Bölüm 3: Melis’in Hayalleri

930 Words
Melis, her zaman olduğu gibi sınıfın en arka sırasında oturuyordu. Çok fazla konuşmazdı; kimseyle kavga etmez, dikkat çekecek şeyler yapmazdı. Kendi hâlinde, sessiz bir öğrenciydi. Ama tarih derslerinde, özellikle Zeki Hoca'nın sınıfta olduğu zamanlarda, onun içinde bambaşka bir Melis ortaya çıkıyordu. O anlarda sessizliği yalnızca bir perdeydi; o perdenin arkasında hayalleri, duyguları ve karmaşık bir hayranlık vardı. Melis, okulda en çok Zeki Hoca’nın derslerini seviyordu. Ancak bu sevgi, bir ders ya da bir konuya duyulan ilgiden çok daha fazlasıydı. Melis, Zeki Hoca'ya aşık olduğunu kendine bile itiraf edemediği bir noktadaydı. Bu duygular, sessiz ve oldukça derindi. Her sabah okula gelirken, tarih dersinin olduğu günleri sabırsızlıkla beklerdi. Zeki Hoca sınıfa girdiği anda, Melis’in tüm dünyası aydınlanırdı. Onun adımlarındaki özgüven, ders anlatırken kullandığı tonlama, bir konuyu tutkulu bir şekilde açıklarken yüzünde beliren o kararlı ifade... Tüm bunlar, Melis için bir hayranlıktan fazlasını ifade ediyordu. Zeki Hoca, onun gözünde sıradan bir öğretmen değil, çekici bir kahramandı. Melis, bu hislerini içinde saklıyordu. Sınıfta Zeki Hoca hakkında konuşan kızları dinlediğinde, onların cesaretine hem hayranlık duyuyor hem de içten içe kıskanıyordu. Esra’nın Zeki Hoca’ya çay götürüp onunla sohbet etmesi Melis için imkansız bir mucize gibiydi. Kendisi de Esra’nın cesaretine sahip olmayı istese de, bunu asla yapamayacağını hissediyordu. Melis, Zeki Hoca’nın her hareketini gözlemliyordu. Onun elindeki kalemi tutuşunu, tahtada harita çizerken elinin kaslarını, gözlerini kısarak düşündüğü anları fark ediyor ve her bir detayı zihnine kazıyordu. Ama en çok, onun konuşurkenki ses tonunu seviyordu. O ses, adeta bir hikâye anlatıcısının büyülü tutkusuna sahipti; her kelime Melis’in kalbinde yankılanıyordu Zeki Hoca, tahtada bir harita çizerken bir yandan da konuyu anlatıyordu. Konu, Orta Çağ Avrupa’sı ve Haçlı Seferleri’ydi. Melis, defterini açmış, hocanın söylediklerini not alıyormuş gibi yapıyordu. Ama gerçekte, zihni dersin çok ötesindeydi. Gözleri Zeki Hoca’nın tahtada gezinen ellerine kayıyor, yüzündeki kararlı ifadeyi inceliyordu. *Acaba onun sevgilisi olmak nasıl olurdu?,* diye düşündü. Melis, içten içe kendi duygularından utanıyordu. Arkadaşlarının hepsi Zeki Hoca’ya açıkça hayranlıklarını ve aşklarıni dile getiriyordu. Esra ve Ayşe sürekli onun hakkında konuşur, ona götürdükleri çaylarla ya da küçük esprilerle dikkatini çekmeye çalışırlardı. Ama Melis bunu yapamazdı. O, hayranlığını sessizce, derinlerde yaşayanlardandı. Melis, tarih derslerinde gerçek dünyadan kopuyordu. Onun için Zeki Hoca’nın varlığı, bir hikâyenin içine çekilmek gibiydi. Sıklıkla hayallere dalıyordu. Bu hayallerde, Zeki Hoca yalnızca onun öğretmeni değil, aynı zamanda onun biricik aşkıydı. Melis, hayallerinde onunla uzun uzun sohbet eder, birlikte kitaplardan bahsederdi. Hatta bazen, onun gülümseyerek "Melis, sen gerçekten çok farklısın," dediğini hayal ederdi. Bu düşünceler, Melis’in yüzüne farkında olmadan dalgın bir gülümseme getirirdi. Ancak hayallerin acı tarafı, gerçeklikle çarpışmalarıydı. Zeki Hoca'nın dikkatini çekmek için derslere sıkı sıkıya çalışıyor, notlarının hep yüksek olmasına özen gösteriyordu. Çünkü ona göre bu, Zeki Hoca’ya kendini gösterebilmenin tek yoluydu. Melis için tarihten yüksek bir not almak, sadece bir başarı değil, onun tarafından fark edilmenin bir umuduydu. *Bir gün yalnızca bana bakacak,* diye düşündü Melis. *Sınıfta onlarca öğrenci olmasına rağmen sadece beni fark edecek. "Melis, sen çok farklısın," diyecek. * Tam bu düşünceler içinde kaybolmuşken, hayallerini bölen bir ses duydu. "Evet, Melis, sen cevapla," dedi Zeki Hoca. Melis, bir an için ne olduğunu anlamadı. Tahtaya mı bakmalıydı? Yoksa ona mı? Neyi cevaplayacaktı? Zeki Hoca'nın bakışları, o anda bütün sınıfın dikkatini üzerine çekmişti. Melis'in kalbi hızla çarpmaya başladı; kulaklarına kadar kızardığını hissediyordu. Tüm sınıf sessizleşmişti. Melis, gözlerini Zeki Hoca’nın yüzüne kaldırdı. Ama ağzından tek bir kelime bile çıkmadı. Hocası, yüzünde sabırlı bir ifadeyle bekliyordu, ama aynı zamanda hafif bir merak da seziliyordu. "Sanırım bu aralar biraz dalgınsın, Melis" dedi Zeki Hoca, yumuşak bir sesle. "Soruyu tekrar edeyim: Haçlı Seferleri’nin sonuçlarından biri neydi?" Melis’in aklı, hâlâ soruya odaklanamıyordu. Zeki Hoca’nın ona olan bakışı, onu adeta yerinde dondurmuştu. Göz göze geldiklerinde, sanki zaman durmuştu. Ama bu süre zarfında sınıfın geri kalanı beklemeye devam ediyordu. Melis’in aklı, hayallerinden sıyrılıp gerçekliğe dönmek için çabalıyordu. "Uhm... Ticaret mi hocam?" diye kekeledi sonunda. Sesinin ne kadar düşük çıktığını fark edince utandı, ama doğru cevabı verdiğinden emindi. Zeki Hoca hafifçe başını salladı ve gülümsedi. "Evet, doğru. Haçlı Seferleri’nin sonucunda Akdeniz ticareti canlanmıştı. Oturabilirsin, Melis." Melis, bu kısa onaydan sonra içinin hafiflediğini hissetti. Zeki Hoca’nın gülümsemesi, ona tüm sınıfın önünde bir ödül gibiydi. Ancak kalbindeki heyecan, bu küçük başarıdan çok daha fazlasını taşıyordu. *Keşke bana her zaman böyle gülümsese...* Ders devam ederken, Melis’in kalemi elindeydi ama o hala Zeki Hoca’nın az önceki bakışını düşünüyordu. Sınıfta başka bir öğrenci olsaydı, Melis kadar etkilenir miydi? Bu, elbette gerçekçi değildi ama hayaller gerçeklerden daha tatlıydı. Dersin sonuna yaklaştıkça Melis’in heyecanı azalmıyordu. Zeki Hoca, tahtada son notlarını yazarken, onun her hareketini izliyordu. Ellerini cebine koyup sınıfta dolaşarak anlattığı kısımlar, Melis’in en sevdiği anlar oluyordu. O konuştuğunda, kelimelerin ötesinde bir şeyler hissediyordu; bir tutku, bir sıcaklık, bir çekim. Sonunda zil çaldığında, Melis bir an için hayal kırıklığı yaşadı. Dersin bitmesini istememişti. Zeki Hoca kitaplarını toplarken, Melis’in gözü hala üzerindeydi. Çıkmadan önce öğrencilere dönüp, "Unutmayın, tarih sadece geçmiş değil, gelecektir. Derste konuştuğumuz konuları evde tekrar etmeyi ihmal etmeyin," dedi. Zeki Hoca, Melis’in gözünde ulaşılamaz bir yıldız gibiydi. Ona duyduğu hayranlık, bir genç kızın masum ve derin aşkıyla harmanlanmıştı. Ancak bu aşkın bir sır olarak kalması gerekiyordu. Melis, hayranlığını içinde büyütmeye devam etti. Çünkü bu hayranlık, onun hayatına bir anlam katıyordu. Her dersin sonunda, Zeki Hoca sınıftan çıktığında, Melis derin bir nefes alırdı. Onun ardından bakarken, kalbinde bir burukluk hissederdi. Ama aynı zamanda bir umut taşırdı: *Belki bir gün beni fark eder. Belki bir gün onun gözünde sıradan bir öğrenci olmaktan çıkarım.* Melis, Zeki Hoca’ya olan sevgisini asla açıkça ifade edemeyeceğini biliyordu. Ama bu sevgiyi içinde saklamak, onun için bir yük değil, bir hazineydi. Bu sessiz aşk, Melis’in en büyük sırrı, en derin duygusuydu. Ve belki de en çok bu nedenle,Zeki hoca onun gözünde bu kadar değerliydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD