Gergin sabah kahvaltısının ardından çok geçmeden kendimi tekrardan odaya atmıştım, Afra ve Yağız yoktu masada. Olmayışları beni şüpheye sokarken hâlâ Edremit'i göremiyor oluşumda artık fazlasıyla can sıkıcı olmuştu. Neler olduysa öğrenmek istiyordum mesela. Kimse bana gelip zahmet edipte açıklama yapmazken aklıma gelen düşünceler beni zihnen ve manen yoruyordu.
Kara kutu açılmıyordu. Aynada kendi kendimi süzdükten sonra göz bebeğin içindeki kahvelerin dağılımının nasıl olduğunu sorgulayacak kadar canım sıkıldığında buna bir son vererek tekrardan çıktım odamdan. Buğra ile konuşabilirdim, konuşmamız gereken çok şey vardı. Ya da Esra ile konuşup biraz rahatlardım. Afra'yı görüp ona tekrardan saldırabilirdim. Onunla dalaşmaktan ileri gitmek beni kalben rahatlatıyordu. Yağız'la konuşurdum. Dün olanlardan bahsetmeyişi beni sinirlendiriyordu. Edremit.. onu görmek isterdim. Ona ne olduğunu deli gibi merak ediyordum.
Tahminlerim doğrultusunda ilerleyip aşağı inecekken merdivenlerden aşağı inen slüet dikkatimi çekmişti, Tarık'ı anımsatan fiziği ve ense traşı ile beni meraklandırırken peşinden inen Buğra'yı gördüm. Merak denilen o huy sızdı damarlarıma. Kendimi merdivenleri inerken bulduğumda kapıda dikilen çocuk önüme geçip durdurdu beni.
"Yağız Beyin kesin emri var, girmeniz yasak. Lütfen, yukarı çıkın."
Beni uyarırken sesinin tonuna bile dikkat ettiğini anlarken tek kaşımı kaldırıp ona bir adım attım. "Neden? Onuda söyledi mi?" Dişlerimin arasından çıkan sert ses tonumun onu korkutması isterken geriye çekilmeyip dikilmeye devam etti. Gerçekten sadıktı patronuna.
Tebrikler. Deniz'den başka yiğitlerde varmış meğer. "Maalesef, siz çıkmayıp diretirseniz odanıza kitlemek zorunda kalacağız. Beni dinleyip yukarı çıkın." Robotik bir tınlaması vardı, konuşurken ara ara durup algılıyor muyum diye kontrol edişi dışında sıradan biriydi. Adının Orçun olduğunu biliyordum sadece. Dün gece bağırmıştı Yağız ona.
Omuz silkerken bu sefer dış kapıya yöneldim, aynı şekilde karşıma dikildi Orçun. Sinirlendiğimi göstermek için gergin bir nefes vermiştim. "Orçun, çekil önümden!" Orçun, ismini bilmemden dolayı anlık bir duraklama yaşarken gözlerimi devirip ittirdim onu. Yana doğru sendeledi ancak hemen toparladı.
Kendine gelmiş olmanın verdiği rahatlıkla, "Sedat, Akkız Hanım'ı odasına götürelim," dedi, sesine gelenler aynı anda bana doğru yürüyünce nefesimi tutarak geri bir adım attım. Hepsine karşı tek olacak kadar salak değildim. Çabalamakta mantıksızdı. Elli üç kilo kızdım ben! Nasıl boyum kadar bacağı olan birine kafa tutayım!?
Zekamı konuşturmam gerekirken, Sedat ve yanında gelen iki kişi üzerime kapaklanarak kollarımdan yakaladıklarında bağırıyordum onlara. Bütün Peñçe duymuş olmalı beni. Sesimin çıktığı kadar bağırırken Buğra ve ya Yağız'ın beni görmesini umut ediyordum.
Bunu hak etmemiştim. Odama kadar yaka paça gideceğimi düşünürken duyduğum sesle kahkaha atacaktım neredeyse. "Orçun, Sedat! Bırakın Akkız'ı! Napıyorsunuz?!" Dünyalara sahip gibiyken kollarından kurtuldum onların. İkiside geri çekilip beni serbest bıraktıklarında karşımda sapasağlam duran kişi Edremit'ten başkası değildi.
Yaşıyordu. "Edremit." Şaşkınlıkla ağzımdan ismi dökülürken gülümsedi bana. Her haliyle özlemiştim onu, diğerleri bana soğuk ve kabayken hâlâ bana sıcaktı Edremit. Benim yüzümden ölecekti bir de. Nasıl ödeyecektim hakkını!? Kaşlarım havadayken şaşkınlığımı pek gizleyemedim doğrusu. Çocukları umursamadan Edremit'e doğru yürüyüp sıkı sıkı sarıldım. Yaşıyordu! Edremit, ölmemişti ve sapasağlamdı.
Afra, o kadar çok üzerime gelmişti ki bir an için ona bir şey oldu sandım. Öyle ki vicdan azabı bile çekmiştim içten içe. Şuanki mutluluğumu anlatsam kelimeler yetmezdi. Geriye çekildiğimde gözlerimin içine bakan kahverengi boncuk gözlerine baktım gülümseyerek. "Kaç gündür nerdesin sen?!" Sinirle hesap sorduğumda tek kaşını kaldırıp omuz silkti.
"Sana hesap vermek zorunda mıyım prenses?"
Gözlerimi devirip, "Hesap vermek değil seni merak ettim," dediğimde dişlerini göstererek gülümsedi. Beyaz güzel dişleri vardı. Onu her haliyle beğenirdi kızlar, çok sempatikti.
"Merak ettin demek.."
Başımı sallarken, "Edremit, Yağız aşağı inmesini yasakladı. Götür onu yoksa ben götüreceğim," dedi katı bir sesle Orçun, ona yandan sert bakışlarımı yollarken Edremit gözlerini kısarak onlara bakıyordu.
"Neden?"
Sedat, "Tarık Güngör burda çünkü," dedi sinirle. "Yağız, Akkız'ı burada görürse bizi öldürür." Şaka yapmadığı hırçın tavırlarından belliyken Tarık'ı görmeyi istediğimi fark ettim, öncelikle ona sağlam bir yumruk atmalıydım, ardından beni ve hiç suçu olmayan insanları kurşunlattığı için bir kafa atabilirdim. O bunu fazlasıyla hak etmişti.
"Tarık burda demek,"dedi sinirle Edremit. "Akkız odana çıkabilirsin, gelirim birazdan."
Kaşlarımı çatarken, "Bende konuşmak istiyorum onunla," diye ısrar ettim, sonuçta eskiye yönelik hatıralar ondada varsa beni düşmanı olarak göremezdi. İkimizde ayrı anılar varsa bu benim yüzümden olmalıydı. Her kimse, beni kullanmıştı ve Yağız'ın ayağına yollayarak ölmemi istedi. Yağız Soydaş, gerçek hali ile dost canlısı değildi. En başından beri beni sevmemişti, öldürmek daha kolay olacaktı onun için.
"Henüz değil," dediğinde Edremit, kaşlarımı çatarak gözlerimi devirdim hoşlanmadığımı belli ederek, gerçek şu ki, en fazla ben hak ediyordum bu konuşmayı. Geçmişte bizi birbirine bağlayan yanlarımız vardı. Tarık Güngör biliyordu.
Benim Akkız olduğumu, Yağız'ın sevgilisi olduğumu, o partide olduğumu.. belkide daha fazlasına sahipti. Bunlar benim bildiklerimdi. Her birimize bir şeyler serpiştirmişti her kimse, bulmacayı bulmaya zorlanıyorduk. Acımasız davrandığı kesindi. Duygudan yoksun ve ölümü ensemizde olduğunu her an hatırlatıp duruyordu.
Ölüm, bir nefes yakınlığında diyebilirdik. "Tarık ile tek başıma benim konuşmam gerek. Hiç biriniz onunla konuşmamanız gerekiyor." Ciddiyetimi korurken Edremit başını olumsuz anlamda salladı, tekrardan onun bulaşmasını istememekle birlikte içeriye girmem gerekiyordu. İki yandan muzderiptim.
"Odana Akkız."
Gözlerimi devirerek, "Asıl sen odana, yeterince tehlikeye attın kendini, şimdi kendi başımın çaresine bakabilirim," dedim sinirle, diğeri hâlâ aramızdaki saçma diyalogtan sıkılmış olmalı ki bizi fazla dinleme gereği bile duymadan kestirip attı.
"Edremit, Akkız odasına dönmeli. İster, iyilikle. İster kötülükle."
Edremit, bana bakışlarını çevirirken gözlerimi devirdim tekrardan. Seçimi bana bırakmaları ne büyük incelikti. Önce itiraz ettim, ardından, "Tamam o halde,"diyerek pes ettiğimde zafer gülümsemesini takındı Edremit. Beni tanımadığı o kadar belliydi ki. "Kendi başıma giderim. Ama bunu asla unutmam!" Kızgın ifademe kanan Edremit'e acırken odaya çıkıp pencere önüne kuruldum hemen.
Tabiki, Tarık Güngör'ü görecektim ve onunla konuşacaktım.
Herkesten daha çok benim onunla konuşmaya ihtiyacım vardı. Onunla konuşup bendeki sırrı tamamlamam gerekirdi. Sabırla bir buçuk saat bekledikten sonra kapıda onun slüetini gördüğümde zaferle sırıttım. Boşuna beklemediğimi fark ederken camı açıp başımı sarkıttım.
"Tarık!" Sessizce bağırıyordum. Başını kaldırıp bana baktığında sırıttı keyifle. Muhtemelen, oda böyle bir şey beklemiyordu ama üzgünüm. Akkız olarak bunu yapmam gerekirdi.
Kaşlarını hayretle kaldırıp otuz iki diş gülümsediğinde, "Yarın Sarıyer'de buluşalım, beni kurşunlattığın kafe," dediğimde imayla güldü. Diğerlerinin ilgisini çekmekten ödüm koparken eliyle onay verdi bana.
"Bekliyor olacağım!" Tarık Güngör, keyiften dört köşe arabasına bindi. Yarıya kadar inik camından bana el sallarken gözlerimi devirip arabasının sokaktan çıkışına kadar seyrettim.
Yarın, bir şekilde çıkıp onunla buluşmaya gidecektim, bu sayede bende gerekli şeyleri bizzat kendim konuşmuş olacaktım. Tek sorun, Yağız Soydaş'ın aşılmaz kurallarından nasıl kurtulacağım olacaktı?! Muhtemelen, yanlız çıkmamı sorun edecekti, tabi sabah uyandığında odada beni bulacak olursa.
Yatağıma uzanıp gözlerimi kapattım. Uyumalıydım artık.