Tüm hayatı sadece bir akşamda tepe taklak oldu sanki Doruk'un. İpin ucunu nerde kaçırdı onu da bilmiyorda ya gerçi. Her zaman dikkatli her zaman atik ve her zaman tetikte bir askerdi ama üzerine oynanan oyunu görememişti işte.
Sorgusu tamamlanınca nakil aracına bindirildi Doruk o kısacık Güneş ışığıyla hasbihal öyle iyi geldi ki ona istemsiz tebessüm etti. Ardından yine bir kelepçe yine asık suratlar...
Cezaevi kapısından içeri adım attığında Doruk’un gözleri ilk defa bu kadar karanlığı seçemedi.
Dışarıdaki kalabalık, yargı, medya… hepsi artık kapının dışındaydı.
Burada ise sadece pas kokusu, rutubet ve yankılanan metal sesleri vardı.
Gardiyan "Koğuş C3" dedi.
Kapı açıldı. İçeride 7 kişi. Kimi uykuda gibi yapıyor, kimi açıkça süzüyor Doruk'u.
Birisi fısıldadı:
"Bak bak... Vatan haini geldi."
İçinde bir şeyler kıpırdansa da hiçbir tepki vermedi. Yatağına yürüdü.
Gece boyunca kimseyle konuşmadı. Sadece avuçlarının içini sıktı, parmak eklemleri bembeyaz olana kadar.
O gece sabaha kadar defalarca laf atıldı, tahrik edilmeye çalışıldı ama kapattı kulaklarını Doruk. Hepsiyle uğraşacak gücü vardı ama isteği yoktu.
İkinci gün sabah saatlerinde artık herkes daha zinde ve daha haklı, Öyle ya bir vatan hainine haddi bildirilmi değil mi.. Önce kahvaltıya çağrılmadı Doruk ardından tuvaletleri temizlemesi istendi. Asla itiraz etmeden yaptı istenenleri, şurada kalacağı geçici sürede kimseyle dalaşmayacak kimseyi haklı çıkarmayacaktı. Ama ne denir trafik kazası yapmamak için senin kurallara uyman yetmez karşıdakinin de kurallara uyması gerekir..
Ağır tahrikler den sonuç alamayan bir müebbetlik kendince misyon edindiği koğuş ağalığıın hakkını vermek ister gibi omuz attı Doruk'a.
Baktı adam Doruk'tan ses yok ilerledi yanına.
"Kolla lan bu gece götünü, seni gebermek farz oldu."
Anladı Doruk onu buradan sağ çıkarmayacaklar. O da tecrübelerinden yola çıkarak ilk hamleyi yapan olmak istedi ve kendisini tehdit eden adamın suratına sağlam bir yumruk geçirdi.. Bu hamleyi beklemeyen adam neye uğradığını bilemedi ama ilk saldıran Doruk olunca diğerleri de bir anda çullandılar üzerine. Kondisyonlu bir askerle yaşını başını almış heriflerin kapışamayacağı elbet ortada ama bir şekilde sesin gardiyanlara gitmesi lazım..
Gitti de..
İçerideki arbedeyi gören gardiyanlar hemen kapıyı açıp müdahale etti.
"Tek bir kavganı daha olursa hepiniz hücreye gidersiniz ona göre."
Bu uyarıyla ayrıldı taraflar ta ki akşam olana kadar. Akşam kapı yeniden açıldı. Bir gardiyan.
“Doruk Erguvan. Hücreye alındın. Disiplin ihlali gerekçesiyle."
Doruk istediğini almanın rahatlığıyla adımladı zira içeride onun haberlerini döndüğü kanallarda son ses açılmış halde yayın dinletiliyordu Doruk'a.
Cezaevi yönetimi ise Doruk’un linç edilmesinden korktuğu için böyle bir hamle yapmıştı. Dertleri onu korumak değildi elbette sessizce harcanmasın diye hücreye attı. Hücrede saat yoktu. Gün geceye karışıyor, zaman dağılırken Doruk bir duvarı işaretledi:
"Ölme Doruk ölme, aklanmadan olmaz."
Doruk 2 hafta boyunca o hücrede tutuldu. Leş gibi, kir, pas, mikrop ve ölmeyecek kadar yemek verilerek. Bu sürede sadece bir kere avukatıyla konuştu. Ve artık yarın mahkemesi olduğu için bugün banyo yapmasına izin verildi...
