Okulun son zili çalıp öğrenciler koridorları boşalttığında, öğretmenler odasında da yorgun bir sessizlik hâkimdi. Normalde gün sonunda dinlenmek için toplanılan bu büyük oda, bugün tatil rehavetiyle doluydu. Herkesin yüzünde bir mutluluk, ama aynı zamanda içten bir huzur vardı.
Zeki, masasında duran son birkaç evrakı toparlarken etrafındaki arkadaşlarının bakışlarını hissediyordu. Bugün son günüydü—en azından bir süreliğine. Askerlik görevi onu bekliyordu ve kısa bir süre sonra alıştığı her şeyden, öğrencilerinden, meslektaşlarından ve bu odanın sıcaklığından uzaklaşacaktı.
"Ee, Zeki Hocam?" dedi Kemal, her zamanki alaycı gülümsemesiyle. Odaya sessizce yaklaşmıştı ama ses tonu anında dikkatleri üzerine çekmişti. "Asker tıraşından sonra da böyle yakışıklı kalabilecek misin, merak ediyorum doğrusu" dedi eğlenceli bir ses tonuyla.
Zeki, başını kaldırdı ve içten bir kahkaha attı. O anın ağırlığını biraz olsun hafifletmek güzel gelmişti. "Yakışıklılık konusunda kimse seni geçemez Kemal Hocam," dedi, gözlerinde ince bir şaka parıltısıyla.
Kemal kahkahasını tutamadı, bu espri odayı da neşelendirmişti. Diğer öğretmenler de gülümseyerek Zeki’nin etrafını sardı.
"Senin yerini doldurmak zor olacak," dedi edebiyat öğretmeni Nalan Hanım.
"Öğrencilerin de seni çok özleyecek, Zeki," diye ekledi din kültürü öğretmeni Mehmet Hoca, elini dostça Zeki’nin omzuna koyarak.
Zeki, hepsine tek tek sarıldı. İçtenlikle, derinden gelen bir minnettarlık hissediyordu. Her biri ona iyi dileklerini, sağ salim dönmesi için dualarını iletti. Sıcakkanlı bir veda, ama içinde burukluk taşıyan bir an…
"Merak etmeyin," dedi Zeki, sesi kararlı ama duygulu. "Çok geçmeden döneceğim. Buralar hep aynı kalacak, değil mi?"
"Sen dönene kadar burada hiçbir şey değişmez," dedi Kemal, hafif bir tebessümle. "Belki sadece çay ocağındaki fincanlar biraz daha eskiyecek. O kadar."
Herkes bir kez daha gülüştü. Vedalar her zaman zordu, ama bu sıcak an, biraz olsun ayrılığın yükünü hafifletmişti.
Zeki, okuldan ayrılırken son bir kez daha arkasına döndü. Gözleri koridorların her köşesine takıldı, duvarlardaki eski panolar, öğrencilerin yaptığı resimler, hatta tenefüslerde yankılanan gürültü… Her şey, bir anlığına sanki zamanı durdurmuş gibiydi.
Ama artık gitme vaktiydi.
Küçük çantasını sırtına alıp yola çıktı. Otobüs terminaline giderken, aklında sadece askerlik süreci vardı. Aslında her şey çok hızlı gelişmişti; tezkere almak, belgeleri tamamlamak, vedalaşmak… Şimdi önünde hiç bilmediği bir süreç uzanıyordu.
Otobüs terminali kalabalıktı, ama Zeki bu kalabalığın içinde kendini oldukça yalnız hissediyordu. Eşyalarını bir kez daha kontrol etti; fazla bir şey almamıştı. Sadece ihtiyaç duyacağı birkaç parça kıyafet ve birkaç kitap. Uzun ve zorlu geçecek günlerde, kitaplar onun en iyi arkadaşı olacaktı.
Otobüse binerken derin bir nefes aldı. Koltuğuna yerleştiğinde pencereden dışarı baktı; şehir ve alıştığı her şeyden yavaşça uzaklaşmaya başladı.
"Bir an önce bitsin," diye düşündü içinden. "Askerlik bir an önce bitip hayatım ve geri kalan her şey bir an önce eski haline dönsün."
Yol boyunca düşüncelerden kaçamadı. Askerlik, yıllardır aklında bir görev olarak duruyordu ama şimdi her şey daha gerçekti. Okul, öğrencileri ve alıştığı hayat... Bunların hepsi kısa süreliğine de olsa geride kalacaktı.
Otobüs yol aldı, tarlalar ve küçük kasabalar bir bir arkasında kalırken Zeki’nin içinde endişe ve heyecan iç içe geçti. Yeni bir ortam, yeni insanlar ve bilmediği zorluklarla dolu yeni bir dönem onu bekliyordu.
Çorlu’ya vardığında hava akşam serinliğine dönmüştü. Terminalde birkaç kişi dışında kimse yoktu. Çantasını omzuna aldı, derin bir nefes çekti.
"Başlıyoruz," diye mırıldandı kendi kendine.
Zeki için bu sadece askerlik görevi değildi. Bu, hayatının kısa ama önemli bir dönüm noktasıydı. Sorumluluk, sabır ve belki de kendini yeniden keşfetme yolculuğu olacaktı.
İçten içe, okuldan ayrılırken hissettiği o sıcaklığı hatırladı. Kemal’in şakası, Nalan Hanım’ın içten sözleri, Mehmet Hoca’nın dostça dokunuşu… Hepsi, ona güç veren anılar olarak yanında kalacaktı.
Zeki, gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Önünde zorlu bir yol vardı, ama biliyordu ki, her yolculuk bir gün biter. Ve o gün geldiğinde, bu sürecin ona kattığı her şeyi yanında getirecekti.
"Bir an önce bitsin," diye tekrarladı yine de. Ama içten içe, her anının ona bir şeyler katacağını da biliyordu.
...
Melis, yazın başında bavulunu alıp teyzesine yerleştiğinde, bu kadar keyifli zaman geçireceğini pek düşünmemişti. İzmir’den ve ailesinden uzakta bir yaz geçireceği fikri başta içini burkmuştu. Fakat zamanla her şey beklediğinden daha iyi gitmeye başlamıştı.
Teyzesi gençti, dinamikti ve en önemlisi Melis’i anlamak için gerçekten çaba sarf ediyordu. Onunla film geceleri yapıyor, birlikte kahve içmeye çıkıyorlardı. Hatta bazı akşamlarda, balkon sohbetleri sabaha kadar sürüyordu. Bu samimiyet Melis’i rahatlatmış, yalnız hissetmeyeceği bir yaz geçireceği fikri ona iyi gelmişti.
Teyzesinin yanına yerleştikten sonra birkaç kez İstanbul’a gidip gezmişti. Boğaz’da yürümek, Kadıköy’de kahve içmek ve Galata’da fotoğraflar çekmek de çok güzeldi. İstanbul'un enerjisi, kalabalığı ve renkli sokakları moralini yükseltmişti.
Edirne gezileri ise bambaşka bir havaya sahipti. Tarih kokan sokaklar, Selimiye Camii’nin görkemli yapısı, Arasta Çarşısı’ndaki küçük dükkânlar… Her seferinde yeni bir yer keşfetmişlerdi. Teyzesiyle birlikte gezdiği bu şehirlerde, kendini yeniden bulmuş ve birkaç yaş birden büyümüş gibiydi.
Yaz tatili düşündüğünden çok daha güzel ve dolu dolu geçiyordu. Bunun en büyük nedeni ise teyzesiyle kurduğu dostça bağdı. Onun gençliği ve anlayışlı tavırları, Melis’in sıkılmadan günlerini hoşça geçirmesini sağlamıştı.
Tabii, anne ve babası da söz verdikleri gibi onu sık sık görüntülü arıyordu. Her aramada babasının yüzünde bir gülümseme, annesinin ise biraz burukluk ama bolca sevgi vardı.
Yoğun geziler, kahkahalar ve sıcak yaz günlerinin getirdiği tatlı yorgunluk arasında, bir süreliğine her şeyi unutmuştu. Hatta, Zeki Hoca’nın burada bir yerde askerlik yaptığı gerçeği bile aklından çıkmıştı.
Ta ki bir şeyler değişene kadar...
Teyzesinin çalıştığı şirket, beklenmedik bir şekilde büyük bir iş almıştı. Bu, şirket için oldukça önemli bir projeydi ve işin başına geçmesi için Melis’in teyzesini uygun görmüşlerdi.
Bu, teyzesi için büyük bir fırsattı. Yıllardır süren çabalarının ilk defa karşılığını almak üzereydi. İlk defa bir projede tam yetkili olacak, kendini kanıtlayabilecekti.
Ancak bu sorumlulukla birlikte iş yükü de katlanmıştı. Teyzesi artık geç saatlere kadar ofiste kalıyor, hatta bazen hafta sonları bile çalışmak zorunda kalıyordu. İşinde başarılı olmak istiyordu ve Melis de bunu anlayışla karşılamaya çalışıyordu.
Yine de, teyzesinin bu yoğun temposu Melis’i yalnız bırakıyordu. Teyzesi elinden geldiğince onun gönlünü hoş tutmaya çalışıyor, bol bol harçlık veriyor, istediği şeyleri almasına izin veriyordu. Ama hiçbir şey, yalnız kalmanın getirdiği boşluğu ve can sıkıntısını dolduramıyordu.
Melis sık sık dışarı çıkıyor, kafelerde oturuyor, bazen uzun yürüyüşlerle şehri keşfetmeye çıkıyordu. Ancak içindeki boşluk hissi bir türlü geçmiyordu. Gittiği her yerde, çevresindeki insanların kalabalığı arasında yalnız hissediyordu.
Bir gün, yine yalnız bir öğleden sonra, evde otururken boş boş tavana bakarken aklına ansızın bir düşünce geldi.
**"Zeki Hoca..."**
Birdenbire, onun askerde olduğunu hatırladı. Üstelik burada, bu şehirde bir yerlerdeydi. Şimdi ne yapıyordu? Askerlik nasıl gidiyordu? Bu düşünceler kafasında hızla dönmeye başladı.
"Belki de ona ulaşabilirim," diye düşündü bir anda.
Ertesi gün, bu düşünce Melis’in zihnine iyice yerleşti. Aslında Zeki Hoca’yı bulması kolay olmayacaktı. Ama belki de şansını denemekten bir zarar gelmezdi.
Telefonunu eline aldı. Kısa bir araştırmadan sonra, askeriyenin yerini öğrendi. Üstelik askeriye teyzesinin evine çok yakın bir noktadaydı. Yarın ilk iş diye düşündü... İlk iş askeriyeye gidecek ve şansını deneyecekti...