2 bölüm

1821 Words
İlla herkes hayatını birine bağlı mı geçirmeliydi? Tek eşlilik mi olmalıydı? Ya âşık olsa? O zamanda böyle düşünür müydü? Ama aşk ve Hicran… İkisi birbirinden çok zaman evvel ayrılmış konulardı. Hicran aşka inanmıyordu, aşktan ziyade iki insanın birbirini karşılık sevmesine inanmıyordu. Tabi bunda başına gelen şeylerin suçu vardı. Aslında tamamen inançsız değildi, onun inanmadığı erkeklerdi. Yoksa Hicran bir annenin çocuğuna olan sevgisine inanıyordu. Bir müslümanın içindeki Allah sevgisine inanıyordu. Nisan’ın kendisini sevdiğine inanıyordu. O genel manada sevdiğini söyleyen erkeklere inanmıyordu. “Kısaca anlatmam gerekirse dedem bir vasiyet bıraktı ve şaka gibi ama ölmeden vasiyetini açıkladı. Eğer kendisi vefat edene kadar bir kız arkadaş bulamazsam. Annemin çocukluğunun geçtiği çok sevdiği villası hiç sevmediği ablasına kalacak, villa da denmez Polonezköy’de bir çiftlik evi” dedi Levent. Hicran bu cümleden önce su içtiğine birazdan pişman olacaktı. Öksürürken içtiği suyu püskürtmesiyle Levent’in lafını yarıda kesti. “Çok özür dilerim” dedi Hicran derin bir nefes alarak. Kolay kolay villası olan insanlarla tanışmıyordu. Hele de çiftlik evi olacak kadar büyük bir villası. “Villa mı? Çiftlik evi mi? Kusura bakma ama sende hiç zengin tipi yok” Giyimi kuşamı hoş gözükse de nedense Levent gözüne zengin bir adam gibi gözükmemişti. Belki bir firmada üst düzey yönetici olabilirdi. Ama gerçekten de zengin gözükmüyordu. Levent kocaman bir kahkaha patlattı. Asabı bozulmuştu. Hicran’ın tavrı, annesiyle yaşadığı şeyler onu nedense güldürmüştü. Levent koca bir adam olarak küçük bir sorunun içinde sıkışmış kalmıştı. Hicran’a anlatamıyor olsa da bu olayların temelinde bambaşka şeyler vardı. Annesi mevzu bahis olduğu için işin içinden çıkamıyordu. Aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık mantığında bir sorundu bu. Dedesi ona ölmeden hayatının kazığını atmıştı. Yaşlı adam herkesi kendisi gibi şanslı sanıyordu. O hayatının aşkını bulmuş evlenmişti. Torununun da bulmasını istiyordu. Ama hiçbir şey ısmarlama değildi. Hele de mevzu aşk ise… Levent çıkmazda hissediyordu. Bir yanda kıramayacağı annesi diğer yanda dedesinin inadı... Kaç defa konuşmuşlardı ama dedesi Nuh deyip peygamber demiyordu. Elbette ailecek Levent’in aşk hayatına takmalarının başka sebepleri de vardı. Ama şuan bariz olan miras davasıydı. “Ben o kadar da zengin değilim, anne tarafım varlıklı” dedi Levent mırıldanarak. Bu cümlenin altında ezilmiş gibi çıkıyordu sesi. Bu fakirliğin değil zenginliğin ezilmesiydi. ‘İnsan zenginlikten ezilir mi be?’ dedi Hicran’ın iç sesi. Yine kendi kendisiyle konuşmaya başlamıştı. “Bulsana birisini, Allah için hoş bir adamsın, eminim peşinde kuyruk olan kızlar vardır” dedi Hicran oturduğu banktan kalkarak. Saatlerdir bir şey yemeğinden midesi sırtına yapışmıştı. Kenardaki simitçiye baktı. “Valla karnım acıktı, simit yer misin?” “Simit mi?” dedi Levent gülerek. Samimi tavrı hoşuna gitmişti. Hicran ona değişik gelmişti. Daha doğrusu onun gibi samimi birini görmemişti sanırım. Çevresindeki insanlar çok fazla tek tipti. Plaza dili konuşanlar, bir baltaya sap olamayanlar, işlerini paraları ile halledenler, kadınları ve erkekleri tek gecelik görenler… Hayatı bu tarz insanların içinde sıkışıp kalmıştı. Gerçekten dostu yoktu, arkadaşları vardı ama kimseye dertlerini anlatmıyordu. Anlatabildiği kadarını anlattığı insanlar vardı hayatında ama asla tamamıyla kimseye açılamıyordu. Uzun süreli arkadaşlıkları vardı hem de. Çoğunu ilkokuldan beri tanıyordu, hatta bazıları ile ne zaman tanıştığını bile hatırlamıyordu. Ama onların yanında kendisini kendisi gibi hissetmiyordu. Numara yapıyordu, genelde mutlu numarası yapıyordu. Hiçbir arkadaşıyla sahilde oturup simit yememişti mesela. Hicran’ın doğal güzelliğine baktı. Saçları boyalı değildi, dudakları silikon değildi, yüzünde makyaj bile yoktu. Levent’e bile bunları öğreten kozmetik sektöründen korkmak gerekirdi. Artık erkekler kadınları makyajsız hayal edemiyordu. Daha doğrusu makyajsız görmekten korkuyorlardı. Hicran’ın simidi ortadan ikiye kırmasını, ayranını çalkalamasını, üstüne dökülen susamları süpürmesini izlerken mest olmuştu. Gerçek olabilir miydi bu kız? Hicran simitle ilgili komik bir anısını anlatmaya başlamıştı. Yüzündeki gülümseme ona tanıdık gelmişti. Acı çeken insanlar büyük kahkahalar atardı. Hicran’da aynı böyleydi. Yüzündeki tebessümü içindeki acıları gizliyordu. Levent dalmış giderken Hicran’da konuşmasına devam etti. Ta ki Levent’in onu dinlemediğini fark edinceye kadar… “Aslında dosdoğru bir şeyler yeseydik, buralarda güzel bir balık restoranı biliyorum” dedi Levent lafı toparlayarak. Ama Hicran istediğini yapmak konusunda her zamanki diretişini gösterdi. “Birincisi ben balık sevmem, ikincisi ne gerek var? Elbette hoş bir yerlerde yemek yemek güzeldir. Ama şu güzelim manzaraya baksana. Deniz, güneş, uçuşan kuşların cıvıltısı, burnuna gelen tuz kokusu… Burası gibi şahane yeri bırakıp zenginlerin lüks ama bir o kadarda ruhsuz mekânlarına giremem. Hem sen hani zengin değildin, simit ayran yemedin mi hiç?” dedi Hicran lafını esirgemeden. Levent’in hoşuna gitmişti bu tavrı. Çok dobraydı, istese daha güzel bir yerlere gidelim diyebilirdi. Teklifini kabul edebilirdi. Ama Hicran sahilde banka oturup simit yemek istemişti. Levent simidin ucundan kırıp yemeye başladı. Üstündeki kötü enerji dağılır gibi olmuştu, sanırım konuşmakta iyi gelmişti. Hicran'ın düşündüklerini pat diye söyleyen tavrını da sevmişti. Değişik bir kızdı, normal kızlar gibi değildi. Gülüyordu, rahatlıkla simit gömebiliyordu. Pek kilo derdi varmış gibi de gözükmüyordu. Neticede belli bir güzellikle standardına alışmışlardı. “Eee annen konusunda ne yapacaksın?” dedi Hicran ayranından bir yudum alarak. Soğuk ayran sıcak havada güzel gitmişti. “Evlilik düşünmüyorum, en azından iki insanın birbirini karşılıksız seveceğine inanmıyorum” dedi Levent, aynı Hicran gibi düşünüyordu. İki gençte aşka, sevgiye inanmıyordu. Bu benzer acılarının ve kırgınlıklarının olduğunun bir göstergesiydi. Aynı şekilde olmasa da ikisi de geçmişinde darbeler yemişti. “Bu arada simitte güzelmiş” “Güzeldir tabi, mis” dedi Hicran bir ısırık daha alarak. “Bu arada saat kaç?” dedi Levent olmayan telefonunu arar gibi. Kolunda saati de yoktu. Hicran telefonuna baktığında saat dörde geliyordu. “Birini arayabilir miyim? Arabamda gitti, şoförü çağırmam lazım” “Hani zengin değildin sen? Şoförü olan adam zengindir benim gözümde” dedi Hicran telefonu Levent’e uzatarak. Ama Levent arayacağı numarayı ezbere bile bilmiyordu. O da farklı numarayı çevirdi. Hicran’ın zenginlik takıntısı Aşk-ı Memnu izlemekten geliyordu. Ona göre zenginler evlerinde abiye kıyafetlerle gezen, her akşam kokteyller düzenleyen, kibirli insanlardı. Ama karşısında onunla simit yiyen adam kibirli gözükmüyordu. Aksine Levent sorunları olan bir çocuk gibi gözükmüştü gözüne. Genç bir adamdı, güçlüydü ama çocuksu kırgınlıkları vardı. Kendisini onun sorunlarına yardım etmek isterken buldu. Ona yardım edebilirse kendi sorunlarından da bir nebze sıyrılmış olabilirdi. “Nesrin benim Levent, telefonumu kaybettim de. Galip’i arar mısın beni bıraktığı yerden alsın. Biliyor nerede olduğumu. Tamam teşekkürler” “Teşekkür ederim Hicran” dedi Levent konuşmanın neresinde kaldığını unutmuştu. “Sen neden evlenmek istemiyorsun? Unutamadığın bir eski bir mesele mi var?” dedi Hicran, sesi ürpermişti. Aşk meşk mevzuları onun içinde ağır konulardı. Uzun zaman önce hayatından aşkı çıkarmıştı. Onun kalbi aşkı ıskalamıştı. Kalbi sadece öğrencilerine, babasına ve Nisan’a aitti. “Yoksa eşcinsel misin? Ailene mi söyleyemiyorsun?” “Eşcinsel değilim, unutamadığım kimse de yok” dedi Levent gülerek. Hicran gerçekten aklına geleni direk söylüyordu. Günümüz Türkiye’sinde birine eşcinsel olduğunu sormak biraz yürek isterdi. “Sadece istemiyorum. Ne bilim evlilik planlarım arasında yok. Keşke annemin gözünü boyayacak, dedemi kandıracak bir şey olsaydı. Şimdi bunları dert ediyor olmazdım” Bu mevzu Hicran'ın içini kıymıştı. Dünyada daha önemli sorunlar vardı. Ve bir aile tüm planlarını oğullarının evliliği üstüne kurmuştu. Çok saçma gözükse de yorum yapmak istemedi. Onu alakadar etmezdi. Kafasını rüzgâr yönüne çevirdi. Hissettiği rüzgâr özgürlüğün tadı gibi geliyordu. En azından yanındaki genç adamdan daha özgürdü. Hicran yalnız büyümüş olmasından dolayı çok fazla sıkılmaya darlanmaya gelemezdi. Bundan dolayı da düşündüklerini söylemekten de çekince duymazdı. Çünkü babası ona asla kendisi ezdirmemesini ve her daim doğruları söylemesini öğretmişti. Yalnız büyüyen bir kız çocuğu daha çabuk olgunlaşırdı. Ve özgürlüğünün tadını bilirdi. Levent sıkıştığı hayatta mutlu değildi. Ama Hicran onca şeye rağmen mutluydu. İyiydi. Yeri geliyor düşüyordu ama kalkmasını da biliyordu. Gözünün önündeki görmekte, önündekinin ardını görmekte de ustaydı. Şimdi boğazdan geçen gemileri izlerken gülümsedi. Aklına gene tarihle ilgili bir şeyler gelmişti. Tarih… Hicran bu dünyaya tarih için gelmişti. Ne denli sevebildiniz tarihi? Müzeleri? Sarayları? Hicran için tarih bitmek bilmeyen bir öğrenme deniziydi. Kendi geçmişini, aile köklerini bilmese de Osmanlı’daki bütün padişahları bilirdi. Kim kimle evlenmiş, kaç çocuğu olmuş hâkimdi. Hele de İngiltere Kraliyet ailesi… Kralları, kraliçeleri, prensleri, prensesleri… Tam bir tarih aşığıydı. Gitmediği müze görmediği yer kalmamıştı. Kalıntılarda gezmeyi severdi. Topkapı Sarayını kaç defa gezdi kendisi de bilmiyordu. Hele de Ayasofya orayı ilk gördüğünde yaşadığı heyecan… Dizleri titremişti böyle bir şahanelik karşısında… Gene kendi düşüncelere dalmıştı. Levent’in yanındaki varlığı bile unutacak gibi olmuştu. “Levent Osmanlı’da donanmadaki askerlere denir. Genelde boylu poslu olurlarmış” dedi mırıldanarak. “Babam çok sever denizi, annemi deniz tutmasa yatta kalır yani o derece” dedi Levent denize doğru bakarak. “Evet, yatımızda var. Tamam, ailem zengin ama benim onlarla bir alakam yok. En azından maddi açıdan” “Güzel isim koymuş babam” dedi Hicran hüzünlenerek. “Çocuklara güzel isim konması gerek, anlamı güzel isimler… Çünkü çocuk isminin anlamını taşır” Hicran isim konusuna takıntılıydı. Güzel isimler verilmesini isterdi çocuklara, saçma sapan manaları olan internette gördükleri isimleri koymalarını anlamsız bulurdu. İnsanların isimlerinin anlamını aldığına da emindi. Keza lisedeki müdür yardımcısının bir sözünü hatırladı. ‘Çocuklarınıza güzel isimler koyun, bakın şu çocuğa, ismini Mecnun koymuşlar. Sonra çocuk deli gibi olmuş, olur tabi efendim mecnun zaten deli demektir’ Hicran kelime manasıyla bir kimseden ya da bir yerden ayrılma, ayrılığın yol açtığı onulmaz acı demekti. Ne kadar saçma değil mi? İnsan neden evladına böyle bir isim koyar ki? Sadece güzel anıları olan birisi… Yani Hicran’ın annesi gibi birisi… Zamanında birine verilmiş bir söz kızına bu ismi vermesine sebep olmuştu. “Hicran ne demek?” dedi Levent ama korna sesiyle yol tarafına döndü. Hicran’ın birkaç saat önce ani frenini duyduğu cip geri gelmişti. Ve bu Levent’in arabasıydı. “Sanırım gitmen gerekiyor” dedi Hicran elimi uzatarak. Levent elini sıktı. Kısa ve öz bir vedalaşmadan sonra araca doğru yöneldi. Ama sonra gerisin geri döndü. Hızlıca banka oturdu. “Hicran belki sadece bir saattir tanışıyoruz. Ama sana bir teklifim var. Benim ailemi kandırmaya ihtiyacım var. Doğru duydun onları kandırmalıyım ki bu evlilik baskısından kurtulayım. Eğer sen benim sevgilim gibi davranırsan, yani dedem ikna olana kadar. Ev anneme kalır kalmaz ilişkimizi sonlandırabiliriz” dedi Levent hızlıca. Bu üstünde çok düşünülmeden edilmiş bir teklifti. Hatta Levent böyle bir şeyi teklif ederken hiç düşünmemişti bile. Pat diye söylemesiyle kızı da ürkütmüştü. Ne denli çaresiz olduğu buradan anlaşılmıştı. Kendisine sahte bir sevgili bulmakta görmüştü çareyi. Ama Hicran bunu kabul edecek gibi durmuyordu. Hatta Levent’in demeye çalıştığı şeyi tam kavrayamamıştı bile. “Nasıl yani?” dedi Hicran şaşırarak “Ne teklif ediyorsun bana? Delirdin sanırım?” Deminki sakin, güler yüzlü kız gitmiş yerine sinirli, asabi biri gelmişti. Ama gelmeliydi de. Bu manasız bir teklifti. Ve adam ağzından çıkanı duymuyordu. “Bak sadece birkaç aylığına, dedem zaten çok hasta. Doktorlar durumunun iyi olmadığını söylüyorlar. Sadece onları kandırabilecek bir ilişki arıyorum. Hem sende işsizmişsin. İstediğin parayı verebilirim. Her türlü masrafında bana ait olur” dedi Levent son bir umut ama Hicran yerinden kalkmıştı bile. Saygısızca bir hareketti, daha ne kadar olmuştu tanışalı. Hem Hicran ona neden güvenmeliydi ki? “Sen ne saçmalıyorsun?” dedi Hicran bağırarak. “Yemin ederim basarım çığlığı sapık var diye” Levent’in ağzından çıkanı kulağı duymuyordu belli ki. Sanki çok normal bir şey ister gibi söylüyordu. “Sen ne sandın beni? Senle iki dakika insan gibi muhabbet ettim diye sen beni ne sandın?” Hicran ardına bile bakmadan yürüdü. Rüzgârı karşısına alarak Levent’i ardında bıraktı. Böyle bir şeyi beklemiyordu. Adamın yaptığına mı kızıyordu yoksa kendisine mi bilmiyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD