Sadece BİZ

1583 Words
Duru Gözlerim ağır ağır açıldığında ilk hissettiğim şey sıcaklıktı. Yorganın altından değil… Kalbimin çevresinde, içimde, belki de ruhumda oluşmuş tarifsiz bir sıcaklık. Yüzüm hâlâ Kerim’in göğsüne dönüktü. Kalbinin ritmini duyabiliyordum… Düzenli, ama bana her dokunuşunda değişecek kadar kırılgandı. Birkaç saniye kıpırdamadan kaldım. Dün gece yaşananları düşündüm ve garip bir şekilde içimde korku yerine huzur vardı. Ona bu kadar güvenmiş olmak hiç ürkütmedi beni… Aksine, ilk defa birine teslim olmanın ağırlığını değil, hafifliğini hissettim. Gözlerim hafifçe kapandı yeniden; sanki uyanmaktan korkuyordum. Çünkü bu anın gerçek olup olmadığından emin olmak istiyordum. Elimi yavaşça onun göğsüne koydum. Dokunuşuma karşılık, uyuyor sandığım Kerim’in parmakları belimin üzerinde yumuşacık bir yarım daire çizdi. “Uyanıksın…” dedim fısıltıyla. Kerim önce hiçbir şey demedi; sadece elini belimden saçlarıma doğru kaydırdı. Yavaşça parmaklarını saç tellerimin arasına geçirdi, sanki her bir teline ayrı ayrı dokunmak istermiş gibi… Sonra kısık ama çok derin bir sesle konuştu: “Uyumuyordum… Seni izliyordum. Nefes alışını, yüzündeki huzuru, bana güvendiğini… Hissettim, Duru.” Onun adımı söylerkenki halini seviyordum. Sanki ismim, onun sesinde başka bir anlama bürünüyordu; sığınmak gibi, anlamak gibi, sahiplenilmek gibi… Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Gözlerinde yalnızca arzu yoktu artık… Daha ağır, daha güçlü, daha sahip çıkan bir duygu vardı. O an anladım… Kerim benim için sadece dün gece değildi. Bugün de, yarın da, belki sonrasının da bir parçasıydı artık. “Sana güveniyorum,” dedim, içimden geldiği gibi. Sesim çok sakindi… Bu sakinlik korkusuzluktan değil, kesinlikten gelen bir tür teslimiyetti. Kerim gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra baş parmağıyla yanağımın kenarını okşadı. Birkaç saniye konuşmadı; sanki söylemek istediği cümlenin ağırlığını tartıyordu. “Biliyor musun…” dedi sonunda, sesi kısılmış, içindeki duyguyu gizleyemeyen bir halde. “Daha önce hiçbir kadına böyle bakmadım. Böyle dokunmadım. Böyle hissetmedim. Hiçbir kadının yanında uyumadım. Sen benim için birçok konuda ilksin. İçimde bir yer sadece seninle doldu ve o yer artık sensiz eksik kalacak, bunu biliyorum.” Sözleri kalbimin içine sessizce yerleşti. O an fark ettim ki, sevgiden öte bir bağ oluşmuştu aramızda… Güveni besleyen, sahiplenmeyi getiren, korkuları yatıştıran bir bağ. Kerim yüzüme daha da yaklaştı. Dudaklarımız buluşmadı ama nefesi dudağıma değdi. Bu temas bile dün geceden daha yoğun bir duygu taşıyordu. “Sadece beni sevmene değil, bana inanmış olmana minnettarım,” dedi. Gözlerim doldu. Ama bu mutluluğun gözyaşıydı. Kollarını yeniden üzerime dolarken içimden tek bir şey geçiyordu: “Artık biz başlangıcın ötesindeydik. Bu yalnızca bir gece değil; bir bağın sabahıydı.” Kerim Onu göğsüme daha sıkı çektim. Tenine dokunmak değil; nefesini yakınımda hissetmek istiyordum. Uykuyla uyanıklık arasında gidip gelen hâli, yanağını hafifçe göğsüme bastırışı… Bu güne kadar hissetmediğim bütün duyguları Duru’yla hissetmeye başlamıştım. Bana duyduğu sınırsız güven, masumiyeti, samimiyetiyle, onun yanında yılların kapılarını arkasında hapsettiğim Kerim oluyordum. Ama gerçekte ben Ateş’tim; elleri, yüreği kirli Ateş. Kerim olarak Duru’yu incitmekten korkarken; Ateş, intikamı için herkesi harcar, Duru’yu da tek kalemde harcardı. Geçirdiğimiz gecenin sabahı kafamın karışacağını asla tahmin etmezdim. Duru’yu tanıdığımdan beri bastırdığım bütün olumlu düşünceler gün yüzüne çıkmıştı ve ben ilk defa duygularımı kontrol etmekte