Keyifli Okumalar..
"Kız Zin, başınıza talih kuşu kondu. Zinar Ağanın oğlu Rezan Asudeyi çarşıda görmüş beğenmiş. Yarın bir ziyaretinize gelmek istiyorlar."
O an dünya başıma yıkıldı. Çarşıda görülmüştüm, hem de Zinar Ağa'nın oğlu Rezan tarafından. Ne yapacağımı bilemedim, ayaklarımın altındaki zemin kaymış gibiydi. Annem, bana doğru baktığında gözlerinde derin bir korku vardı. Çünkü biliyordu, bu durum babaannemin öfkesini üzerine çekecekti. Ve bu öfkenin ne kadar yıkıcı olabileceğini en iyi o bilirdi. O an babaannemin yüzündeki ifade değişti, gözlerinde öyle bir öfke vardı ki, tüm evi alevler içinde bırakacak gibiydi. Bir an durdu, derin bir nefes aldı, ama sonra bana doğru ilerlemeye başladı. Kalbim deli gibi atıyordu, kaçmak istedim ama ayaklarım yerden kalkmadı. Saçlarıma yapıştı; sanki tüm nefretini, kinini o an saçlarımda topluyordu. Parmağının her kıvrımı saçlarımın dibine kadar işledi. Canım öyle yandı ki, gözlerim karardı.
Beni çekiştirmeye başladığında, yerden sürüklendiğimi hissettim. Ayaklarım yere sürtünerek hareket ediyordu, ama bu çırpınışlarım onu daha da çıldırtmıştı. "Senin gibiler yüzünden başımız yere eğiliyor!" diye bağırdı. Sözleri zehirli bir hançer gibi kalbime saplandı.
Babaannemin saçlarımı çekiştirdiği o an, içimdeki korku, acıyla birlikte büyüyordu. “Ben bir şey yapmadım nene. Yemin ederim yapmadım,” diye yalvarıyordum. Ama nafile. Kulakları sağır, gözleri öfkeden kör olmuştu. Her kelimem, her çığlığım boşluğa savruluyordu. O an, çaresizlik tüm benliğimi ele geçirdi. Saçlarımın kökünden yayılan acı, sanki ruhumu parçalarcasına derinleşiyordu. Bir an, tüm umutlarım kırıldı; ne kadar direnirsem direneyim, onun bu öfkesine karşı koyamayacağımı anladım.
Babaannem, nefretle dolu bakışlarını üzerime dikti ve öfkeyle haykırdı, "O ahlaksız annen gibi mi olacaksın, ha? Onun gibi namussuz mu olacaksın?" Sesindeki kin ve öfke beni daha da küçültüyordu. Odamızın duvarlarına çarpan çığlıklarım yankılanıyordu, ama onun için sadece kendi sesinden ibaretti her şey. O an, tamamen savunmasızdım, yalnızdım. Karanlık odada, babaannemin elleri saçlarımda, dünyanın en küçük insanıydım.
Sonra, bir ses, karanlığı deldi. "Yeter!" Annemin sesi yankılandığında, babaannemin elleri saçlarımda durdu. Zübeyde nene bile yerinden zıplayarak, şaşkınlıkla bakakaldı. Başımı kaldırıp anneme baktım. Onun gözlerinde o ana kadar görmediğim bir kararlılık vardı. "Kızımı hemen şimdi bırak!" Annemin sesi sert, tehditkârdı. O an, annemin bu kadar cesur olabileceğini hayal bile edemezdim. Babaannem şaşırmıştı. Onun emir alacağı son kişiydi annem, ama annemin gözlerinde bir ateş vardı ki, babaannemi bile duraksattı.
Babaannem öfkeden deliye dönmüşçesine anneme doğru yürüdü, "Sen ne bok yemeye bana emir verirsin, yosma?" diye bağırdı. Ama annem dimdik durdu, gözleri korkusuz, sesi kararlıydı. O kadar güçlüydü ki ona hayran kaldım.
"Yıllarca sırf oğluna âşık olduğum için, yaptığım bir şey yüzünden beni ezdin, hor gördün. Ses etmedim. Büyüğümdür, dedim. Bende de vardır hata, dedim. Her hakaretini yuttum. Alışmış gibi yaptım. Ama yeter, Zin Hanım. Bana ne istersen yapabilirsin, ama evlatlarıma asla! Anladın mı?" Annemin sesi odayı doldurmuştu. Babaannem donup kaldı, şaşkındı; ben de öyleydim.
Annem bana yaklaşıp, beni yerden kaldırdı. Babaannemin çığlığı odayı doldurdu, "Şimdiden zapt etmezsem, senin gibi bir fahişe olacak bu da!"
Annemin sesi çelik gibi keskin bir şekilde karşılık verdi, "Ben fahişe değilim! Fahişe olan sizin kirli zihinleriniz. Çarpık düşünceleriniz." Annem, beni koruyacak bir kalkan gibi önümde duruyordu. Ona doğru yaklaşıp sarıldım. O da bana sımsıkı sarıldı.
Bu sefer, annemin hedefi Zübeyde nene oldu. "Git o Rezan mıdır nedir, ona söyle benim evlenecek kızım yok. Gitsin kendisine başka birini bulsun."
"Ana..." Hıçkırıklarım döküldü. Annem, benim kahramanım, koca yürekli, güçlü annem, o an benim için her şeydi. Onun kollarında, o korkunç odada, ilk defa güvende hissettim.
Annemin kollarında, onun gücüyle sarmalanmış haldeydim, ama kalbim hala korkuyla atıyordu. Babaannemin öfkesi odayı doldurmuştu, ama annemin kararlılığı o öfkeyi susturmuş gibiydi. Babaannem, bir an için ne yapacağını bilemeden durakladı. Gözleri, benim üzerimdeydi, ama artık eskisi kadar güçlü değildi. Annemin o beklenmedik tepkisi, onun kudretini sarsmıştı. Zübeyde nene, olup biteni sessizce izliyor, dudakları ince bir çizgi halinde sıkılmıştı.
Sonra babaannem, bana değil, anneme doğru bir adım attı. "Sen ne cüretle bana böyle konuşursun, ha? Evimde, benim karşımda!" diye hırladı, ama sesinde bir tereddüt vardı. Annem, geri adım atmadı, beni daha da sıkı tuttu, sanki beni bir daha bırakmayacakmış gibi.
"Bu evde, benim de sözüm geçer, Zin Hanım," dedi annem, gözlerini babaannemin gözlerinden ayırmadan. "Ama bugüne kadar sustum, sırf senin oğlunla aramda bir saygı kalsın diye. Ama artık yeter. Artık bana, bu çocuklara huzur vereceksin."
Babaannem, başını hafifçe sallayarak geri çekildi, sanki annemin bu kadar güçlü çıkışını hiç beklemiyormuş gibi. Zübeyde nene ise, olan biteni sindirmeye çalışarak, araya girdi. "Hadi Zin, bu kadar hiddet yetmez mi? Gel otur, bir soluklan. Asude'nin de kalbi kırılmasın, daha genç o," dedi, durumu yumuşatmaya çalışarak. Ama annem, Zübeyde neneye de aynı kararlılıkla döndü.
"Zübeyde teyze, ben kızımın hayatını kimseye peşkeş çekmem. İstemediği bir adamla evlenmesine müsaade etmem. Zamanı geldiğinde gönlü eğer ki birinde olursa onunla evlenecek." dedi. Sözleri, odadaki gerilimi daha da artırmıştı.
Zübeyde nene bir şey söylemeden başını salladı, anlayışla ya da çaresizlikle. Babaannem ise bir an için sessiz kaldı, sonra ise sert bir şekilde arkasını döndü ve odayı terk etti, arkasında sadece keskin bir nefret ve kırılmış bir gurur bırakarak.
Annemin kollarında, içimde hala titreten korkuyla, onun gücüne sığındım. Annem, beni yavaşça geri çekerek gözlerime baktı, bakışları hala yüzümdeydi. "Korkma kuzum," dedi, sesi şimdi daha yumuşaktı, ama hala güçlüydü. "Artık seni kimse üzemez."
O an, annemin yanımda olduğunu bilmek, bana tüm dünyadaki en büyük güveni verdi. Gözlerimdeki yaşları sildim ve onun yüzüne baktım. "Seni seviyorum, ana," dedim fısıldayarak. Annem de bana gülümsedi, gözlerinde aynı sevgi parlıyordu.
"Ben de seni, güzel kızım," dedi. Kollarının sıcaklığı, içimdeki tüm korkuyu silip süpürmüştü. Ne olursa olsun, annemin yanımda olduğu sürece, her şeyin üstesinden gelebileceğimi biliyordum.
Bir hafta sonra annem ile çarşıya çıktığımızda babaannem avludaydı. Bir hafta içinde her şey değişmişti. Babam olanları öğrendikten sonra aynı tepkiyi vermişti. Beni sırf zengin diye tanımadığım, sevmediğim adama vermeyecekti. Babaannem de bu sözleri yutmak zorunda kalmıştı. Çünkü oğlu da gelini de ilk kez ona böyle karşı geliyordu. O akşam babam bizi sofraya çağırdı. Yıllardır bizimle yemek yemek için diretse de annem onu hep annesinin yanına göndermişti. Tatsızlık çıkmasın diye yapmıştı. Babaannem bizi sofrada görünce kalktı gitti. Annem yufka yüreklim peşinden gidecekken babam onu durdurmuştu. "Zaman tanıyalım alışsın. Yoksa asla kabul etmeyecek bizi." demişti. Babaannem ilk günlerde bizimle yemek yemekten kaçınsa da üçüncü gün sofradan kalkmamış bizimle beraber yemek yemişti. O gün çok mutluydum. Babaannem bizi sevmese de ben onu seviyordum.
Çarşının kalabalığı içinde annemle birlikte yürürken içimde tatlı bir heyecan vardı. Son birkaç gündür hayatımızda köklü değişiklikler olmuştu, ama şu an annemle çarşıdaydım, babaannemin gözetimi altında olmadan özgürce dolaşıyordum. Annem, tarlada çalıştığı Zehra teyze ile konuşurken, ben de mağazadaki elbiselere göz gezdiriyordum. Rengârenk elbiseler raflarda sıralanmıştı; kumaşların yumuşaklığı, renklerin canlılığı beni büyülemişti.
Bakışlarım, en sevdiğim renkten biri olan yeşilin farklı tonlarına sahip bir elbiseye takılmıştı. Parlak ama aynı zamanda sade bir havası vardı. Rengi, doğanın huzurunu ve tazeliğini çağrıştırıyordu. Elbisenin zarif işlemeleri, onun hem şık hem de narin bir parça olduğunu gösteriyordu. Onu elime almayı düşündüğüm sırada arkamdan gelen bir sesle irkildim.
"Bence sana şu yeşil elbise çok yakışır."
Sesin sahibi bir adamdı. Hemen döndüm ve karşımda uzun boylu, yakışıklı sayılabilecek birini buldum. Gözleri, dikkatimi çeken yeşil elbiseyle aynı tonda parlıyordu. Gülümsüyordu; gülümsemesi samimi ve sıcak bir his uyandırıyordu. İlk bakışta, kibar ve nazik birine benziyordu. Kalbim hızla çarpmaya başladı, ama nedenini tam olarak bilmiyordum.
Adama bir an boyunca şaşkınlıkla baktım. Beklenmedik bir şekilde biri tarafından fark edilmek, hele ki bir yabancı tarafından, alışık olmadığım bir duyguydu. Ama onun bakışlarında bir tehdit yoktu, aksine, bakışları sanki beni anlamaya çalışıyormuş gibiydi.
"Teşekkür ederim," dedim, sesim neredeyse fısıltı halindeydi. Gözlerimi bir an onun gözlerinden kaçırıp tekrar yeşil elbiseye döndüm. Elbiseye dokunmak istedim ama tereddüt ettim. Bir yabancının önerisini dinlemek ne kadar doğruydu?
Adam, dikkatimi çektiğini fark etmişti. Sözlerine devam etti. "Gerçekten çok yakışır," dedi, sanki beni ikna etmeye çalışıyormuş gibiydi. "Bu renk senin ten rengini daha da ön plana çıkarır."
Kafam karışmıştı. Annem, arkamda hâlâ Zehra teyze ile konuşuyordu, ama onun varlığı bana bir güven veriyordu. Adamın niyetinde bir kötülük olsaydı, ya da bana yaklaşmak isteseydi annem hemen fark ederdi. Bu düşünceyle biraz rahatladım ve yeniden adama döndüm.
"Belki haklısınız," dedim, biraz daha cesaret toplayarak. Elbiseyi elime alıp aynaya doğru yöneldim. Adamın gözleri üzerimdeydi, ama bu bakışlar beni rahatsız etmiyordu. Aynaya baktığımda, gerçekten de yeşil elbisenin bana ne kadar yakıştığını fark ettim. Adam haklıydı; bu renk beni gerçekten daha canlı ve güzel göstermişti.
Sizce o adam kim? Ve Asude`ye tesadüfen mi yaklaştı? Fikirlerinizi merak ediyorum.