Bölüm 6: Yorgun Gecenin Sabahı

936 Words
Zeki ve Kemal, pub’da geçirdikleri keyifli gecenin ilerleyen saatlerine kadar içmeye devam ettiler. Zeki, uzun zamandır kendini bu kadar rahat hissetmemişti ve farkında olmadan alkolü biraz fazla kaçırmıştı. Gülüşler yükseldi, sohbetler birbirini kovaladı, ama zaman geçtikçe Zeki’nin gözleri ağırlaşmaya başladı. Kemal, Zeki’nin bir an önce toparlanması gerektiğini fark etti. "Artık eve gitme zamanı geldi," dedi, kolunu Zeki’nin omzuna atarak. Zeki hafifçe başını salladı, ama ayakta durmakta zorlanıyordu. Kemal, Zeki’yi destekleyerek dışarı çıkardı. Gece serinliği yüzlerine çarptığında, Zeki hafifçe sendeledi. Kemal onu arabasına bindirirken, "Seni pek böyle görmemiştim," dedi gülerek. "Ama bazen insanın rahatlaması da lazım." Yol boyunca Zeki başını camdan dayamış, gözlerini kapatmıştı. Dışarıdaki şehir ışıkları, puslu bir masal gibi camdan içeri süzülüyordu. Kemal, onu evine kadar getirdi, arabayı park ettikten sonra kolundan tutup dairesine kadar çıkardı. Kapıyı açarken Zeki mırıldandı: "Teşekkürler..." Kemal gülerek, "Ne demek, dostlar bunun için var," dedi. Zeki’yi kanepenin üzerine oturttu, ayakkabılarını çıkardı ve üzerini örtmek için bir battaniye getirdi. "Yarın kendine gelince bana mesaj atarsın, tamam mı?" Zeki, cevap vermeye çalıştıysa da, sesi sadece bir mırıltıdan ibaretti. Göz kapakları ağırlaştı, düşünceleri dağıldı ve kısa süre içinde derin bir uykuya daldı. Gece boyunca, Zeki kanepenin üzerinde sızıp kaldı. Yüzünde, hem yorgunluğun hem de içindeki karmaşık duyguların yansıması vardı. Loş ışıkta, yalnızlığı ve içsel savaşı adeta görünür hale gelmişti. O gece, Zeki sadece bedeninin değil, ruhunun da dinlenmeye ihtiyacı olduğunu umursamadan uykuya teslim oldu. İçindeki huzursuzluk ve belirsizlikler bir süreliğine sessizliğe gömülmüş, zihni kısa da olsa bir mola vermişti. ... Ertesi sabah, Melis heyecanla gözlerini açtı. Tarih dersiyle güne başlayacak olmanın verdiği tatlı bir telaş içindeydi. Zeki Hoca’nın sınıfa gireceği anı düşündükçe kalbi hızla atıyordu. İçindeki hislerin karşılıksız ve imkansız olduğunu biliyordu ama bu gerçek, hazırlanırken gösterdiği özeni engellemiyordu. Aynanın karşısında, saçlarını dikkatle taradı. Hafif bir allık sürdü ve en sevdiği vişneli parlatıcısını dudaklarında gezdirdi. Onun için sıradan bir gün değildi; Zeki Hoca’nın dikkatini çekmek hayal bile olsa, bu hazırlık içindeki heyecanı biraz olsun yatıştırıyordu. Okul bahçesine adım attığında, içindeki o tatlı heyecan biraz daha arttı. Okulun önünde sıra olmaya başladıklarında, Melis arka sırada yerini aldı. O sırada, sınıfın popüler çocuğu Melih, sinsice yanına yaklaşıp alaycı bir gülümsemeyle ona doğru eğildi. Melis ensesine Melih’in sıcak nefesi değdiğinde irkildi. "Günaydın," dedi Melih, sesi alaycı bir şefkatle doluydu. Melis’in vücudu istemsizce kasıldı, gözleri anında öfkeyle doldu. Sınırlı ve sert bir ses tonuyla, "Melih!" dedi, ama tam o anda öğretmenlerden biri kalabalığı uyardı. "Sessiz olun, sıraya geçin!" Melih alaycı bir gülümsemeyle geri çekildi. Melis ise yüzündeki huzursuzluğu bastırmaya çalışarak derin bir nefes aldı ve sırasına geçti. Kalbi hala hızlı atıyordu, ama zihni birazdan derse girecek olan Zeki Hoca’nın düşüncesiyle umut doluydu. O an, tüm rahatsızlığı ve gerginliği gölgede bırakan tek şey, onun ders anlatırken sınıfa hakim olan o güçlü, çekici sesiyle derse girmesi fikriydi. Melis, dikkatini