zorlanıyordum. Bütün bu düşüncelerle boğuşurken, Duru saçlarıma dokunmaya başladı usulca. Parmak uçlarıyla kısa kısa geçişler yaptı. Bu dokunuş, dün gecenin tutkusu kadar yakıcı değildi… Ama belki de çok daha fazla şey hissettiriyordu bana. Sanki “Buradayım” diyordu. “Gidecek bir yerim yok artık.” Yüzümü biraz eğip alnına uzun, sakin bir öpücük kondurdum. O an hiçbir şey söylemem gerekmiyordu. Sessizlik bile bizi anlatmaya yetiyordu. Duru “İyi misin?” diye fısıldadı Kerim. Gözlerimdeki huzuru fark ettiği an gülümsedi. Çünkü bu soruya zaten cevap vermiştim gözlerimle. “Çok,” dedim sadece. O kelimenin içinde mutluluk, rahatlama, güven ve belki biraz da “korkmuyorum artık” hissi vardı. Kerim yatağın içinde doğruldu ama beni bırakmadı. Bir elini belimde tutarken diğer eliyle saçlarımı yüzümden topladı. Sanki her hareketi, bana zarar vermemek için ölçülüp biçilmişti. “Duru, teşekkür ederim,” dedi. “Neden teşekkür ediyorsun?” diye sordum, şaşkın şaşkın. “Bana yaşattığın harika zamanlar için, bana güvenip kendini teslim ettiğin için, yanında bu kadar huzurlu olmamı sağladığın için… Daha milyonlarca şey sayabilirim,” dedi tebessüm ederek. Yataktan kendimi doğrultup dudaklarından öptüm. “Seni seviyorum,” dedim. Bir süre daha yatakta birbirimize sarılarak zaman geçirdik. Kerim, “Karnın aç mı, güzelim?” diye sordu. Ses tonu hâlâ yumuşaktı. Sorusu sıradan görünüyordu belki ama o an benim için “Sen artık benim evimde uyanıyorsun” demenin daha sade bir yoluydu. Utangaç bir tebessümle başımı salladım. “Birlikte kahvaltıyı hazırlayalım,” dedim. Ama Kerim başını olumsuz anlamda salladı. “Sen sadece yanımda ol. O yeter.” “Ama önce sana güzel bir duş aldıralım; dün gece seni çok yordum. Sıcak bir duş sana iyi gelecektir. Aslında yapmak istediğim çok daha eğlenceli şeyler var ama senin biraz kendini toparlamanı beklemek zorundayım, ne yazık ki,” dedi, yine beni utandırarak. “Duru, bir insana utanmak ancak bu kadar yakışır,” deyip burnuma bir fiske vurdu. Yatağın kenarına inerken elini uzattı. Ayaklarım yere değdiği anda parmaklarımı avuçlarının içine aldı. Öyle doğal, öyle sahiplenici ama aynı zamanda kırılganlığımı gözeten bir şekildeydi ki o an kendimi korunmuş hissettim; babamdan sonra bu duyguyu bana hissettiren ilk erkek Kerim’di. Ve birlikte geçirdiğim her an beni ona daha çok bağlıyordu. Yataktan kalkıp çıplak bir şekilde banyoya geçtik; hâlâ çok utanıyordum. Ama kendime artık daha cesur olacağıma söz vermiştim. Banyoya girince Kerim hemen suyu ayarlamaya başladı; ben de onu seyretmeye başladım. Kusursuz fiziğiyle harika görünüyordu. Arkasına dönüp beni hazırlıksız yakaladı. “Beni bu kadar seyretmen hoşuma gidiyor,” dedi yüzünde sinsi bir gülümsemeyle. Utanmıştım ama geri adım atmaya niyetim yoktu. Benden beklenilmeyecek kadar cesur bir cümle kurdum: “Bana ait olana bakıyorum, yabancıya değil.” Tanıştığımızdan beri ilk defa Kerim’i şaşırmış gördüm ve görüntü hoşuma gitti. Şaşkınlığı kısa zamanda geçti; beni belimden tutup kendine çekti ve dudaklarıma yapıştı. “İşte benim kadınım, benim yanımda hep böyle cesur ol, güzelim,” deyip tutkuyla öpmeye başladı. Öpüşü şiddetlenirken karnıma değen serlikten bir şeylerin kontrolden çıkmak üzere olduğunu anlayıp kendimi geri çektim. Kerim de fark edip kulağıma eğildi: “Sana her dokunduğumda bana bunu yapıyorsun, güzelim,” dedi şehvet dolu bir sesle. “Ama şimdi en iyi şu duş işini halledip güzelce karnımızı doyuralım.” Beni sıcaklığını ayarladığı suyun altına çekti. Hiçbir şey yapmama izin vermeden, her detayıma özen göstererek beni yavaş yavaş yıkadı. Bir yandan da vücuduma her dokunduğunda sabır çekiyordu. Beni istiyordu ve bunu göstermekten asla çekinmiyordu. Nihayet ikimizi de yıkayıp beni bornoza sarıp kucağına aldı; banyodan çıkarıp yatağın üzerine bıraktı. “Güzelim, ben giyinme odasında giyinip aşağı ineceğim; sen de hazırlanıp gelirsin,” dedi önce saçlarımı koklayıp başıma derin bir öpücük bırakarak, sonra giyinme odasına geçti. Birkaç dakika içinde hazırlandı; bana göz kırparak, “Seni aşağıda bekliyorum,” deyip koşarak merdivenlerden indi. Bu adam hayatıma giren en özel ve güzel şeydi. Onu sevmek nefes almak gibiydi. Saçlarımı kuruttuktan sonra kendi elbiselerimin olduğu dolabı açtım ama sonra vazgeçip Kerim’in dolabına yöneldim ve onun tişörtlerinden birini giydim; zaten o kadar büyüktü ki bana elbise gibi oldu. Sonra yüzümde tebessümle aşağı indim. Mutfağa indiğimde soğuktu ama Kerim’in yanında durmak ısıtıyordu beni. “Ben ne yapayım, bana da görev ver,” dedim tatlı bir ses tonuyla. Yanıma gelip dudağıma tüy kadar bir öpücük bıraktı. “Sadece yanımda otur; varlığını hissettir, yeter, bebeğim,” dedi. Ben de öyle yaptım. O kahvaltı hazırlarken sandalyeye oturup onu izledim. Kısa kollu bir tişört giymişti; altında geniş, rahat bir eşofman vardı. Bu hâliyle yirmilik delikanlılar gibiydi ve yüzünde benim yüzümde olan bir huzur vardı; bu beni daha da mutlu ediyordu. Onunla aynı duyguları paylaşmak benim için çok kıymetliydi. Kısa bir süre sonra Kerim’in hazırladığı harika kahvaltıyı yapmaya başladık. Onun yanındayken kesinlikle daha çok yiyordum ve yediğim her şey daha lezzetli geliyordu. Saatlerce kahvaltı sofrasının başında hem kahvaltı edip hem konuştuk; gerçek anlamda mutluydum. Ve en kısa zamanda bu mutluluğumu hayatımdaki en önemli adam olan babamla paylaşacaktım. Nihayet kahvaltıyı bitirip mutfağı toparlayıp salona geçtik. Kerim’in telefonu çalınca, “Bunu açmam gerekli,” diyerek yukarı kata yöneldi. “Ben de kahve hazırlıyorum; acele et,” dedim. “Tamam, güzelim,” deyip yukarı çıktı. Kerim (Ateş) Gelen telefonla yukarı çıktım. “Söyle, Tan. Nasılsın abi?” “İyiyim. Bunun için aramadın herhalde?” “Abi, Pars yine rahat durmamış.” (Boynumu kütletip) “Ne istiyor bu orospu çocuğu, ölmek mi?” dedim öfkeyle. “Ne gerekiyorsa yapsınlar, Tan. Ona ayıracak zamanım yok.” “Tamam abi, başka bir emrin var mı?” “Her gün düzenli olarak çiçekleri ve pırlantalı takıları gönderiyorsun, değil mi?” “Evet abi, her gün düzenli bir şekilde ve senden küçük notlar eşliğinde.” “İyi peki. Esat’tan haber var mı?” “Var abi. Bu ay sonu olan ödemeler için elindeki en kıymetli arsaları satışa çıkarmış.” “Bu hamleyi zaten bekliyorduk.” “Evet abi.” “Ne yapman gerektiğini biliyorsun. Bizim adımız hiç geçmeden, diğer bütün alıcıları aradan çıkartarak arsaları alabileceğiniz en uygun fiyata satın alın; zaten yüksek fiyat konusunda ısrar edecek durumda değil. Çok yakında tamamen istediğim kıvama gelecek,” dedim, gülümseyerek. “Başka bir şey var mı, Tan?” “Yok abi, hepsi bu.” “Hadi göreyim seni,” deyip telefonu kapattım. Yatağın üzerine oturdum. Biraz önce telefonda konuşan Ateş’ti; acımasız, gözü kara. Ama Duru’nun yanında Kerim oluyordum; Duru beni yumuşatıyordu, bütün iyi yönlerimi ortaya çıkarıyordu. Kafamı salladım: “Bu bir oyun ve ben oyunu kurallarına göre oynuyorum. Duru’nun yanında Kerim olmam gerekli; yumuşamış falan değilim. Affım yok, acımam yok; geçmişi unutmak gibi bir lüksüm yok.” Duru aşağıdan seslendi: “Kerim, kahveler soğuyor.” Yüzümde şeytani bir gülümsemeyle, “Geliyorum, güzelim,” dedim. Aynadan kendime bakıp “Oyuna devam,” deyip koşarak merdivenlerden inmeye başladım. Kalbim Kerim; aklım Ateş.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD