7

1446 Words
Geceler katran karasıydı. Ancak hangi karanlık böylesi aydınlık hissettirebilirdi ki? Sorum yanlıştı. Oradaki sözcük 'hangi' değil 'kim' olacaktı. Ve ben o kişinin kim olduğunu çok iyi biliyordum. Gecemi aydınlatan kişiyi... Daha adını sesli telaffuz etmediğim adam, hayatımda oldukça büyük bir yer kaplar olmuştu. İnsan hayret ediyordu doğrusu. Yüzünü dahi bilmediği birinin yollarını gözlüyordu. Dışarıda olduğum herhangi bir günde onu görsem tanımazdım. Hiç tanışamazdık, geçer giderdik birbirimizin yanından. Ancak ağzını açarsa... Aklıma harfi harfine kazınan sesini duysam tanıyabilirdim onu. Ya da belki onunla konuşmak için çabaladığım an hızlanan kalp atışlarımı duyarsam bir daha... Neydi kalbimi harekete geçiren? Aylar sonra biriyle konuşmak mı? Aylar sonra onunla konuşmak mı? O gecenin üzerinden iki gece daha geçmişti. Ve ben bu iki gecede hiç konuşmamıştım. Konuşamamıştım aslında. Eskisi gibi onu dinlemiş, kendimi yapacağım konuşmaya hazırlamıştım sadece. Oysa anlayışla karşılamıştı. Beni konuşmam için zorlamamış, kitap okuyup gitmişti. Ya çok anlayışlıydı ya da usta bir oyuncu. Asla karar veremiyor, vermekte istemiyordum. O kararı vermem demek birine daha güvenmem demekti. Ve ben kimseye güvenmek istemiyordum. "Hafsa?" Geldi. Aynı saatte, aynı yerde, kapının önünde. "Bugün nasılsın?" Burukça gülümserken ağzımı açtım, konuşmadan kapattım. Oysa ısrarcı oldu bu defa. "Umuyorum ki iyisin?" İkince denememde açtığım ağzımdan kendiliğinden döküldü o cümle. "Ölümü beklemekten hallice halim, buna iyi denirse..." "Hafsa!" dedi sitemle karışık. "Böyle cümleler yakışıyor mu hiç sana? Tam konuştuğuna seviniyorum, sonra öyle bir şey diyorsun ki sevincimi kursağımda bırakıyorsun. Ne olur konuşma böyle. Ölmek falan yok. Ölmeyeceksin sen. Aksine öyle bir yaşayacaksın ki iyi ki yaşamışım diyeceksin." Başımı iki yana salladım son dediğinin imkansızlığını vurgulamak istercesine. "Bana gerçekleşebilecek şeylerle gel. Bu gerçekleşmeyecek bir şey çünkü o cümleyi hiçbir zaman kurmayacağım." "Biliyor musun Hafsa? Sesin çok güzel." Bunun şu anki konumuzla ne alakası var Cemil Alp? Ben beklemediğim iltifatı karşısında kaşlarımı çatarken o cümlelerine devam etti. "Hani sabahın ilk saatleri tüm kuşlar belirli bir ahenk içinde ötmeye başlarlar ya... Hepsi birbirinden farklıdır ama günün o saati onlar için ayrılmış gibidir, bir araya gelirler. Sen o kuşların her birini içinde yaşatıyorsun sanki. Sesine kuşların güzelliği bulanmış gibi. İçten, cıvıl cıvıl, eşsiz..." "Bilmem, bilir misin sabahın ilk saatleri öten kuşlardan nefret eder insanlar?" Güldü soruma. Tamam, ettiği onca iltifatın üstüne cidden komik kaçmıştı sorum ama gerçek buydu. Ve ben artık hayallerde yaşamıyordum, gerçekliğin tam ortasındaydım. "Ben o insanlardan olmayan nadir kişilerdenim öyleyse," dedi gülüşü dindiğinde. "Kuşların sesinden nefret etmem. Aksine sabah namazını kıldıktan sonra oturur onları dinlerim, huzur verir bana." Sessiz kaldım yorumuna. Benden karşılık alamayacağını anladığında devam eden yine o oldu. "Göreceksin. Buradan çıktığında o cümleyi kuracaksın ve dediğim gerçekleşecek. Bunun için verdiğim sözün sonuna kadar arkasındayım, unuttum sanma. İstersen kaçıracağım seni buradan. Ondan önce senden tek bir şey yapmanı istiyorum. Kendini anlatmanı istiyorum. Bana değil, doktorlara. Madem buradaki insanlar gibi olmadığını düşünüyorsun, bunu neden doktorlara söylemiyorsun?" Bana söylediği şeyi unutmamıştı. Barış'ın Kavin'i kaçırdığı gibi, seni kaçırırım buradan demişti ve sözünü unutmamıştı. Ben istersem gerçekten yapacaktı. Ben bundan başka ne istiyordum ki? Hiçbir şey. Şimdilik bu isteğimden ona