BÖLÜM 2- GÜMÜŞ ZİNCİRLER

1295 Words
Gece, Aksel Tower’dan ayrıldıktan sonra Ece için bir kâbustu. Ozan’ın ameliyatı için para hesabına geçmişti; bu, göğsündeki ağır kayayı hafifletiyordu. Ancak bu rahatlama, Rüzgar Aksel’in dudaklarının baskısını hatırladığında anında zehre dönüşüyordu. Kolundaki gümüş bilezik, sadece pahalı bir takı değil, Rüzgar’ın ona taktığı görünmez bir zincirdi. Her bilek hareketinde, o ofiste verdiği zorunlu teslimiyet anı canlanıyordu. Sabah alarm çalmadan uyandı. Kendini toparladı. Kardeşi için yaptığı fedakârlığın getirdiği utancı bir kenara bırakmalıydı. O, artık Rüzgar Aksel’in sekreteriydi. Ve anlaşmanın gerektirdiği şey her ne olursa olsun, bir yıl boyunca buna katlanmak zorundaydı. Ofise vardığında, her zamanki gibi mükemmel ve soğuktu. Burcu Hanım, Ece’ye acıyan gözlerle baktı. "İyi misin Ece? Dün akşam... Bay Aksel çok uzun süre burada kaldı." Ece, yüzüne mesafeli bir gülümseme yerleştirdi. "İyiyim, Burcu. Biraz geç kaldım sadece. Bay Aksel'in programında önemli bir değişiklik var mı?" Bu bir kalkandı. Burcu, omuz silkti. "Hayır. Sadece, saat on birde Bayan Melis Aksel’in aramasını bekliyor. Önemli bir şeymiş." Ece’nin midesine buz gibi bir yumruk indi. Bayan Melis Aksel. Rüzgar’ın karısı. İşte anlaşmanın en keskin, en kanlı yönü. Rüzgar, bir evliliğin gölgesinde Ece’ye sahip olacaktı. Ece, bu yasak ilişkinin sessiz ve ahlaksız tanığı olacaktı. Rüzgar'ın yüzüğünü gördüğü an, yaşadığı her şeyin sadece bir oyundan ibaret olduğunu acı bir şekilde hatırlayacaktı. Ece, masasına oturdu. Bilgisayar ekranını açtığında, Rüzgar’dan tek satırlık bir mesaj belirdi. "Bileziği çıkarmayı deneme. Gözüm üzerinde. Hazır ol." "Gözüm üzerinde." Cümle, Ece'nin damarlarındaki kanı dondurmuştu. Rüzgar, sadece bedenine değil, düşüncelerine ve hareketlerine de sahip olmak istiyordu. Saat 11:00’de telefon çaldı. Rüzgar’ın talimatıyla, hattı doğrudan ona bağladı. Melis Aksel’in sesi, beklediği gibi soğuk ve zarifti. "Rüzgar, dün gece nerede kaldın? Seni bekledim. Biliyorsun, yarın geceki davet için benimle gelmen gerekiyor." Rüzgar’ın cevabı kısa ve otoriterdi: "İşim vardı Melis. Davete geliyorum. Detayları Burcu ile konuşursun." Sesindeki donukluk, Ece’nin içini ürpertti. Bu evliliğin, Rüzgar için de bir tür anlaşma, bir görev olduğunu hissetti. Ama bu, Ece’nin durumunu daha iyi yapmıyordu. O, bu soğuk evliliğin yasadışı kaçamağıydı. Öğle yemeği saati geldiğinde, Rüzgar Ece'yi özel asansörle 51. kattaki şahsi dinlenme katına çağırdı. Bu kat, sadece Rüzgar'ın kullanabildiği bir rezidanstı. Ece, nefesi kesilerek girdi. İkinci tahsilatın zamanı gelmişti. Rüzgar, spor salonu tarzında döşenmiş, geniş bir odada, siyah bir havlu beline sarılı bir şekilde, pencereye arkası dönük duruyordu. Terli vücudu, güçlü omuzları ve kaslı sırtı, adeta yasak bir sanat eseri gibiydi. Ece’nin boğazı kurudu. Dün geceki soğuk takım elbiseli patron gitmiş, yerine ham, tehlikeli bir Alfa figürü gelmişti. "Yaklaş, Ece," dedi. Sesi, ter ve efor kokan havayı doldurdu. Ece, yavaşça yaklaştı. Her adımı, kaçınılmaz sona yaklaşıyordu. "Bileziği çıkarıp atmayı düşündün mü?" diye sordu, ani bir dönüşle. Gözleri, Ece’nin kolundaki gümüş bileziğe kilitlenmişti. "Hayır," dedi Ece, yutkunarak. "Sözleşmemi biliyorum." Rüzgar, alaycı bir şekilde gülümsedi. "Güzel. Sözleşme maddelerine sadık kalman beni memnun ediyor." Rüzgar, bir elini Ece’nin yanağına koydu. Başparmağı, hassas derisini okşarken Ece titredi. Bu dokunuş, dünkü sertliğin ardından beklenmeyen bir yavaşlık içeriyordu. "Dün gece, acı içindeydin. Bu gece, bu anın sana ne kadar ait olduğunu hissedeceksin." Rüzgar, Ece'yi kendine çekti. Vücudunun sıcaklığı, Ece’nin tenine yayıldı. Ece, ellerini farkında olmadan Rüzgar’ın çıplak göğsüne koydu. Pürüzsüz ama sert kasları, Ece’nin parmak uçlarını yaktı. "Sana itaat ettiğini kanıtlamalısın," diye fısıldadı, nefesi Ece’nin dudağına çarptı. Bu sefer Rüzgar, dudaklarını nazikçe Ece’nin üzerine bastırdı. Ancak bu nazik başlangıç bir anda vahşi bir açlığa dönüştü. Öpücük, tutkulu, derin ve talepkârdı. Rüzgar, Ece’nin dudaklarını kendi isteğiyle aralamasını sağlamak ister gibiydi. Ece, iradesinin zayıfladığını hissetti. Olan biteni durdurması gerekiyordu, ama Rüzgar'ın baskısı, arzunun bastırılmış selini serbest bırakıyordu. Ece, boynundaki tüm zincirleri yıkarak, ilk kez karşılık verdi. Bu karşılık, Rüzgar'ın beklemediği bir şeydi. Rüzgar, bir anda Ece'yi kucağına aldı, Ece'nin bacaklarını beline dolamasına izin verdi. Ece’nin kolları, Rüzgar’ın boynuna kenetlendi. "Bana aitsin," diye mırıldandı Rüzgar, Ece'nin boynuna doğru inerek. Her nefesi, bir emir ve bir vaatti. Rüzgar, Ece'yi spor salonunun zeminindeki yumuşak matlara doğru taşıdı. Ece'nin etek ve gömlekten oluşan üniforması, bu anın yasaklığını daha da artırıyordu. Rüzgar'ın elleri, Ece'nin gömleğinin düğmelerine uzandı. Bu sefer düğmeleri sökmekle vakit kaybetmedi, keskin bir hareketle gömleğin önünü yırtarcasına açtı. Kumaş yırtılırken çıkan ses, sessiz odada yankılandı. Ece, bu ani ve kural dışı eylem karşısında nefesini tuttu. Bu eylem, Rüzgar'ın kontrolü ve acelesi hakkında her şeyi anlatıyordu. "Kıyafetlerin umurumda değil," diye hırladı Rüzgar, Ece’nin tenine dokunarak. "Sadece sen umurumdasın." Ece’nin gözleri, Rüzgar’ınkilerle kilitlendi. Güç mücadelesi bitmemişti; sadece seviyesi yükselmişti. Ece’nin zihnindeki utanç, vücudundaki karşı konulmaz arzuya yeniliyordu. Rüzgar'ın dudakları Ece'nin boynunda dolaşırken Ece, avuçlarını Rüzgar'ın güçlü sırtında gezdirdi. "Bana teslim ol," diye emretti Rüzgar, sesi boğuktu. Ece'nin gözleri kapandı. O an, sadece kendi hayatta kalma içgüdüsünü ve Rüzgar’ın tehlikeli gücünü kabul etti. "Teslim oldum," diye fısıldadı. Bu fısıltı, Rüzgar için son izin işaretiydi. Tutku, mantığı tamamen ele geçirdi. Rüzgar, artık Ece’ye sadece bir borcun tahsilatı olarak değil, karşı konulamaz bir arzu nesnesi olarak bakıyordu. Ece'nin gözleri kapandı. O an, sadece kendi hayatta kalma içgüdüsünü ve Rüzgar’ın tehlikeli gücünü kabul etti. "Teslim oldum," diye fısıldadı. Bu fısıltı, Rüzgar için son izin işaretiydi. Tutku, mantığı tamamen ele geçirdi. Rüzgar, artık Ece’ye sadece bir borcun tahsilatı olarak değil, karşı konulamaz bir arzu nesnesi olarak bakıyordu. Rüzgar, Ece’nin itirafının hemen ardından dudaklarını onunkinden ayırdı. Gözleri, Ece’nin gömleğinin yırtık kenarından görünen teninde oyalandı. Ece'nin itaatinden aldığı güçle, yüzünde soğuk, ancak açlıkla parlayan bir ifade belirdi. "Bu, aramızdaki ilk ve son yalanın olsun," dedi, sesi boğuktu. "Bana ait olduğun gerçeğine yalan söylemeyeceksin." Rüzgar, Ece'yi kollarında sıkıca tutarak, gözleri kapalı şehre bakıyordu. 51. kattan, altlarında pırıl pırıl yanan İstanbul Boğazı ve asırlık şehir silüeti görünüyordu. Bu lüks spor odası, şehrin tüm ihtişamının üzerindeydi. Rüzgar, sanki bu şehir de dâhil olmak üzere, her şeye sahip olduğunu kanıtlarcasına Ece'yi kendine çekti. Rüzgar, Ece'yi tekrar yere, matların üzerine indirdi. Ellerini Ece’nin beline kenetledi. Ece'nin etek ve gömlekten oluşan resmi kıyafeti, aralarındaki sınırları daha da keskinleştiriyordu. Bu kıyafetler, Ece'nin profesyonel yaşamını temsil ediyordu; Rüzgar ise o yaşamı kendi arzuları için parçalıyordu. Rüzgar, dudaklarını Ece'nin çenesinden boynuna doğru indirdi. Ece'nin nefesi kesildi. "Sana ait olmayı kabullen," diye fısıldadı. "Bu, en azından ikimiz için de dürüstçe olan tek şey." Rüzgar’ın eli, Ece’nin etek ucuna uzandı. Yavaşça yukarı doğru kayarken, Ece’nin tüm vücudunda bir ürperti gezindi. Rüzgar’ın gözleri, Ece’nin şaşkınlığı ve teslimiyeti arasında bocalayan yüzünü izliyordu. Bu bir tahsilat olsa da, Ece’den aldığı her tepkiyi dikkatle kaydediyordu. "Bu lüksün, bu gücün bedelini ödeyeceksin, Ece. Ve ben, bunu zevkle alacağım." Rüzgar, Ece'nin üzerinde duran son kıyafet bariyerlerini aşmaya odaklandı. Ece'yi tamamen soyup kendi de soyununca sertleşmiş erkekliğini Ece'ye yaklaştırdı. Ece'nin yüzündeki paniği görebiliyordu. " Korkma acımayacak." dedi gülümseyerek. Ece titremeye başladı. Bekaretini bu şekilde kaybedeceğini düşünmezdi. Rüzgar sert öpücüklerle erkekliğini Ece'nin içine yavaşça soktu. Ece'nin korkusu kısa bir süre sonra geçmişti ve aldığı hazzın tadını çıkarttı. Rüzgar kucağına aldığı Ece'nin içinde hırçın ritimlerle ileri geri yaparken Ece daha fazla inlemeye başladı. Rüzgar, sonunda Ece'nin altından çekildi. Nefes nefeseydi, teni terden parlıyordu. Yüzündeki soğuk maske geri gelmişti, ama gözlerinin derinliklerinde, az önceki tutkunun bir izi kalmıştı. Ece, matların üzerinde yorgun, zayıf ama tuhaf bir şekilde titrek bir enerjiyle yatıyordu. Rüzgar, yerde yatan yırtılmış gömleği alıp Ece’nin üzerine attı. Bir an önce bu anın bitmesini istiyormuş gibiydi. "Kalk," diye emretti, sesi tekrar iş adamı tonuna dönmüştü. "Yarım saat içinde masanda ol. Kimse burada ne olduğunu bilmeyecek." Ece, yavaşça doğruldu. Vücudunun her bir noktası acıyordu, ama bu acı, utançtan çok farklı, yoğun bir hazla karışıktı. Yırtık gömleği üzerine çekti. Gözleri Rüzgar'ınkilerle buluştu. "Şimdi, Bay Aksel," dedi Ece, yorgunluktan sesi kısılmıştı. "Borcumun yeni bir taksidi ödenmiş oldu, değil mi?" Rüzgar'ın yüzü gerildi. Ece’nin bu kadar hızlı toparlanması onu şaşırtmıştı. Ece, sadece bir kurban değil, aynı zamanda tehlikeli bir rakip olduğunu kanıtlamıştı. "Evet, Ece," dedi, sesi tehditkârdı. "Ama borcun faizi, her geçen gün artıyor. Ve ben, faizi tahsil etmekten asıl borcu tahsil etmekten daha çok zevk alıyorum." Rüzgar, spor çantasından yeni, temiz bir havlu çıkardı. Ozan’ın ameliyatı için ödenen bir milyon dolara rağmen, Ece’nin artık Rüzgar’ın kişisel mülkiyeti olduğunu biliyordu. Kolundaki gümüş bilezik, İstanbul semalarında parlayan bir zincire dönüşmüştü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD