz bebeklerinin dolmasına kızarak geri kapadı. Yanı başında kıpırdanan Hakkı ise kalkması gerektiğini haykırır cinste ötünce tek gözünü açıp “Bana bak akşama pilav üstü tavuk olmak istemiyorsan sus. Çorban da fena olmaz ama neyse” dedi ve yastığına sarılıp yüz üstü yatmak için döndü. Kartal öten Hakkı ile zaten zar zor daldığı uykudan sıçrayarak oturur hale geldiğinde Berna gözlerini ovaladı. O da oturduğunda “Günaydın hayatım” derken esniyor gözünü ovalıyordu. Senem ile Saliha Hakkı öttükçe kafalarını yastığa bastırıyor sabaha karşı yatmalarından ötürü bir gram uykuya muhtaç duruyorlardı. Yarım saat sonra hala ötmeye devam eden Hakkı ev ahalisini ayağa dikmiş sadece Sare’nin kalkmasını sağlayamamıştı. Senem, kapıyı tıkladığında içeriden ses gelmese de aralayıp içeri girdi. Yatan kızı görünce “Sare, kardeşim kahvaltı yapalım mı? Canın ne çekiyor hemen yapalım. Su böreği aldırayım mı Mücahit’e?” diyor yatağın kıyısına oturmuş sarkan elini tutmuştu. Genç kız sıkılmış gibi iç çekip “Senem, yavrum hiçbir şey istemiyorum. Bak Berna ile Saliha’ya da dedim. Bana üçüncü turu da söyletiyorsunuz olmuyor. Sadece uyumak istiyorum.” dedi ardından acıyan göğsü öksürmesine neden olurken akan burnunu da çekti. Kaşları çatılan Senem uzanıp arkadaşının alnına elini koyarken hasta olmuş olmaması için dua ediyordu. Tenine değen tendeki ateş ile gözleri irileşti. Elini çekerken “Eyvahlar olsun” demeyi de ihmal etmiyordu. Kalkıp kapıya koşarken “Berna! Saliha!” diye bağırdığında mutfakta olan ikili ellerindeki işi bırakıp koridora çıkmıştı. Salonda oturan Mücahit ile Kartal da merakla koridora geldiğinde elini beline koyan kız “Sare’nin ateşi var. Hemen çorba sıcak su torbası ve kalın çorap üçlüsünü hazırlamamız lazım. Yoksa direkt acile gidip iğne mi yaptırsak?” dediğinde gözlerini yenilmişlikle kapatan Berna, alt dudağını ısıran Saliha erkeklerin dikkatinden kaçmamıştı. Mücahit “Neden bu kadar koruyorsunuz ki sadece üşütmüş belli ki. Doktora gideriz ilaç alır düzelir” deme gafletinde bulunurken Sare’nin odasının kapısı sertçe açıldı ve eli ağzında kapalı olan kız birbirine dolanan bacaklarıyla koridorda olan lavabo kapısına adeta kendini attı ve içeri girer girmez kapıyı çarparak kapadı. Sesi dışarıya ulaşırken üç kızda da endişe göz bebeklerin işlemişti. Sare sağlam kızdı. Hayatını kendi idame ettirir her işte çalışır fişek gibi zekasıyla gördüğü işi kapardı ama bir sorunu vardı ki hastalık. Soğuk algınlığı ile başlayan hastalığı onu komalık edene kadar sürer yeri gelir günlerce sürünüp dururdu. O halde çalıştığı zamanlarda zihni bulanır yapacağı işleri unutur sürekli uyku ve sayıklama hali kendini gösterirdi. Saatlerde kayaların üzerinde oturması üzerinde montunun dahi olmaması soğuk algınlığını resmen ciğerlerine indirmiş korkulanın olmasını sağlamıştı. Çok değil iki saat sonra yüksek ateşle acile götürülen Sare müdahale odasındayken Kartal dışarı çıkıp Mustafa abisini aradı. Kapalı olması oflamasını sağlarken Meyra aklına geldi. O da meşguldü. Annesini arayıp telaşlandırmak istemediği için babasını aramak daha makul gelmişti. Abisini telefona isteyip durumu izah edebilirdi. “Kartal? Hayırdır inşallah oğlum?” “Şey, bir sıkıntı yok baba. Mustafa abim yanında mı? Telefonu kapalıydı da.” Oğlu görmese de kaşlarını çatan adam “Kartal, bir sıkıntı var belli. Söyle neler oluyor? Sare iyi mi? Yoksa Berna kızıma mı bir şey oldu?” derken salona giren Devrim ile Mustafa babalarının sözlerine dikkat kesilmişlerdi. Kartal babasından kurtuluş olmadığını anladığında “Berna iyi baba ama Sare sabah ateşlendi. Durumu kötüye gidince de acile getirdik. Tansiyon ve kan sorununu biliyorsun. Biz buradayız ama abim de gelirse iyi olur.” diyerek kısa bir özet geçti. Ayağa kalkan adam “Hangi hastane? Sare kızım iyi değil mi bak benden bir şey gizlemiyorsun?” dediğinde kaşları çatılan Devrim’in içine sızan incecik ateş yanan yüreğinin ateşine ateş katıyordu. Kartal “Baba yok bir şey. Durumu sordun anlattım. Dün tüm gün deniz kenarında oturdu. Üşütmesi normal değil mi? Telaş etme lütfen bir sorun olursa ben haber vereceğim. Şimdi senden rica ediyorum Mustafa abim oralardaysa bana telefona verebilirmisin?” dedi. Hemen yanında dikilen Mücahit Yiğit’e haber veriyordu. Ziya Bey yanına gelen Mustafa’ya telefonu uzatırken ona “Ne olmuş Sare’ye baba? Kartal ne diyor?” diye sorular soruyordu. Kaşları çatılan yaşlı adam sinirle “Elinin körü diyor oğlum. Böyle ziftin peki zıkkımın kökü az biraz da Allah kurtarsın diyor.” derken çoktan Mesude Hanım da içeri girmiş neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kartal konuşulanları duyarken biran Devrim’e üzülse de genç kızın halinden sonra kendine kızıyordu. Abisine “Abi ev karışacak farkındayım ama gelsen iyi olur. Doktorlar Sare için bronşit zatürreye çevirmiş birkaç gün yatması lazım dedi. Berna ve diğerleri perişan. Biz Mücahit ile buradayız ama yetebiliyormuyuz bilmiyorum. Bir de Meyra’ya söylesen Sare’nin eşyalarından bir çanta yapıp getirse. Kız ara yerde telef oldu resmen.” dedi. Sesindeki çaresizlik ve sıkıntı abisine durumun ehemmiyetini gösteriyordu. Mustafa hemen arkasında konuşan hatta tartışmaya başlayan anne babasını ve kardeşini es geçip “Tamam koçum geliyoruz biz. Oralar size emanet.” diyerek telefonu kapadı. Salonda kapısında beliren Meyra boynundaki fuları düzeltirken “Sabah sabah üçüncü dünya harbi çıktı da benim mi haberim yok. Neden tartışıyorsunuz?” derken kendine doğru gelen abisi ile duraksadı. Mustafa “Meyra, hemen Devrim’in odasına çıkıp Sare’nin giysilerinden bir çanta hazırla. Genellikle pijama iç çamaşır vs. koy işte. Yolda ben sana durumu anlatırım.” deyip şaşkınca kendisine bakmasını izledi. Ellerini birbirine vururken “Hadi güzelim hadi” diye aceleci bir tonla genç kızı itekledi. Hemen ardından geri dönüp Devrim’e bağıran babasına “Baba Allah aşkına bir dur. Olan oldu biten bitti. Bundan sonrası için sakin ve akılcı davranmamız şart. Ben şimdi Meyra’yı alıp hastaneye geçiyorum. Duruma göre sizi bilgilendiririm gelirsiniz.” dedi ve kardeşine dönüp onaylamaz bir tonla “Sare’nin hastalığı bronşitten zatürreye dönmüş. Birkaç gün hastanede kalması gerekiyor. Bu süre zarfından kızdan uzak dur ve ne yaptığını, yaptığın şeyin sonuçları iyi düşün. Dedem seninle çiftliğe geçeceğini söyledi akşam sen odana çıkına. Onu bekle” dedi. Meyra, acele ile genç kızın çiçekli böcekli pijamalarından birkaç takım koydu. Havanın serinliğini düşündüğünde birkaç sweatshirt de sıkıştırdı araya. Kişisel malzemelerini iç çamaşırlarını ve çok sevdiği kalın hayvan desenli çoraplarını da alınca işi tamamdı. Komodinin üzerinde olan cüzdanı görünce hemen onu da kendi çantasına atıp odadan çıktı. Merdivenleri inerken Devrim’in “Bende geleceğim.” itirazlarını duysa da salondan çıkan Mustafa abisinin “Hadi güzelim çıkıyoruz” değişi ile kalan basamakları da bitirip çıkıp kapısına yöneldi. Yola çıktıklarında Mustafa kardeşinin telefonda anlattığı şeyleri Meyra’ya özet geçti. Gözleri dolan genç kız “Ah kuzum benim ya. Nasıl da kötüdür şimdi. Yemin ediyorum abim olmayacak şöyle bir güzel tüm kemiklerini kırıp hastanelik edeceksin ama bir yanım da kıyamıyor.” diyor yanağına süzülen yaşı siliyordu. Mustafa “Haklısın.” demekle yetindi. Devrim salonda bir sağa bir sola gidiyor, sinirden gözleri kızarıyordu. “O benim karım. Şu an hasta ve yanına gidemiyorum. Üstüne ailem resmen benim infazımı vermiş ilmeği boynuma takmış. Anlamıyormusun baba benim hastaneye gitmem lazım.” “Devrim, kırkına merdiven dayamış adamsın bu yaşında benden sopa yeme. O kızın karın olduğunu şimdi anlaman sence de normal mi? Dün kalın neredeydi. Peki ya ondan önceki gün. Daha öncesi. Oğlum bu kız eve geldiğinden beri bizden gizli kan kusturdun haberimiz yok mu sanıyorsun. Karı koca arasına girmedik kendiniz çözün istedik sende bundan hiçbir şey görmediğimiz sonucunu mu çıkardın. Hem dedenin kesin talimatı var. Gelir birazdan onu bekle.” Mesude Hanım evladına kırgın kızgın ama en çokta hayal kırıklığı dolu gözlerle bakıyordu. Üstelik kötü olan Sare için daha fazla endişelenmeye başlamıştı. Devrim ise camın önüne giderken sertçe ofluyor ellerini saçları arasından geçiriyordu. Zilin çalması ile hizmetli kapıyı açtı ve Sami dede içeri girdi. Eline bastonu yüzünde sert bir ifade torununa doğru yürüdü. Onun öfkeli halini büyük öküzü kınalının hallerine benzetiyordu. Yaşına göre sağlam bir hareketle uzanıp koca adamın kulağından tutarken “Sen gel bakayım benimle.” deyip kendi ile yürümesini sağladı. Devrim, kulağını tutan adama karşı koymak istiyor ama bir yandan da bunu yapamıyordu. Evden çıktıklarında arazi aracı ve onu kullanan kahya onları bekliyordu. Arkaya geçtiklerinde Sami Dede “Çiftliğe sür Şakir. İçeri girmeyeceksin ama. Şu dağ yok mu çiftliğin arkasındaki oraya çıkacağız.” dediğinde “Dede” diye itiraz dolu bir cümle torununun dudaklarından döküldü. “Başlatma dedenin şarap çanağından. Şu yaşımda torun dövdürme bana vallahi elimden kimse alamaz.” “Dede, Sare hastalanmış. Hastaneye kaldırmışlar. Benim yanına gitmem lazım.” Şaşırdığını görmediği yaşlı adamın aslında bunu bildiğini anlamış ama bildiği halde onu şehirden uzaklaştırmasına anlam verememişti. Sami dede ise “Seninle konuşacağım eşek sıpası. Şu an o kızın yanında olmayı hak etmiyorsun. O yüzden kıvranman için uzak kalman en iyisi. Torunumsun ama sürün lan gram acımayacağım sana.” deyip yolu izlemeye devam etti. Nefesini bırakan genç adam bir elini saçlarına daldırırken aklı sadece nasıl hasar verdiğini yeni yeni fark ettiği Sare’deydi. Birkaç saat sonra araç durduğunda dağın başında birkaç kütükten yapılan masa ve oturakları görmeyi beklemeyen Devrim kaşlarını çatmıştı. Yaşlı adam oturduktan sonra karşısındaki kütüğü işaret etti. Genç adam da oturduğunda Şakir Efendi bagajdan termos ve bardakları çıkardı. Çayı doldurduğunda yüzü buruşan Sami Dede “Sevmiyorum böyle antin kuntin şeyleri ama torunlarım sayesinde öğrenmediğim şey kalmadı.” dedi ve bardağındaki sıcak çayı yudumladı. Ardından “Şimdi anlat bakalım eşek sıpası. Sen bu Sare kızımdan ne istedin de kolundan tutup sokağa atacak duruma geldin. En başından beri olan her şeyi istiyorum çünkü sadece tipik karı koca kavgası olmadığını biliyorum” diyerek aynı tonda ama daha yorgun bakan mavilerini genç adamın irislerine dikti. Devrim, ne anlatacağını önce bilemedi. Sonra ölen biteni anlatmaya başladı. Sami Dede dinledi. Şaşırmadı. Sadece kendi içinde kendiyle hesaplaştı. Hata yapmıştı. Genç kızı ilk gördüğünde ona kanı kaynamış sonrasında torununun işinden ettiği kişi olduğunu öğrenince de omuzlarında sorumluluk hissetmişti. Savaş denen tefeciden abisinin yaptığı borca kadar her şeyi araştırınca da Devrim ile birleştirmeye çalışmıştı. Yanlışlık belki de kadere müdahale etmekti. Oluruna bıraksa iki genç birbirini sevebilirdi. Devrim sonunda susup önündeki bardaktaki soğuyan çaydan bir yudum aldığında boğazından zar zor geçmesini ruhunu kemiren pişmanlığa ve hastanede yatan kıza hislerine verdi. “Onu seviyormusun?” Bu soru sesli şekilde hiç zihninde canlanmamıştı. Durdu ve derin bir nefes aldı. Sinir anlarından birbirleri ile çekişmelerine çok az da olsa anlaştıkları ve geceleri bir odada birbirlerinin kokularını duydukları ana kadar hepsini düşündü. Kalbindeki ateşin ısısı zihin odalarına dolarken ruhu oturduğu kuru ağaç dibinden ona ağlayan gözlerle bakıyordu. Avuçlarında olan bir avuç kuru toprağı öpüp yere atıyor göz yaşları ile suluyor ve küçücük bir çiçeğin filiz vermesine umutla bakıyordu. Dedesinin gözlerine baktığında başını büyük bir kabullenmişlikle salladı. Dudaklarından “Seviyorum” itirafı dökülürken sanki omuzundaki en ağır yüklerden biri kalkmış gibi hissetti. Susmak kabullenmemek kendine itiraf edememek dünyayı sırtlamış gibi ağırlık yapıyordu belli ki. “Devrim, yaptığın doğru değildi. Şu an karşımda bu kadar dağılmış olmasan ve sevdiğini itiraf etmesen sana yemin olsun o kızın yüz metre yakınına yanaştırmazdım seni. Anlattığın birçok şeyden haberdarım. Senin bildiğinden fazlasını da biliyor olabilirim. Şimdi nereden nasıl diye sorma anlatmak benim için kolay değil ama bundan sonra yapacaklarını düşünerek yap. Anlık öfkeler saman alevleri sadece kötü olan durumu daha da kötü eder. Seviyorsan kendini affettirmek ve geri kazanmak için kendinden çok fazla ödün vermen gerekecek. Eğer birazcık tanıdıysam anandan emdiğin sütü birkaç tur burnundan getirecek Sare. Ha hakkı var mı dersen sonuna da kadar da hakkıdır. Bu yüzden değişeceksin. Onun için çabaladığını ne gözüne sok ne de uzaktan yap. Lakin şu an olay çok sıcak. Üzerine gitme. Sakin davran. Git dediğinde bir adım geride dur ama tamamen sırtını dönme. Bu yaşımda bana bunları da söylettin ya Sare kızım seni inim inim inletse oturur keyifle izlerim.” Dedesi ona daha çok akıl verdi. Babaannesi ile olan bazı anıları anlattı. Yaşadıkları sıkıntılardan sonrasında nasıl da yüzlerinin güldüğünden söz etti. Birkaç saat sonra hastaneye gitmek için yola çıktıklarında gözlerini yoldan almayan Devrim derin düşünceler içindeydi. En kötü ihtimal Sare boşanmak isteyecekti ama buna asla izin veremezdi. Seviyordu. Bunu kendine ve dedesine karşı dile getirmişken ruhu avuçlarındaki toprağa sevgi tohumunu ekip aşk için gözyaşı dökerek sulamışken olmazdı. Sare odaya alınmış, yanında Berna ve Senem vardı. Saliha'yı hastaneye gelen Yiğit ile zar zor ikna edip şirkete göndermiş endişe yüklü irislerle arkadaşlarını izliyorlardı. Berna “Toparlanacak değil mi? İyi olacak?” dediğinde sesi titriyordu. Köydekilere daha haber verilmemişti ki büyük ihtimalle Sare haber verilmesini istemeyecekti. Senem “Zor olacak. Ben onu ilk kez böyle görüyorum. İçindeki kırıklar resmen göz bebeklerine yansımış halde. Devrim onu çok fena yaraladı.” diyerek karşılık verdi. Haklıydılar. Etteki yara bir şekilde kabuk bağlıyordu ama ruhun yarası kolay kolay dindirmiyordu akıttığı kanı. O kan yavaş yavaş zehirliyordu yüreği. Bir süveyda oluyordu en derinlerinde. Mustafa ile Meyra hastaneye girmeden önce kapıda Kartal’la Mücahit onları karşıladı. Durumu anlattıktan sonra neler yapabileceklerini düşündüler. Meyra kızların yanına çıkarken biraz da olsa tedirgindi çünkü abisi yüzünden tepki görmekten korkuyordu. Öyle olmadı. Berna da Senem de kucak açık sarıldılar. Hemşire onlar sarılırken geldiğinde odada fazla kişinin olmaması gerektiği yönünde uyarı yakarken üzerini değiştirmeleri için yardımcı olacağını söyledi. Pijamaları giydirilen Sare başını yeniden yastığa koyduğunda gözleri hala kapalıydı. İlaçlar, hastalığın etkisi ve mental durumun çökük olmasından mütevellit uyuyordu. Daha doğrusu kaçıyordu. Belki de uyandığında bir rüya da olduğunu görüp ayna da kendi kendine gülecek Devrim’e ise hayatı zindan ederek sinirini çıkaracaktı. Kantine inmek için odadan çıktıklarında hastaneye ulaşan Sami Dede ve Devrim içeri girip danışmadan oda numarasını öğrendiler. Durumu hakkında doktoru ile da konuştuklarında biraz daha karamsarlık genç adamın içine çöreklenmişti. Onu bu hale düşürmüş olmak sanki canlı canlı tırnakları çektirmek gibi bir his bırakıyordu parmak uçlarında. Sami Dede koridorda otururken odaya girdi yavaşça ve solgun şekilde yatan kızın baş ucuna kadar geldi. Sanki saatler önce ona bir kova su döken Sare değildi. Sözleri ile bir ton taş fırlatan yorgun ve yılgın uyuyan kız değişmiş gibiydi. Elini kalırdı ve saçlarına dokunmak istedi. Avuçlarına kor ateşler düşerken bir tutamı parmakları arasında sevdi. Eğilip kulağına doğru “Özür dilerim” derken dilindeki dikenler nefesini kesmeye yeminliydi. Özür dilerim. Ne kadar da etkisiz bir cümleydi. Sanki varlığı yokluğundan daha çok can yakıyordu. Özür dilerim. Senin hayatının tam ortasında bomba patlattım ama yine de özür dilerim. Tüm kazmalıklarıma rağmen özür dilerim. Tam bir göt oluşuma rağmen yine de senden özür dilerim. Söylediği söz midesini bulandırdı. Bu söz yara alan kişinin acısıyla resmen dalga geçmek gibi bir şeydi. Hafif doğrulup bu defa alnına dudaklarını bastırdı. Yumuşacık tenin bıraktığı o tarifi imkansız hissi sıcaklık baskılarken kaşları çatıldı. Geri çekilip hemen elini alnına koyup ateşine baktı. Yüksek oluşu ile kapıya doğru adımladı ve açıp “Yardım edin!” diye bağırdı. Biraz ilerideki hemşire bankosundan bakan genç bir sağlık çalışanı odaya doğru hızlı adımlarla koşarken geri odaya giren Devrim sayıklamaya başlayan Sare’nin elini tuttu. “İyi olacaksın. Sana söz veriyorum bir an önce toparlanman için ne gerekliyse yapacağım. Bak daha bana hayatı dar edeceksin ben sana öküzlük yapacağım. Sonra affe-” “De-Dev-ri-m.” Sözlerini kesen genç kızın adını mırıldanması oldu. Heyecanla “Buradayım” dediğinde hafifçe gözlerini aralayan kız ona baktı ve “Allah belanı versin sığır” dedi. Gözleri kapanırken hemşireler odaya gelmiş ona dışarı çıkmasını söylüyordu. Şaşkınca dışarı çıkarken merak ve endişe de yanında beden bulmuş halde gibiydi. Sami Dede ona dönüp “Neler oluyor oğlum?” dediğinde bekleme koltuğuna çökerken “Benimle konuştu” diye cevap verdi. “Ne dedi peki oğlum çatlatma?” “Allah belanı versin sığır dedi.” Gözlerini büyüten yaşlı adam bir kapalı kapıya bir de gözleri dalan torununa bakıp durumu anlamaya çalıştı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD