Ateş'den
Şimdi… Aldığım kararı Dila’ya uygun bir dille anlatma zamanıydı.
Derin bir nefes aldım ve konuşmaya başladım.
“Dila, güzelim… Şimdi sana bir şey soracağım ama bil ki, istemezsen kabul etmek zorunda değilsin. Bu sadece benim düşüncem.
Eğer rızan varsa… Adar’la evlenmenizi isterim. Ama sakın sanma ki bu evlilik seni zorlamak için!
Biz, her zaman senin arkandayız. Bu evde sana kötü laf edecek bir Allah’ın kulu olmaz.
Okursun… Liseyi bitirir, üniversiteye gidersin. Hangi şehri istersen, Adar seni oraya götürür.
Ben sadece, burada herkesin sizi evli bilmesi… Kimsenin senin namusuna dil uzatamaması için böyle bir yol düşündüm.
Konakta da ayrı bir odan olur. Seni evliliğe mecbur etmiyorum.
Ben kardeşim olarak seni de Ahmet’i de korumak istiyorum.
Rızan var mı?”
Dila, gözlerime baktı.
“Gerçekten… Beni okutacak mısınız? Yani… Zorlamayacak mısınız?”
“Tabii ki okuyacaksın! Senin, Asya’dan da Adar’dan da hiçbir farkın olmayacak.
Üniversiteyi de okuyacaksın. Sana abi sözü!
Bana güveniyor musun?”
“Güveniyorum abi…” deyip boynuma atıldı.
Adar mı? O da kenarda melül melül bakıyor…
Bu iş tamam.
Şimdi sıra Adar’da. Ona da bir ayar verdim mi… Düğünü kurarız!
Adar’ı çektim bir köşeye, konuşmaya başladım:
“Adar… Senin Dila’ya olan ilginin, sevdanın farkındayım.
Ben senden, bu sevdaya sahip çıkmanı istiyorum.
Dila çok zorluk çekti. Babasından hep zorbalık gördü, bir gün olsun sevgi görmedi.
Şimdi… Dila da, Ahmet de bize emanet.
Onlara gözümüzden bile iyi bakmalıyız.
Dila’yı sakın zorlama kardeşim…
Yanında dur. İlgini, sevgini göster ama zamana bırak.
Eminim, Dila bir gün senin kalbini görecek.
Sen hep dimdik yanında dur.
Senden güç alsın… Sana güvenebilsin.”
Adar başını eğdi, gözleri parlıyordu.
“Abi… Biliyorsun işte… Anlamışsın…
Ben Dila’yı gerçekten çok seviyorum. O incinmesin, kırılmasın diye her şeyi yaparım.
O benim için çok kıymetli…Yeter ki yanımda olsun iyi olduğunu bileyim...”
Sırtına bir kez vurup gülümsedim:
Hadi şimdi kalkalım… Bütün Mardin’e duyuralım!
Kardeşimin düğünü var!
Düğün hazırlıkları başlamıştı.
Annem, ordan oraya koşturuyor, hazırlıkları neşeyle tamamlıyordu.
Asya, Adar ve Dila…
Dila’nın odası için ve gelinlik almak üzere alışverişe çıktılar.
Babaanem, Ahmet’i dizine yatırmış, masal anlatıyordu.
Babam ise çalışma odasında, düğüne davet edeceğimiz misafirlerin listesini hazırlıyor, haber salıyordu.
Ben mi?
Ben de o İsmet şerefsizine asla güvenmediğim için düğünde güvenliği en üst seviyeye çıkarmaya karar verdim.
Koruma ekibiyle tek tek görüşüp tedbirleri sıkılaştırıyordum.
*
*
*
Masal'dan
Kaç gündür Ahmet ve Dila okula gelmiyor.
Arkadaşlarına sordum, kimsenin bir şey bildiği yok. Aklımda bin türlü ihtimal… Dila’nın ne telefonu var, ne de ev adresini biliyorum. En iyisi, ders bitince köyden birine sorup evlerine gitmek.
Ders biter bitmez doğru köye gittim, sora sora Dila’nın evini buldum. Kapıyı babası açtı. Yüzü gözü darmadağın, öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Dila’yı sordum. Gözlerimin içine bile bakmadan patladı:
"Hep senin yüzünden! Kızımın aklını çeldin, babasına karşı gelmesine sebep oldun. Yetmedi, Ateş Ağa geldi, hem kızımı hem oğlumu zorla götürdü! Defol git buradan! Her şey senin başının altından çıktı!"
Sözleri boğazıma düğümlendi. Ne diyeceğimi bilemedim…
Bu Ateş Ağa da kim? Dila’yı ve Ahmet’i nereye götürdü? Ya onlara bir şey yaparlarsa… Allah’ım, ne yapacağım şimdi?
Lojmana doğru yürürken iki kadının konuşmalarına kulak misafiri oldum. Kadınlardan biri, "Ateş Ağa, Dila’yı Adar’a alacakmış… Bütün Mardin’e haber saldılar," dedi.
Beynime balyoz yemiş gibi oldum. Ne demek şimdi bu? Dila’yı zorla mı evlendirecekler? Asla! Buna asla izin vermem! Hem Dila’yı hem Ahmet’i kurtarmam lazım.
Eve döndüm. Düşünmeye başladım… Ama ne yapacağım? Bu Ateş Ağa kim? Evi nerede? Hakkında hiçbir şey bilmiyorum…
Sabah oldu, derse girdim ama aklım hâlâ Dila’daydı.
Öğrenciler kendi aralarında fısıldaşıyordu. Birinin söylediği cümle beynimde yankılandı:
"Ahmet’in ablasının bugün düğünü varmış. Annelerimiz de gidecekmiş. Çok güzel bir düğün kuracaklarmış…"
Allah’ım! Daha çocuk bu kız… Ne düğünü?
O derste ne anlattım, ne öğrettim hiçbir fikrim yok…
Akşam olunca kendimi tutamadım. Atladım arabaya, düştüm yollara. Sora sora Karahan Konağı’nı buldum.
Gerçekten de oldukça gösterişli, görkemli bir yerdi. Ama yabancı olduğum için dikkat çekmem kaçınılmazdı. O yüzden konağın çevresinde bir tur attım.
Tam vazgeçecekken bingo! Konağın arkasında eski bir kapı gözüme ilişti.
Tam içeri süzülmek üzereydim ki yerde eski bir kilit taşı buldum. Eğilip aldım… Neden aldığımı bilmiyorum. Belki de birileriyle karşılaşırsam kendimi korumak için…
Evin önünde kalabalık vardı.
Düğün havası… Davul zurna…
Ama benim içimde buz gibi bir sessizlik.
Eve girdim.
Odaları tek tek geçerken Dila’yı buldum.
Hazırlanmış, sessizce oturuyordu.
“Gel benimle,” dedim fısıltıyla.
Bana öyle bir baktı ki…
İçinde ne olduğunu anlamam imkânsızdı.
“Gel,” dedim tekrar.
Sanki o an kalkacak gibiydi…
Kapı açıldı.
Karşımızda — iri yarı kara bakışlı bi adam
Beni bir an gördü, gözleri kısıldı.
“Sen kimsin?” dedi.
Sesindeki o sertlik…
Yüzümdeki her kası gerdi.
“Dila’yı almaya geldim,” dedim.
Bir an durdu.
Bana doğru bir adım attı.
“ Sen de kimsin dedim sana?”
O an elimdeki kilit taşını sıktığımı fark ettim.
Hiç düşünmeden…
Tam arkasını dönmek üzereyken…
Taşı kaldırdım — ve ensesine indirdim.
Dönüp bana baktı.
Bir an göz göze geldik.
“Bayılmayacak mısın?” dedim nefes nefese.
Başını hafifçe yana eğdi,
“Cıkk…” diye bir ses çıkardı.
Sonra olduğu yere yığıldı.
Dila’ya döndüm.
“Koş!”
Ama o kıpırdamadı.
Yüzünde öyle bir ifade vardı ki…
Sanki ben yanlış bir şey yapmışım gibi.
*
*
*
Ateş'den
Düğün vakti gelip çatmıştı. Her şey yolunda gidiyordu.
Biraz etrafa göz gezdirmek için avluya çıktım. Konağın arka kapısına doğru yürürken, gözüme biri ilişti.
Bir kadın… Gizlice konağa girmiş, yukarı çıkıyor du.
Merak ettim.Peşine takıldım. Gizli gizli odaları kontrol etmeye başladı. Hırsız mıydı? Niyeti neydi?
Sonunda Dila’nın odasının kapısını açtı, içeri girip kapıyı kapattı.
Dila’ya zarar vereceğinden şüphelendim. Tereddütsüz kapıyı sertçe açtım.
Karşımda…
Beline kadar uzun, kumral saçlı…
165 boylarında, yabancı bir kadın duruyordu.
Kimdi bu? Gözlerimi kısıp sordum:
“Sen kimsin?”
Kahverengi gözlerini gözlerime dikip ters bir sesle,
“Dila’yı almaya geldim,” dedi.
Bir adım ileri attım.
“Tekrar soruyorum… Sen kimsin?” dedim.
Tam o an…
Arkamdan bir ses duydum.
Döner dönmez enseme bir acı saplandı.
Refleksle başımı çevirdim…
Meğerse elinde kilit taşı varmış...
O kahverengi gözlerini gözlerime dikti...
Dalga geçer gibi,
“Bayılmayacak mısın?” dedi.
“Cık…” diye homurdandım…
Sonra … Dünyam karardı.
İsmet için güvenliği artırırken…
Elinde kilit taşıyla ortaya çıkıp geceye bomba gibi düşecek bir kadının varlığından habersizdim.