bahsetmedim ve sorduğu soruyu cevapladım. "İlk geldiğim zaman burada olsaydın bana bu soruyu sormazdın," dedim sesime bulaşan öfkeyle. Öfkem ona değil, beni dinlemeyen herkeseydi. Beni dinlemeden yargılayan, peşin hüküm veren ve burada kalmamı umursamayan herkeseydi. Dizlerimi kendime çekip sırtımı duvara yasladım, bugün kapının arkasında değildim, yanındaki duvarın önündeydim. "O zaman öyle çok söyledim, öyle çok haykırdım ki... Kimse duymadı beni. Kimse ne hissettiğimi de ne yaşadığımı da bilmek istemedi. Birkaç yüzeysel görüşle buraya tıktılar işte. Anlayacağın bir halta yaramadı boğazımı patlatmam, kimse umursamadı bile. Bu kadın ne diyor? Derdi neymiş? Sorunu neymiş? diye sormadılar. Bağırdığım için deli dediler, tıktılar beni bu odaya. Bağırarak bile sesimi duyuramadığım insanlarla ne konuşacaktım? Hiçbir şey. Bende onların istediğini yapmaya karar verdim. Yakıp yıktım, tıpkı onların gözündeki bir 'deli' gibi. Her halükarda burada tutuluyordum. En azından öfkemi dışa vurdum. Hepsine karşı olan öfkemi..." Ne güzeldi böyle özgürce, dilediğince biriyle konuşabilmek. Ah Alp nasıl daha önceden konuşmam için bana ısrar etmezsin ki? Pardon, etmiştin, ben dinlememiştim. Kederli bir nefes çekip, "Keşke," dedi. "Keşke buradaki ilk gününde yanında olsaydım... Ben seni dinlerdim. Dinletirdim, gerekirse gözlerine sokardım ama onların yaptığını yapmazdım sana." Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz çünkü o günler geride kaldı ve bir daha da gelmeyecek. "Biliyorsun ben sonradan geldim buraya işe. Geldiğimden beri yanındayım. Her gece. Aynı saatte, aynı yerde, kapının önündeyim. Ben onlar değilim. Bana bağır, sesini bana duyur. Onlar dinlemiyorsa ben dinleyeyim, anlayayım seni, olmaz mı?" Olmaz çünkü anlayamazsın. Benim yaşadığımı yaşamadın. Dilerim, hiç yaşamazsın. Buz gibi bir sesle, "Anlamazsın," dedim. O buna aldırmadan ısrar etti. "Anlarım. Ben sen konuşmazken bile seni duyuyordum Hafsa." "Duymakla anlamak aynı şey değil." "Haklısın, değil. Anlaşılmak için anlatmak gerekir çünkü. Gerekirse binlerce, yüzlerce kez herkese anlatman gerekir. Karşındaki anlayana kadar çabalaman gerekir." Sonra da tüm o çabaların boşa çıkar aman ne hoş! Tırnaklarımı pijamamın üzerinden dizlerime geçirdim hızla. "Yapmayacağım." Burnundan soluduğunu duydum önce. Daha sonrasında biraz yükselttiği sesiyle peşi sıra kurdu cümlelerini. "İyi, güzel, anlatma. Anlamayayım, kös kös oturalım burada böylece." Görmediğini bildiğim halde omuz silktim. Oysa biraz durup deminkinden daha sakin bir sesle konuşmasını sürdürdü. "Tamam hadi kapattım konuyu. Madem istemiyorsun anlatmak, biz de başka şeylerden bahsederiz bu gece. Merak ettiğin bir şey var mı? Benim anlatmamı istediğin herhangi bir şey?" "Kardeşin," dedim aklıma gelen ilk şeyi dolandırmadan. Anlatmak ve anlaşılmak konusunu şimdilik kapattığı için fazlasıyla hoşnuttum. "O nasıl?" "Can'ım..." Anında duruldu sesi, iç çekti. Gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. Ailesi, kardeşleri denince gerçekten bambaşka biri oluyordu. Daha sevgi dolu, merhametli... "İyi olmaya çalışıyor. Şu anlık kötüye giden bir durum yok şükür. Doktorlar durumunun iyiye gittiğini söylüyor. Kemoterapilerden olumlu sonuç alıyorlarmış. Bir yandan da ilik nakli için adını yazdırdılar listeye. Adı, tedavi olumlu ilerlediği için aşağılarda ama nakle kadar bu şekilde dayanabileceğini söylüyor doktoru. Hiçbir şey kesin değil tabii. Bekliyoruz işte. Bakalım hayırlı haberlerini alacağız inşallah." "Sevindim." "Ben de kardeşimi merak edip sorduğun için sevindim." Benim aksime onun sevinci sesine yansımıştı. Ben konuşuyordum ama çok değil. Özel değil, yüzeysel konuşuyordum. Aramızdaki diyalogların yüzde doksanı ona aitse yüzde onu bana ait oluyordu. Şimdilik böyleydik. Kim bilir ileride değişirdik, yüzde doksan konuşan ben olurdum. Sonuçta en büyük engeli aşmış, aramızdaki duvarı sesimle yıkmıştım. "Kim olsa sorardım," dedim kendini özel hissettiği birkaç saniyeyi çalarak. "Çocuklar konusunda hassasım." Derin bir iç çekti. Sana ne çok iç çektiriyordum değil mi Cemil Alp? "Tahmin edebiliyorum." "Edersin tabii," dedim alaylı gülüşüm dudaklarıma sinerken. "Hayat hikayemi ah zavallı vah zavallı diyerek anlatmışlardır sana burada." "Hayır," dedi beni şaşırtarak. Gerçekten bilmiyor muydu hayatımı? Burada oluş nedenimi? "Öyle bir şey olmadı. Dosyanda sadece adına baktım. Neden burada olduğuna, neler yaşadığına bakmadım, okumadım. Söyleyenleri da dinlemedim. Ben senden duymak istedim Hafsa. Ne yaşadığını senin ağzından çıkacak cümlelerle öğrenmek istedim. Çünkü biliyordum bir gün benimle konuşacağını." Bilmiyordun, hissediyordun. Ama senin lügatında hissetmekte bilmektir öyle değil mi Cemil Alp? Başımı iki yana sallayıp oyununu bozdum. "Ya hiç konuşmasaydım?" "Bu ihtimali hiç düşünmedim." "Çok hayalperestsin." "Belki. Ancak hayallerim olmasa hayata pozitif bakamam diye düşünüyorum. O yüzden böyle olmaktan şikayetçi değilim." "Benim hayallerim yok," dedim direkt. Neden dediğimi bile bilmeyerek. Ama doğruydu. Uzun süredir hayallerim yoktu. Bu yüzden hayatın hiçbir kıyısına olumlu bakmıyorum, bakamıyorum. Keskinliğimi yumuşatmayı umarak konuştu. "Olmaması, olmayacağı anlamına gelmez." Yine yapıyordu. Sürekli geleceğe dair umut vadeden, bana ümit veren cümleler kuruyordu. Bundan sıkılmıştım artık. Anlamalıydı ki benim bundan iyiye giden bir geleceğim olmayacaktı. Benim bir geleceğim dahi olmayacaktı ki. Tek bir şey... Tek bir şey vardı yapacağım, ondan sonra her şey bitecekti. O farkında değildi ama şu an bir ölüyle konuşuyordu. Mezarımdan sesleniyordum ben ona. Onun farkında olmadığı ya da fakında olup da görmezden geldiği en büyük engelimiz buydu. Benim ölü olmam, ruhen. "Ümit verme bana," dedim, derken sesim yükseldi. Bilerek yaptığım bir şey değildi. Birilerinin duyup duymamasını umursamıyordum. "Benimle gelecekle ilgili olumlu konuşma, pozitif bakışlarından bahsetme. Bunu istemiyorum." "Olanı söylüyo..." "Söyleme!" İstemsizce yükselerek aramıza buzdan bir duvar ördüm. Yine. "Artık gitsen iyi olacak." Ben ısrar etmesini bekledim fakat o beni şaşırtarak dediğimi hemen kabullendi. Tek bir söz söyledi. "Eyvallah." Eyvallah sözcüğü birçok anama gelirdi. Ne anlama geldiğini kişinin ses tonundan anlardın. Ben de anlamıştım. Onun eyvallahı boğazında bir yumru olarak çıkmıştı ağzından. Onu kırmıştım. Belki de onu gereğinden fazla kırmıştım. Ondandı bülbül gibi şakıyan sesinin içine kaçma sebebi... Bunu düşünmek müthiş bir vicdan azabını gönlüme eklerken yüzümü buruşturarak başımı iki yana salladım. Neden böyleydim? İnsanları kırmaktan korkan ben ne ara onları tek cümlesiyle paramparça eder olmuştu? Kapının ardındaki hareketi duydum. Ayağa kalkmış olmalıydı. Gidecekti ve bu ilk kez ben istediğim için olacaktı. Onu böyle göndermeye içim razı gelmedi. Gözlerimi yumdum, içimden geçeni söyledim birden. "Yarın her zaman okuduğun kitaplardan birini alıp gel. Kitap okurken daha katlanılabilir biri oluyorsun." Eh, fena sayılmazdım. En azından onu güldürmüştüm. Gülümsedi, yüzünde bunun nasıl göründüğünü düşündüm. "Tamam, öyle yaparım, kitap kurdu." Kitap kurdu. Taktığı lakap hoşuma gitmişti. Onun gibi ben de güldüm. Ve bu aylar sonra yüzümde filizlenen ilk ve en sahici gülüş olarak hayatıma kazındı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD