4. Bölüm – Sessizliğin İçinde Bir Cümle
Günlerdir aynı kafeye gidip geliyordu.
Her defasında aynı masaya oturuyor, aynı köşeden dışarıyı izliyordu.
Ama artık bu tekrar, eskisi gibi bir kaçış değil,
bir tür sakin alışkanlığa dönüşmüştü.
Bir sabah, gökyüzü yavaş yavaş gri tonlarından maviye dönerken
elinde eski bir defterle çıktı evden.
Defterin kenarları yıpranmış, sayfaları sararmıştı.
Ama o defter, belki de hayatında kalan tek dürüst şeydi.
Kafeye vardığında, garson sessizce kahvesini getirdi.
Ahmet teşekkür etti ama gözlerini defterden ayırmadı.
İlk sayfada şu cümle yazılıydı:
> “Bir gün, kelimeler beni terk etti.”
Uzun süre o cümleye baktı.
Sonra kalemi eline aldı,
sanki yıllardır susturduğu bir dostla yeniden konuşur gibi
ilk defa bir satır ekledi:
> “Ama ben onları beklemeyi öğrendim.”
Kalem, sayfanın üzerinde biraz titredi.
İlk kelimeler zorla çıktı,
ama sonra sanki içinden bir şey çözülür gibi akmaya başladı.
Yazdıkça elleri değil, kalbi ısınıyordu.
Bir ara kafeden dışarı baktı —
yağmur başlamıştı.
İncecik damlalar cama vurdukça,
kelimelerinin ritmiyle aynı anda düşüyordu sanki.
“Belki de,” dedi içinden,
“hayat bir daha asla tam olmayacak.
Ama eksik kalmak,
bazen tamam olmanın en insanca hâli.”
Kalemi bıraktı, kahvesinden bir yudum aldı.
Kahve ılıktı, tam kararında.
O an fark etti:
Artık ne birini arıyordu ne de bir şeyin bitmesini bekliyordu.
Kendini dinlemeyi öğrenmişti.
Ve defterin sonuna şu cümleyi ekledi:
> “Bazı hikâyeler yazılmak için değil, yaşanmak için gelir insanın kapısına.”
O gün, uzun zaman sonra ilk kez evine yürürken
yağmurun altına yavaş yavaş yürüdü.
Islanmak, artık korktuğu bir şey değildi.
5. Bölüm – Pazar Kahvaltısı
Sabahın gri ışığı pencerenin kenarına vuruyordu.
Ahmet mutfakta, kahve makinesinin tekdüze sesini dinlerken kendiyle konuşur gibi mırıldandı:
“Artık bir şeyleri değiştirmek gerek…”
Telefonuna uzandı, ablasının numarasını buldu.
Bir an tereddüt etti ama bastı.
Üçüncü sinyalde açıldı.
— “Alo?”
— “Benim, Ahmet.”
— “Hayırdır?”
— “Kahvaltıya geliyorum.”
Kısa bir sessizlik. Ardından şaşkın bir tebessüm sesi geldi telefondan.
— “Gerçekten mi? Enişten de evde bugün.”
Ahmet kısa bir nefes aldı.
— “Olsun. Geliyorum.”
---
Yolda hava serindi. Sokaklar pazar sessizliğine bürünmüştü; fırından taze ekmek kokusu yükseliyordu.
Elinde küçük bir poşet vardı — ablasının sevdiği zeytinli çöreklerden.
Apartmanın merdivenlerini çıkarken, içindeki gerginlik adım adım büyüdü.
Kapıya vurdu.
Kapı açıldı. Ablası kapının arkasında, üzerinde rahat bir sabahlık, saçları toplanmış, gözleri sevinçle dolu.
— “Ahmet! Gerçekten geldin.”
— “Dedim ya, kahvaltıya.”
Ablası gülümseyerek kenara çekildi.
İçeride televizyon açıktı, ses kısık. Mutfaktan tabak çatal sesleri geliyordu.
Eniştesi masaya çay dolduruyordu, başını hafifçe kaldırıp kısa bir selam verdi.
Ahmet, montunu çıkarıp sandalyeye astı.
Masaya oturduğunda birkaç saniyelik sessizlik oldu.
Sonra ablası ortalığı yumuşatmak için konuştu:
— “Ne zamandır ortadan kayboldun. Çalışıyor musun hâlâ o yazılar üzerinde?”
— “Ara sıra…” dedi Ahmet.
Biraz sustu, gözleri tabağındaki zeytinlere takılı kaldı.
— “Artık daha az.”
Eniştesi çay bardağını eline aldı, gözünü Ahmet’ten ayırmadan sordu:
— “Bir yerlerde yayınlatmayı düşünmüyor musun?”
Ahmet şaşırdı, bu kadar doğrudan beklememişti.
— “Bilmem… belki.”
Adam kısa bir nefes verip başını salladı.
— “Bence denemelisin. Kötü yazsan bile, en azından içinde kalmaz.”
Ablasının gülümsemesi biraz rahatlamış gibiydi.
Masada konuşmalar ufak ufak çoğaldı:
çayın buharı, ekmek kırıntıları, dışarıdan geçen arabanın sesi...
Bir an için her şey sıradan ama huzurluydu.
Kahvaltı bittiğinde ablası kalktı, tezgâhtan küçük bir kavanoz aldı.
— “Al bunu,” dedi. “Geçen hafta yaptım, kayısı reçeli.”
Ahmet alırken gülümsedi.
— “Sağ ol. Eskisi gibi olmuş mu peki?”
— “Tatmadan anlayamazsın.”
Tam kapıdan çıkarken eniştesi sandalyesinden doğruldu, eli cebinde, bakışı netti.
— “Ahmet,” dedi.
Ahmet döndü.
— “Evet?”
— “Arada bir gel. Ev hep açık.”
Ahmet’in gözleri bir an doldu ama belli etmedi.
Sadece başını eğdi, “Tamam,” dedi.
Kapı kapandı.
Sokakta yürürken, elinde kavanoz, yüzünde belli belirsiz bir tebessüm vardı.
Bir şeylerin yerinden kımıldadığını hissetti.
Ne çok, ne az.
Tam olması gerektiği kadar.
6. Bölüm – Sessiz Günler
Kahvaltının üzerinden birkaç gün geçmişti.
Ev sessizdi yine.
Ahmet sabahları erken uyanıyor ama kalkmakta zorlanıyordu.
Yatakta tavana bakarken, mutfaktan geçen ışığı izliyordu bazen.
Her şey olduğu yerde duruyordu; ama içi, biraz yer değiştirmiş gibiydi.
Pencereyi açtı, rüzgâr perdeyi kaldırdı.
Sokaktan simitçinin sesi geldi,
karşı apartmanda bir kadın çamaşır asıyordu.
Ahmet, uzun süredir dikkat etmediği ayrıntıları fark etti —
camdaki buğu, paspas sesi, ekmek kokusu.
Masaya oturdu.
Bilgisayar açıktı ama ekrana bakmadı.
Defterini aldı, sayfaları çevirdi.
Bir yerinde kalemle yarım bırakılmış bir cümle gördü:
> “Bir şey değişiyor ama ne, bilmiyorum.”
Bir süre o cümleye baktı.
Ne ekleyeceğini bilmedi, sayfayı kapattı.
Sonra montunu alıp dışarı çıktı.
---
Sokaklar ıslaktı.
Bir gece önce yağmur yağmış olmalıydı.
Kaldırım taşlarının arasında küçük su birikintileri,
rüzgârda savrulan birkaç yaprak…
Ahmet adımlarını saymadan yürüdü.
Hiçbir yere yetişmesi gerekmiyordu.
Bakkalın önünde oturan yaşlı adam başını kaldırıp selam verdi.
Ahmet de başıyla karşılık verdi, yürümeye devam etti.
Köşeyi dönerken mahalledeki çocukların kendisine seslendiğini farketti. Kaçırdıkları topu kendilerine atması için sesleniyorlardı.
Ahmet topu alıp çocuklara attı.
Çocuklardan biri gülerek teşekkür ettikten sonra
oyuna döndü.
Ahmet bir an orada kaldı,
elleri cebinde, sessizce.
Bir şey hissetti o an —
küçük ama tanıdık bir sıcaklık.
Uzun zamandır eksik olan bir şeyin
yavaşça yerine oturduğunu fark etti.
---
Eve döndüğünde hava kararmıştı.
Pencereden yağmur başlarken baktı,
bir an sadece izledi.
Masaya geçti, defterini tekrar açtı.
Bu kez sayfanın altına sessizce yazdı:
> “İyileşmek bazen farkında olmadan başlar.”
Kalemi masaya bıraktı,
derin bir nefes aldı.
Ev yine sessizdi,
ama bu kez sessizlik rahatsız etmiyordu.
7. Bölüm – “Bir Cümlenin Geri Dönüşü”
Kafenin kapısı açıldığında dışarıdan içeriye yağmur kokusu ve serin bir rüzgâr doldu.
Ahmet, kapı eşiğinde kısa bir an durdu; sanki buraya adım atmakla eski bir anının kapısını da aralıyormuş gibiydi.
Sessizce pencere kenarına geçti, oturdu.
Lara, tezgâhın arkasından nazik ama ölçülü bir sesle yaklaştı.
“Hoş geldiniz. Ne alırdınız?”
Ahmet, menüye göz gezdirmeden yanıtladı.
“Bir Türk kahvesi, sade olsun. Bir de su alabilir miyim?..
“Tabii, hemen.”
Lara, kahveyi hazırlarken bir an durdu.
Nedensiz bir huzursuzluk çökmüştü içine; göz ucuyla Ahmet’e baktı.
Yüzünü tanımıyor gibiydi ama... bir his, bir anı, bir yankı —
nereden geldiğini çözemediği bir tanıdıklık sızmıştı içine. Geçen günkü gelişini hatırladı, ancak o gün hiç fark etmemişti.
Kahveyi masaya koyarken Ahmet başını kaldırdı.
“Teşekkür ederim.” dedi, ardından dışarıya bakarak ekledi:
“Alışılacak bir sessizliği var buranın gerçekten.”
O an Lara’nın kalbi bir anlığına yerinden sıçradı.
Tepsi elinden düşecek gibi oldu, parmaklarını sıktı, kendini toparladı.
Bu cümle… yıllar önce, o ses…
Bir sonbahar akşamı, ıslak bir banka oturmuş, aynı sözleri ondan duymuştu.
Bir an gözleri büyüdü, nefesi daraldı.
Ama hemen bastırdı o anıyı; sanki kimse fark etmemiş gibi davranmak zorundaydı.
“Evet…” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibi çıkarken.
“ Sessizlik, genelde insana iyi gelir.”
Ahmet dönüp ona baktı.
Bakışlarında belli belirsiz bir tanıma vardı,
ama sanki o da emin olamıyordu —
ya da emin olmak istemiyordu.
Aralarında bir anlık sessizlik kaldı.
Ne müşteri, ne esnaf…
Sadece geçmişin gölgesinde iki yabancı gibi,
her an bir şey hatırlayacakmış ama söylemeye cesaret edemeyecek iki insan.
Yağmur yeniden başladı.
Lara, titreyen parmaklarını arkasında sakladı.
Ahmet’in sesi hâlâ kulaklarındaydı —
ve o ses, yıllardır unuttuğunu sandığı bir gecenin kapısını yeniden aralıyordu.
İç Ses – Lara
O söz… “Alışılacak bir sessizliği var gerçekten.”
Tanıdık, ama neden… hatırlayamıyordum.
Gözlerim istemsizce Ahmet’in yüzüne kaydı.
Bir an için geçmişin gölgesi geçti, sonra kayboldu.
Ve ben hâlâ soruyordum: kimdi o?
Ahmet kahvesinden son bir yudum aldı, ardından hafifçe başını salladı.
“Teşekkür ederim, çok keyifliydi.”
Lara tebessüm etti, sesini ölçülü tuttu.
“Rica ederim. Her zaman bekleriz.”
Ahmet, masadan kalkarken ceketini düzeltti.
Bir an durdu, gözleri Lara’ya takıldı ve kısa bir sessizlik oldu.
Lara içten içe o sessizliğin ardında bir şeyler hissetti, ama gözlerini kaçırdı.
İç sesi (kısa ve net):
O tanıdık sessizlik… yıllardır unutmuş olduğum bir yankı sanki.
Ahmet kapıya yöneldi, sonra geriye dönüp hafifçe başını salladı.
“Görüşürüz.”
Lara, tebessümünü koruyarak cevapladı:
“Yine bekleriz, hoşça kalın.”
Ahmet çıktı, kapı hafifçe çarptı.
Lara, tezgâhın arkasında derin bir nefes aldı, gözleri bir an camda uzaklaşan Ahmet’i takip etti.
Ve o anda, geçmişten gelen bir ipucu hâlâ zihnini kurcalıyordu.
---