Melis, her zamanki gibi Atatürk heykelinin önünde bekliyordu. Hava, yaza göre oldukça serindi ve içindeki beklenti ve gerilim bu soğuk havada daha da ağırlaşıyordu. Gözleri, heykelin önünden geçen her adama takılıyor, her seferinde kalbi bir anlığına hızla çarpıyor, ama sonra hayal kırıklığıyla yavaşlıyordu. Zeki, gelmemişti. Her izin günü, burada beklerken Zeki’nin adımlarını uzaktan fark ettiğinde hissettiği o çocuksu heyecan… Şimdi yerini endişeyle karışık bir belirsizliğe bırakmıştı. Çünkü yaşadıkları o son gece—o dokunuşlar, öpücükler ve bedenlerinin birbirine karıştığı o an—Zeki'nin içinde derin bir pişmanlık yaratmıştı. Melis bunu anlamıştı, gözlerinden okumuştu. Ama bu kadar mıydı? Hiçbir şey söylemeden, bir açıklama yapmadan, ansızın ondan tamamen uzaklaşacak kadar büy

