Aziz bir büyünün etkisine kapılmış, eskilere dalıp gitmiş, dalgın dalgın yürüyor. Bir an silkelenip nereye gittiğini anlamak için başını kaldırıyor. Evlerine birkaç metre kala duraklıyor ama,içgüdüsel. Annesi onunla konuştuğunu görmesin diye kendine siper aldığı eski duvarın önünde. Ne kadar hafızasını zorlasa da o kadar küçükken neler konuştuklarını hatırlamıyor, aklına kazınan en güçlü anımsama hep burada buluştuktan sonra koşa koşa kasabanın dışındaki ağaçlıkta oynamaya gitmeleri. Birkaç adım daha atınca halasının evinin önüne varıyor. Aralarında zaten bir iki ev var. Eğer o geldiyse bu evde olmalı. Yüreğine çöken sıcaklık belki de bunun habercisi. Olabilir mi? Yıllardır neredeydi? Bildiği kadarıyla ailesinden kimsesi yoktu, elim bir kazadan tek kurtulan İclal'di. Tuhaf o kazanın da nasıl olduğunu şu güne dek merak edip hiç sormamıştı halasına. Ve halasının İclal ile bağlantısı neydi? Sanki İclal'in gidişiyle her şey bir yana bırakılmış, herkes kendi yaşam derdine düşmüştü. Oysa şimdi delice ne olduğunu bilmek istiyor.
O kadar kendini kaptırmıştı ki düşüncelere evlerinin dış kapısına çarpacaktı neredeyse. Yüzü kapıya sıfır durdu. Yüksek, iki ağır kanatlı kapıyı güçlü bir şekilde itiyor. Ahşap eski kapı biraz inleyerek açılıyor. Geniş taşlığa adım atıyor. Burnuna beyaz sabun kokusu geliyor. Annesi titizdi, yeni yıkamış olmalı. Ve geniş bahçeye ulaşıyor. Görünürde kimse yok. Tatlı akşam sıcaklığında evin önündeki tahta masaya sessizce oturuyor. Dirseklerini masaya, bir elini de başına dayıyor. Derin düşünceler henüz yoğunluğunu kaybetmiyor. Bahçe duvarını çevreleyen ağaçların ufacık bir aralığından halasının kırmızı çatısını görebiliyor, gözleri takılıp kalıyor.
- Hiç hayra alamet değil bu sessizlik! Cümlesiyle Aziz sıçrıyor yerinden ve annesinin sorgulayan bakışlarına hapsoluyor bir an, sonra:
- Ne var ki?! diye geçiştirmeye çalışsa da kadını kolay kolay atlatamaycağının farkında.
-Ortalığı birbirine katardın açım, ne yemek var diye. Neyin var bakayım senin?!
- Hiiiç! Yoruldum herhalde.
- Doğru, tembel tembel gezmek de zor iş.
Aziz kestirip atmak için sabırsız:
- Ne olabilir ki bu küçük kasabada, sıkıldım.
- Haaa şu eski şarkı! Geçer geçer! Ev bark kurup sorumluluk aldın mı hiçbir sıkıntın kalmaz.
Ama kadın farklılığın farkında, sadece üzerine gidip aksi tepki almak istemiyor. Günlük normal hayatın seyrinde gibi devam ediyor:
- Açsındır sen, hadi bir yıkan da yemeğimizi yiyelim. Ağabeyin arkadaşlarıyla buluşacakmış, biz yiyelim.
Aziz sanki kendini duymuyor gibi, dalmış gitmiş yine. Şüphelerini arttıran başka bir işaret daha. Bir süre hiç sesini çıkarmadan yanında oturdu, bakalım kendini ne vakit fark edecek?! Biraz bekliyor ve dayanamayıp patlıyor çünkü oğlunun nereye doğru baktığını anlıyor:
- Ne var?! Yoksa o kadın yine karşına çıkıp sana bir şeyler mi yumurtladı?
Aziz olduğu yerde şöyle bir sallanıyor, ardından hemen kendini topluyor:
- Hangi kadın?!
- Kim olacak? Hâlâ dediğin kadın!
- Vallahi kaç gündür görmüyorum.
- Onu korumaya çalıştığını bilirim!
Kadın oğlundaki tuhaf halin devam ettiğini görünce bu halin sebebi başka diye düşündü. Yoksa bu konuyu açtığında kendini yumuşatmak için sarılıp yanaklarından öperdi oğlu ve ardından kıskanıyor musun diye sorardı. Bu işte başka bir iş var. Yoksa, yoksa bu deli oğlan aşık mı oldu?
- Bak bakayım bana, Mecnun gibisin, yoksa aşık mısın?! Kim bu kız? Bak gavurlardan olmasın, istemem! Sana ben bulacağım, en güzelini, en beceriklisini!....
Durup baktı, oğlan kendini duymuyor bile. İçten içe endişesi artıyor. Aziz'i olduğu yerde kolundan tutup silkeliyor:
- Oğlum nerdesin sen?! Kalk git, yıkan, sofrayı hazırlayayım.
Aziz bu sarsılmayla kendine az buçuk geliyor. Annesi mutfağa giderken:
- Hava pek güzel, bahçede yiyelim mı? diye sorunca:
- Olur olur! yanıtını veriyor. Bahçenin arka tarafın geçiyor. Sıcak zamanlarda kullandıkları yana. Eve girmek istemiyor nedense. Kuyudan çektiği soğuk suyu başından aşağı boca ediyor, hem de üstündekileri çıkarmadan. Birkaç defanın ardından eski canlılığı geri geliyor. Kıyafetlerini çıkarıp ipe asılı bir peştemalı beline sarıyor. Temiz kıyafetler için mecburen eve giriyor ve yine annesi:
- Anaaa soğuk su için daha erken değil mi? derken şaşkın. Benim oğlan kesin birine tutuldu diye geçiyor içinden. O önünde ardında dolanan Anaya olmasın da! Kız iyice yüzsüzlüğü ele almıştı ve tüm kasaba bunun farkında. Elindeki tepsiyi aceleyle bırakıp tahta masaya parmaklarıyla vuruyor:
-Allah yazdıysa bozsun! Sen koru yarabbi! Şimdi kıza da hak vermiyor değilim. Aslan gibi boylu poslu oğlum. Ama o kız eksik kalsın!
-Anne kendi kendine mi konuşmaya başladın?
-Yooo! Allahım hayırlısını ver diyorum.
- Neyin hayırlısı?!
-Gelinin tabii.
Aziz devamını getirmiyor, akşam akşam annesiyle papaz olmak istemiyor, geçiştiriyor:
- Haydi yemeğimizi yiyelim.
Karşılıklı masaya oturuyorlar, Aziz arada yine o kırmızı çatının parçasına bakıyor arada. Annesi durmadan bir şeyler anlatıyor:
- Kasabada herkesin ağzında, isimlerimizi değiştireceklermiş.
Aziz yine çok uzaklarda.
- Tüm mallarımıza el koyacaklarmış.
Oğlu yine duymuyor.
-Bir kısım aileler anavatana gidiyor.
Yine bir cevap alamayınca:
- Ulen sen beni dinlemiyor musun? diye bağırıyor.
- Dinliyorum anne.
- Senin bu vurdumduymazlığın beni öldürecek.
- Sadece söylenti. Az bekleyelim ve görelim. O zaman ne yapacağımızı düşünürüz.
Bir ara hiç konuşmuyorlar. Kadın yine dayanamıyor:
-Sen neden durmadan halanın o yana bakıyorsun?
- Sana öyle gelmiştir.
- Yok yok! Öyle geldiği falan yok! Gözün hep orada.
Aziz ne diyeceğini bilemeden susuyor, annesi sorgucu gibi karşısında bekliyor. Bir an içinden annesine İclal'i sormak geçiyor. Öfkeleneceğini biliyor ama duramıyor:
- Anne, hani babam öldüğünde halamda kalan bir kız vardı.
- İclal! Adı batsın! Ne olmuş ona? Nereden aklına geldi şimdi?
-Hiçç merak ettim, bizimle akraba mı?
-Allah korusun! Değil! Halan olacak kadının bir arkadaşının kızı da şimdi durup dururken nerden aklına esti.
-Öylesine aklıma geldi.
Eğer bugün gördüğü kız İclal ise, annesi er geç yarın bunu öğrenirdi ve ondan sonra olacakları düşünmek bile istemiyordu. Birden görünmeyen bir el kendisini dürtüyor:
- Anne ben biraz çıkıp dolaşayım.
-Daha yeni geldin ya.
- Meydandaki kahveye bir gideyim, hem ne olup bittiğini öğrenirim.
Kadın işkillenmiş ama, itiraz etmiyor:
- E hadi bir git bakalım ama geç kalma.
- Kalmam.
O hiç nedensiz dürtüyle, sebepsiz bir heyecanl kendini dışarıya atıyor Aziz. Asıl derdi başka, İclal'i görmek. Yavaş adımlarla ilerlerken gözleri halasının aydınlık bahçesini görebilme hevesinde. Bahçenin alçak duvarından içeriye bakıyor. Ve onu görüyor. İclal halasıyla konuşuyor. Durgun, düşünceli. Tam önlerinden geçerken Aziz hep yaptığı gibi halasına sesleniyor:
- İyi akşamlar.
Kadın hemen fark ediyor onu:
-Gelsene, bak kim var burada?! İclal!
Aziz mutluluğu hissetti, yanılmamıştı, oydu. Kız kendine iri, buğulu gözlerini çevirdiğinde yaşamı tüm damarlarında hissetti:
- Hoşgeldin İclal!
Dahasını getiremedi, boğazı düğüm düğüm. Kız biraz mahçup:
- Hoş bulduk.
- Gelsene oğlum! diyen halasına:
- Uğrarım bir ara, dedi. Yoluna devam ederken halasının sesi kulağında:
-Anası olacak cadıdan çekiniyor, iyidir benim oğlum.
Uzaklaştıkça ses yok oldu. Hâlâ heyecandan her yeri tiriyor. Yoksa geçip otururdu biraz, annesinden korkan kim? Böyle eli ayağına dolaşınca ne yapacağını bilemiyor ki insan! Ama o iri, buğulu gözler aklından çıkmıyor, çıkmayacak da! Uzun zamandır yaşamadığı bir mutluluk dört yanında dans ediyor şimdi! Seviyorum!