İki hafta sonrasında Doruk yine mahkeme salonuna girmeden öfkeli kalabalığın hışmından güçlükle kurtularak girdi içeri. Aynı hakaretler aynı kaldırılması güç iftiralar.. Jandarma etten duvar örerek içeri soktu onu. Salona geçtiğinde Dicle'yle göz göze geldi, gülümsedi genç kadın güç vermek ister gibi ama fark etmişti işte epey kilo vermişti Doruk...
Salon ağzına kadar doluydu. Gazeteciler, aileler, kameralar, askerî personel…
Kürsüde Dicle Meteoğlu.
Elinde çalışılmış dosyası, sesinde çatallaşmış öfke. Ama gözleri pırıl pırıl. Mahkeme başkanı duruşmayı açtıktan ve Doruk'tan yemin aldıktan sonra sordu.
"48 askerin şehit edilmesi ve vatana ihanetle suçlanıyorsun, bir şey söyleyecek misin?"
Derin bir nefes aldı Doruk, burası son şansıydı..
“Sayın Hakim, ben ömrümü bu ülkeye adadım. Ailemden, hayatımdan vazgeçtim; tek bir gün bile hain olmadım. Şimdi önümde duran dosyada ben bir vatan hainiyim. Eğer vatan haini böyle oluyorsa, bu vatana canını veren onca insan ne diye anılır bilemem. Ben tek bir şey istiyorum… Gerçeğin bulunmasını. Benim değil, bu oyunu kuranların yargılanmasını. Ben bir askerim. Hayatım boyunca, bana emanet edilen her görevi sonuna kadar yerine getirdim. O gece dahil.
Bugün burada karşınızda duruyorsam, bu bir suçun değil, bir kumpasın sonucudur.
48 can… 48 şehit.
Bu sayı bir yürekten çok daha fazlasını parçalar. Ama ben o kaybın sorumlusu değilim. O insanların kanı benim ellerimde değil.
O gece karargahta bulundum. Ama verilen emirleri sorgulamadan, zincirin son halkası olarak. Karargaha saldırı yapılırken bana ne diyemem, kaçamam. Kaçanlar keyif çatıyor ben ise buradayım.
Soruyorum size:
Bir asker, emre itaat etmedi diye mi suçlanır, yoksa emri veren ortada yokken günah keçisi ilan edildiği için mi?
Sadece hayatımı değil, onurumu da alıyor bu suçlama.
Ama ben yine de bağırmayacağım. Çünkü ben suçsuzum. Gerçek ortaya çıkana kadar da ölmeyeceğim.
Ve sizden sadece adalet istiyorum. Kimseden değil; sadece adaletten korkan biri olarak. Söyleyeceklerim bu kadar yüce adalete güveniyorum."
Hâkim Doruk'u dinledikten sonra bir süre sessiz kalır ardından savcıya döner.
"İddia makamının söylemek istediği bir şey var mı?"
“Sayın Hakim, sanığın sözleri acındırmaya yönelik beyanlardan ibarettir. Deliller ortadadır; kamu güvenliğini tehlikeye atan bir subayın cezasız kalması, şehitlerimizin kemiklerini sızlatır. Bu davada başka bir yorum yapılması mümkün değildir.
Olay gecesi yapılan telefon görüşmeleri, Doruk Erguvan’ın görev alanındaki güvenlik kameralarının devre dışı bırakılması,
Sahte plaka taşıyan araçların içeri alınması... Bunların hepsi koordinasyon isteyen eylemlerdir.
Ve tam 48 askerimiz, bu zaafiyetin ortasında pusuya düşürülerek şehit edilmiştir.
Yüzbaşı Doruk Erguvan, bu olayın başındaki sorumlu kişidir.
“Emre itaat ettim” demek, onu suçtan kurtarmaz.
Askerin görevi sadece emir değil, vatanı korumaktır.
Bu ülkede her hain, vatanperver kisvesiyle sahneye çıkar. Biz bu mahkemeden adalet istiyoruz; acımayı değil.
Talebimiz bellidir:
Türk Ceza Kanunu 302. maddesinin uygulanmasını talep ediyoruz."
Savcının sözleri keskin bir kılıç oldu da kesti sanki Doruk'un bütün inancını... Hâkim savcıyı dinledikten sonra bu defa Dicle'ye döndü.
"Buyrun avukat hanım söz savunmanın"
“Sayın Hakim ve yüce mahkeme,
Öncelikle belirtmek isterim ki, bu dava sadece bir askerin suçlu olup olmaması meselesi değildir. Bu dava, adaletin sınandığı, vicdanların tartıldığı ve bir insanın hayatının karara bağlandığı en kritik anlardan biridir.
Yüzbaşı Doruk Erguvan, görev yaptığı süre boyunca ülkesine olan bağlılığıyla tanınan, sorumluluklarını en ağır şartlarda bile eksiksiz yerine getiren bir asker olmuştur. Bugün karşınızda duran kişi, tüm kamuoyu baskısına ve ortaya konan delillere rağmen, hakkında yöneltilen suçlamaları kesinlikle reddetmektedir.
Delillerin çoğu, olayları sorgulamadan ve eksik bilgiyle oluşturulmuştur. Sahte plakalı araç, şüpheli para ve bozuk kamera kayıtları... Bunların hiçbiri doğrudan Doruk Erguvan’ın suçluluğunu kanıtlamamaktadır. Aksine, bu delillerin çoğu komplonun ve karargah içinde düzenlenen bir tuzağın işaretleridir.
Müvekkilim, o gece karargahta belirli saatlerde nerede olduğunu, hangi işleri yaptığını net bir şekilde ifade etmiş, hiç kimsenin ona doğrudan ulaşamadığını anlatmıştır. Üstelik, onun aleyhine kullanılan bir isim bile bu dosyada, onun iradesi dışında hareket ettiğini gösteriyor.
Sayın hakimler, askeri disiplin ve hiyerarşi içinde, bir bireyin tek başına böyle bir planı organize etmesi, uygulaması ve üstünü örtmesi mümkün değildir. Bu noktada, dikkatlerin soruşturmanın kapsamını genişleterek diğer şüphelilere yönlendirilmesini talep ediyorum.
Müvekkilim Doruk Erguvan’ın hayatı, itibarı ve onuru bu mahkemenin vereceği kararlarla şekillenecek. O, ailesinin, meslektaşlarının ve devletinin güvenini taşımış biridir. Bugün bu mahkemenin önünde, onun suçlu olduğuna dair somut, kesin ve tarafsız deliller yoktur.
Bu salonun en önünde oturan insanlar, ülkenin geleceği için canını ortaya koyan evlatlarını ya toprağa verdiler ya cephede bıraktılar. Ben de bir asker ablasıyım. Ve bugün burada savunduğum kişi, kardeşim olsa bu kadar savunurdum!
Eğer bu dosya bile birini mahkûm etmeye yeterliyse, yarın bu salondaki herkes hapse girebilir.
Sizin kararınız sadece bu gencin hayatını değil, bu ülkenin adalete olan inancını da belirleyecek.
Biz adalet istiyoruz. Bir hainin değil, bir askerin mahkemesidir bu.
Ve eğer adalet hâlâ bir gün herkes için varsa… O gün bugündür!
Adaletin terazisi, sadece kamuoyunun beklentisiyle değil, gerçek delillerle dengelenmelidir. Müvekkilimin serbest bırakılmasını, hakkındaki suçlamaların düşürülmesini talep ediyorum."
Salonda bir uğultu. Dicle'nin sözleri bazılarını sarssa da bazıları zaten kararını vermişti.
Doruk gözünü hiç kaçırmadan Dicle’ye baktı.
Onu ilk defa birileri gerçekten savunuyordu.
Hakim hem savunmayı hem savcılık makamını dikkatle dinledi. Dosyaya son kez baktı. Karşısındaki adamın suçlu olduğunu gösteren deliller netti... Üstelik hem medya hem halk çıldırmış gibi saldırıyordu Doruk'a.. Salonda nefesler tutulmuştu. Doruk’un kalbi, göğsünde bir mahkeme tokmağı gibi çarpıyordu dışardan ne kadar soğuk kanlı görünse de..
Ve karar için konuşmaya başladı..
“Sanık Yüzbaşı Doruk Erguvan hakkında…
İsnat edilen suçların aksi her hangi bir delille ispatlanamadığı ve kamu güvenliği ayrıca yüksek şehit sayısı göz önünde bulundurularak suçu sabit görüldüğünden... Türk Ceza Kanunu’nun 302. maddesi gereği
AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASIYLA CEZALANDIRILMASINA,
Ceza süresini çekmek üzere Yüksek Güvenlikli Cezaevi’ne sevkine temyiz yolu açık olmak şartıyla karar verilmiştir.”