sadece o anın büyüsüne ve Zeki hocaya odaklamak istiyordu. ... Melis, sınıfa her zamanki gibi oyalanmadan gelmişti. Hızla içeri girdi, kapıyı açık bırakıp yerine geçti. Sandalyesine yerleşirken, sırt çantasını yanındaki masaya koydu ve içerisine göz attı. Kitaplarını düzenleyip, defterlerini çıkarırken sınıfın normalden daha gürültülü olduğunu fark etti. Saatine baktı, Zeki Hoca'nın derse başlama saati çoktan geçmişti. Normalde Zeki Hoca, her zaman dakikti. Sınıfa girdiğinde, gözlerinde o tanıdık ışık, yüzünde ise o karizmatik gülümsemesiyle hep otoriter bir etki yaratırdı. Melis bir an, neden hala gelmediğini düşündü. Acaba bir şey mi olmuştu? Zeki Hoca'nın sık sık övdüğü zaman disiplini hakkında ne kadar hassas olduğunu biliyordu. Bugün farklı bir şey olmalıydı. Bir süre odaklanmaya çalıştı, ama her geçen dakikada merakı arttı. Çantasındaki kitapları tekrar kontrol etti, kalemlerini sağa sola koyarak zihnini dağıtmaya çalıştı. Arkadaşlarının gürültüsü, pencerenin önündeki rüzgarın sesi ve sınıftaki her şey geçici bir şekilde dikkati dağıtsa da içi halen huzursuzdu. Daha fazla dayanamayarak başını masaya koydu. "Neden gelmiyor?" diye içinden geçirdi. Dersten önce her zaman biraz erken gelir, öğrencileriyle birkaç küçük sohbet yapar, sonra da derse başlardı. Ama bugün bir şeyler garipti. Zeki Hoca ilk defa geç kalmıştı. Onun, her zaman dakik biri olması aklında bir soru işareti bırakıyordu. Ne kadar geç kaldığını anlamak için saatine baktı. 15 dakika olmuştu ama hala Zeki Hoca'dan bir iz yoktu. Melis, yavaşça yerinden kalktı ve pencereye doğru yürüdü. Dışarıya baktı, ama hiçbir şey farklı değildi. Hava her zamanki gibiydi, güneş biraz geç doğmuştu ama sınıfın içinde hafif bir ısı vardı. Sadece Zeki Hoca'nın geç kalması, bugünü garip bir hale getiriyordu. Tam bu sırada, kapı aniden açıldı ve sınıfa fırtına gibi bir giriş yapıldı. Melis, başını çevirerek gelen kişiye bakarken, şaşkınlık içinde derin bir nefes aldı. Zeki Hoca, siyah güneş gözlükleriyle, saçları dağınık ama çekici bir biçimde sınıfa girmişti. Her zamanki gibi motiveydi ama bugün bir o kadar da garip ve yorgundu. Evet, biraz farklıydı ama yine de güçlü bir karizma yayıyordu. Hızla masasına yürüdü, bir an bile duraksamadan kalemini eline aldı ve tahtaya yönelip konuyu yazmaya başladı. Sınıf birden sessizleşti. Herkes Zeki Hoca’nın aceleci tavırlarına bakarak ona odaklanmıştı. Ancak birkaç saniye sonra, sınıftan gelen uğultu Zeki Hoca'nın dikkatini çekti. Başını tutarak derse başlamadan önce öğrencilere seslendi. “Arkadaşlar," dedi, sesi tınılı ama biraz da yorgundu. "Bugün biraz rahatsızım. Lütfen bugünlük biraz daha anlayışlı olun.” Melis, Zeki Hoca'nın tavrındaki o alışılmadık yumuşaklıkla, biraz rahatladı. O kadar özlemişti ki bu sesi ve tavrı, sınıftaki bu huzursuz atmosfer bir anda çözülmüş gibi oldu. Zeki Hoca’nın rahatlatıcı bir gücü vardı. Ne olursa olsun, her sınıfın atmosferini değiştirebilir, öğrencilerine güven verebilirdi. Zeki Hoca başını kaldırarak tahtadaki bir soruya işaret etti. "Hadi bakalım, hep birlikte bakalım bu soruyu nasıl çözebiliriz." Melis, hemen dikkatini derse verdi. Zeki Hoca'nın bir şekilde sınıfı toparlayabilme becerisi, her zaman takdir ettiği bir şey olmuştu. O andan itibaren Melis, kaygısını tamamen unuttu. Zeki Hoca'nın girişi, sınıftaki enerjiyi anında yükseltmişti. Artık her şey tekrar normala dönmüştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD