Masal Erden
Ankara’dan Mardin’e uzanan uzun yolculuğumu sessizce tamamladım.
Bavulumda yalnızca eşyalarımı değil, yepyeni bir hayatın heyecanını da taşıyordum. Atandığım köy okulunun lojmanı, sade ama sıcak bir yuvaya dönüşmek üzere beni bekliyordu.
Kapısını ilk kez açarken, duvarların sessizliğine kendi nefesimi kattım. 1+1 lojman evi, bana yuva olacaktı. İlk iş olarak temizliğe koyuldum, eşyalarımı yerleştirdim, kitaplarımı dizdim, birkaç çiçekle odaya renk kattım. Burası artık benim evim, yeni hayatım olacaktı.
Ertesi sabah, okulun bahçesinde çocukların meraklı bakışlarıyla karşılaştım.
Küçük eller, heyecanlı sesler… Kendimi onlardan farksız hissettim; çünkü mesleğimde ilk günümdü ve hem heyecanlı hem de çok mutluydum.
O kalabalığın arasında bir çift göz dikkatimi çekti.
Bahçenin köşesinde duran, başını hafifçe eğmiş bir çocuk…
Sanki koşan, oynayan diğer çocuklardan biraz farklıydı.
Göz göze gelince bir an irkildi ama bakışlarını hemen kaçırmadı.
Yavaşça yanına yürüdüm.
“Merhaba,” dedim yumuşak bir sesle.
Küçük omuzları hafifçe kıpırdadı.
Başını kaldırdı, gözleri ürkek ama meraklıydı.
“Merhaba…” dedi neredeyse fısıltıyla.
Gülümsedim.
“Ben Masal öğretmenin.”
Bir an durdu, sonra başını hafifçe eğdi.
“Ben… Ahmet.”
“Memnun oldum, Ahmet.”
Elimi uzattım.
Bir an tereddüt etti ama sonra usulca elini avucuma bıraktı.
Tam o anda, bahçenin girişinde duran genç bir kız fark ettim.
Elini hırkasının cebine sokmuş, başı önünde…
Bizi uzaktan izliyordu.
Ahmet başını yana çevirip hafifçe mırıldandı:
“Bu… ablam… Dila.”
Bakışlarımı Dila’ya çevirdim.
“Merhaba, Dila,” dedim.
Dila başını hafifçe kaldırdı.
Bir an göz göze geldik…
Bakışlarında çekingenliğin, utangaçlığın ördüğü görünmez bir duvar vardı.
Sadece başını hafifçe salladı, dudakları zar zor kımıldadı:
“Merhaba…”
Ahmet hafifçe başını eğdi.
Dila ise olduğu yerden kıpırdamadı ama bakışlarını da kaçırmadı.
O sabah, bahçede sadece öğrencilerimi değil…
Belki de hayatıma sessizce dahil olacak iki kardeşi tanıdım.
Ahmet.Sessiz, ürkek ama dikkatle beni izleyen bir çocuktu. Yanında ablası Dila vardı. Dila, her sabah kardeşini okula getiriyor, ders bitene kadar bahçede bekliyor, sonra birlikte eve dönüyorlardı.
Günler böyle geçip giderken, onları her sabah görmeye alıştım.
Bir teneffüs vakti, cesaretimi topladım ve Dila’nın yanına yaklaştım.
Başlayan basit bir sohbet, hiç beklemediğim bir gerçeği önüme serdi.
Dila, ortaokuldan sonra okuldan ayrılmıştı.
“Babam istemedi,” dedi gözlerini yere indirerek.
Yüreğim burkuldu. O an anladım ki, öğretmenlik yalnızca sınıfta anlatılan derslerden ibaret değildi.
“Dila… Sana bir teklifim var,” dedim yumuşak bir sesle. “Her gün, yarım saat… Seninle ders çalışsak? Okula dönmesen bile… Belki bir gün istersen, açık liseden devam edebilmen için…”
Önce tereddüt etti. Ama bakışlarımda bir zorlama değil, samimi bir umut vardı.
Belki de ilk kez biri, onun yarım kalan hikâyesine el uzatıyordu.
İlk gün, Dila ürkek adımlarla yanıma geldi.
Bahçedeki banklardan birine oturduk. Elime birkaç defter, birkaç kalem aldım; ama asıl derdim, ona güven verebilmekti.
“Nasıl geçti sabahın?” diye sordum.
“İyi…” dedi, sesi neredeyse fısıltıydı.
Başladık.
Basit, dört işlemle…
Ama konu dört işlem değildi.
Konuşurken gözleri yavaş yavaş yerden kalktı. O gün ilk defa yüzüme bakarak cevap verdi.
Ertesi gün yine geldi.
Sonraki gün…
Bir hafta sonra artık bana “Hocam” diyordu.
Kardeşi Ahmet’in gözlerindeki çekingenlik de, ablasının yanında her geçen gün azaldı.
Benim de yüreğimde tarifsiz bir sevinç vardı. Çünkü biliyordum, bazen küçük bir umut, bir insanın yolunu değiştirebilirdi.
Bir akşamüstü, Dila yanımda defterine çalışırken aniden sordu:
“Hocam… Siz hiç vazgeçtiniz mi?”
Duraksadım.
Derin bir nefes aldım.
“Vazgeçmeyi düşündüğüm anlar oldu,” dedim dürüstçe. “Ama hep… bir yerlerde biri, bana inandığında… Kendime de inanmak kolaylaştı.”
O an gözlerinde hafif bir ışık gördüm.
Dila’nın hikâyesi belki zordu, ama ben de artık bu hikâyenin bir parçasıydım.
Ve biliyordum… Bir öğretmenin, bir kalbe dokunuşu — bazen bütün hayatı değiştirirdi.
O günden sonra, akşamüstleri Dila ile ders çalışmak bizim için bir alışkanlık hâline geldi.
Bahçedeki o eski banka birlikte nice defter, nice kelime, nice umut sığdırdık.
Harfler, rakamlar, formüller derken…
Bir sabah, Dila elinde ince bir kitapla geldi.
“Hocam, bunu okudum,” dedi utanarak.
Kitabın kapağında, belki de ilk kez kendi dünyasına açılan bir pencereyi bulmuş gibiydi.
O an kalbimde bir kıvılcım daha yandı.
Demek ki… bir öğretmenin küçük bir adımı, bir genç kızın geleceğine kapı aralayabilirdi.
Dila, zamanla derslerde daha da cesurlaştı.
Sorular sormaya, cevaplar vermeye…
Bir sabah, kardeşi Ahmet de yanımıza oturdu.
Dersler, sessizce başlayan bir umudun kıyısında, artık üç kişilik küçük bir masalın adı olmuştu.
Ve nihayet…
Bir gün Dila, gözleri yerde ama sesi kararlı bir şekilde, bana şöyle dedi:
“Hocam… Açık liseye kayıt olmak istiyorum.”
Bir an sustum.
Onun bu cesur cümlesi, kalbimde derin bir iz bıraktı.
“Peki…” dedim. “Bunu baban biliyor mu?”
Başını iki yana salladı.
“İzin vermez.”
O an kararımı verdim.
“Tamam o zaman,” dedim gülümseyerek. “Bunu birlikte yaparız.
Ama bu bizim sırrımız olacak… Sadece sen, ben… ve bir gün hayallerine kavuşacağın o gelecek.”
Gözleri büyüdü, şaşkınlıkla bana baktı.
Sonra hafifçe başını salladı.
Kayıt günü, Dila’yı sabah erkenden okulun bahçesinde karşıladım.
Ahmet’e o gün okulda kalması için oyunlu bir plan yaptık.
Dila ise, basit bir köy işi bahanesiyle evden çıktı.
Onu, eski arabamın yolcu koltuğuna oturturken, kalbi öyle hızlı çarpıyordu ki, ben bile heyecanlandım.
Yolda pek konuşmadık…
Ama gözleri, umutla doluydu.
Kayıt merkezine vardığımızda, Dila kimlik bilgilerini verirken elleri titriyordu.
Formu doldururken bana dönüp sordu:
“Hocam… Babam öğrenirse…?”
Elini hafifçe tuttum.
“Bir gün… öğrensin.
Ama o gün geldiğinde… gurur duysun.”
Dila başını eğdi, ama gözlerinden bir damla umut yere düştü.
O gün kaydı tamamladık.
Ve sınav günü geldiğinde…
Sabahın ilk ışıklarıyla yine arabada beraberdik.
Ona sabah kahvaltısı için bir simit ve sıcak çay almıştım.
Titreyen elleriyle çayı tutarken bana döndü:
“Bunu yapmamı sağladığınız için… teşekkür ederim, hocam.”
“Hayır, Dila… Bu, senin cesaretin.” dedim.
Ve gülümsedik.
O sabah…
Bir öğretmen ve bir öğrencinin arasında kurulan sessiz bir anlaşmayla, umut yola çıktı.
Ve biliyordum…
O yol, yalnızca sınav salonuna değil…
Dila’nın hiç başlamasına izin verilmeyen hayatına doğru açılıyordu.
Belki de o sabah, yalnızca bir sınav değil…
Bir ömrün sessiz mücadelesi başlıyordu.
Korkuların, yasakların, zincirlerin arasından sıyrılıp
Dila’nın kendine açtığı ilk kapıydı o yol.
Ve belki de hayat, o sabah
İlk kez Dila'nın gözlerinde kıpırdanan bir umutla başlıyordu.
Adımlarının titrek sesi, yıllardır susturulan bir kalbin haykırışı gibiydi.
Bir sınav kağıdına düşecek ilk kelime…
Belki de kaderine yazılacak ilk cümle olacaktı.