Karanlık odayı aydınlatan sobaya bakarken öksürmeye başlamıştım, öksürük boğazımı yırtarcasına ağzımdan firar ederken nefesimin kesildiğini hissediyordum ara ara. Acıyı unutmaz olmuştum son günlerde. Aksine unutmayacak kadar zihnimde ilerlediğini anlamıştım.
"Su iç Akkız," diye söylendi Edremit. Elindeki bardağı uzatırken içmem gerektiğini ifade ediyordu. Parmaklarım arasına kıskaç yaparak aldığım su bardağını kafama diktim. Su boğazımı rahatlatmıştı birazda olsa. Bardağı Edremit'e geri uzatırken bana bakıyordu merakla. Üç gündür uyuyor, arada hayatta kalmak için zorla yemek yiyordum. Gözlerimi her açtığımda Edremit ile karşılaşıyorduk. Sanki, bana bakmakla yükümlü gibi duruyordu.
"Teşekkürler," diye fısıldadım.
Zifiri karanlıktaydım kaç gündür. Bundan kaynaklı olsa canım sıkılıyordu ve başımdaki ağrı geçmiyordu. "Dışarı çıkabilir miyiz," diye sordum merakla. Biraz rahatlardım en azından. Odaya tıkılı kalmıştım.
Edremit, "Nereye," diye sordu. Dışarı olup her hangi bir yere olurdu bence. "Okulumu aksatıyorum." Harun hoca beni öldürebilirdi. Aklıma yeni gelen okulum vardı bir de.
Edremit beni anlamazken, "Her hangi bir yer olabilir," dedim umursamazca. Doğrulmaya çalışırken Edremit beni durdurdu. "Önce Buğra'ya söylemem lazım," dedi. Ondan izin almak gerekir gibi konuşmuştu ancak özgür bir birey olduğumu unutuyordu. Omuz silkerken, "Tabi, sen konuş," diye söylendim. Edremit, beni bırakıp odadan çıkarken kapıyı kitlememişti. Artık bana güveniyor falan demek saçma olurdu. Sadece halimin olmadığını düşünüyor olmalıydı.
Edremit odadan çıktığı gibi peşinden ayaklanmıştım. Yağız ile konuşmak istiyordum. Her şey benim yüzümden olamazdı. Neden bu şekilde başka biriymişcesine davranıyordu bana? Hastayken üstelik.
Peñçe'nin içini adım kadar iyi bilirken merdivenlerden yukarı çıkıp Yağız'ın odasına girdim. Kapıyı çalmama gerek kalmazken içeride yoktu Yağız. Hayal kırıklığı ile kala kalırken dışarıdan gelen sesler üzerine yatağın kenarına saklandım. Korkmuştum. Kimseyi göremezken nefesimi veriyordum sadece.
"Yağız, bu kız bizim için bir fırsat." Buğra'nın sesiydi bu. Yatağın ucuna oturduğunu hissettim Yağız'ın. Başımı kaldırsam onu görebilecekken korku ile saklanıyordum. "Bu kız.. bizi Kaynarca'ya götürecek." Kimden bahsediyorlardı?
"Buğra, nasıl inandın buna?" Durunca gözlerini devirdiğini tahmin etmiştim sanırım onu çok iyi tanıyordum. "Bu çok salakça. Kızı Peñçe'den çıkar, ne yaparsa yapsın." Ses tonu sertken o kızın kendim olduğumu düşünmeye başlamıştım bile.
"3050 yılındayız. Bundan 50 yıl önce her ne halt olduysa bizi daha anne karnından çıkar çıkmaz kapsüllere alıp ailemizden kopardılar. Sonra yazıp çizip çipi beynimize taktılar. Herkes bunu bilmiyorken.. neden biz bunları bilebiliyoruz?"
Kaşlarımı çatarken neyden bahsettiğini merak etmiştim doğrusu. Kapsül falan derken?
"Çünkü-"
"Çünkü falan yok! Kaynarca her zaman nasıl bir adım önümüzde. Tarık Güngör'ün partisinde olduğunu söyledi bu kız!"
Kaşlarımı çatıyordum. Bu kız deyip durdukları kesinlikle bendim ve bu durumdan hoşlanmamıştım. Ağzına çarpabilirdim üstelik. "Sadece.. bizim gibiler vardı," dedi Yağız. Şaşkın geldi kulaklarıma sesi. Huzur bulduğum sesini ne kadar çok özlemiştim!
"Bu kız yeni girdi on sekiz yaşına. Başındaki ağrılar hala sürüyor ve bizim onu tanımıyor gibi yaptığımızı sanıyor. O kişi her kimse, Akkız'ı bize göndermesinin tek sebebi, Kaynarca' ya ulaşmamızı istiyor. Ya da Kaynarca artık ona ulaşmamızı istiyor."
Kaşlarım çatılırken olanlara anlam veremiyordum. Buğra'nın dedikleri kulağa delice gelirken Yağız'ın inanmama çabaları tuhaftı. Söylediklerini anlamıyordum ve bu beni yoruyordu.
"Nasıl bu kadar eminsin Buğra?"
Yağız, sorusunu merak etmez gibi sorarken Buğra'nın kelimelerini bekliyordum merakla.
Buğra, "O kız benim bile bilmediğim bir gerçeği söyledi bana," diye sessizce söylenirken kaşlarımı çatmıştım.
Yerimden çıkıp çıkmama arasında kalırken, "Kaynarca'yı bulmak istiyorsak eğer, bu kıza ihtiyacımız var Yağız. İster inan, ister inanma," dedi ciddiyetle. Bana ihtiyaçları mı vardı? Zaten biz birlikte Kaynarca'yı aramıyor muyduk?
"On sekiz yaşına yeni girmiş bir liseli." Yağız benim için ilk kez şahsi fikrini belirtirken yutkunmuştum. Onunla geçen vakitlerimiz.. yalanmış meğer. Dudaklarım kururken gözlerim yaşardı acıdan. "Bize sadece ayak bağı olur. Kaynarca zeki bir adam. Nasıl bunca senedir kaçıyor bizden. Şimdi mi onu bulmamızı istiyor? Madem öyle, direk karşımıza çıkardı. Sen yanılıyorsun Buğra."
Yağız ardarda konuştuktan sonra Buğra konuşacakken, "Çık dışarı," dedi ona karşılık. "Aklını başına topla. Sonra da git kendini eğlendir biraz. Böyle çekilmez bir herif oluyorsun!"
Sinirle yumruklarımı sıkarken ben, Buğra odadan çıkmıştı. Yağız, değişik davranıyordu sanki. Bunu sevmedim kesinlikle. Yerimden çıkmamaya kararlıyken saçlarımda hissettiğim el yukarı çekmişti beni. Suçlulukla ona bakıyordum. Saçlarım acıyordu. "Sen," dedi bana kaşlarını çatarak. "Ne işin var burada?"
Umursamazca ona bakarken ellerini ittirdim. Saçlarımı özgür bırakırken ışıldayan sarı saçlarım belime doğru serildi. Gözlerimi ona dikerken, "Seni affetmeyeceğim," dedim sinirle. Sonra tokat attım birden. "Seni öldürsem yeridir!" Bağırışımdan daha çok attığım tokata sinirlenen Yağız bana kaşlarını çatarak bakıyordu.
Uzun boyuna rağmen uzun olduğum için bana sadece bir kafa uzunluğu ile bakıyordu. "Sen bana tokat mı attın?" Fark etmemiş miydi sanki? Gözlerimi devirip dolan gözlerimi kaçırdım ondan.
"Nasıl unuttun her şeyi?" Sorum beni çaresiz kılarken gözleri bana bakıyor anlamaya çalışıyordu. "Ben senin için ölümü bile göze aldım." Göğüsümün üzerindeki bıçak izini görsün, ikna olsun istedim. Üzerimdeki tişörtten kurtulurken sütyenle kalmıştım karşısında. Beyaz tenliydim zaten. Yara bariz gözüküyordu göğüsümün üzerinde. Bıçak darbesiydi.
"Senin yüzünden oldu." Gözlerimden yaşlar akarken Yağız'a bakıyordum. "Ben senin için ölmeye hazırdım hep." Nefesimi vermekle güçlük çekiyordum. Yıkılmıştım. Canım yanmıştı. "Sen beni silip atmış gibisin!" Gözleri gözlerime sabitken ona doğru bir adım attım.
"Beni hiç mi sevmedin?"
Yağız sessizce bana bakarken üzerindeki tişörtü çıkartıp bana uzattı. "Giyin şunu." Ses tonu sertken umursamazca tişörtüne baktım.
"Önemsiyormuş gibi!"
Kendi dediğime kahkaha atarken tişörtü uzattı yeniden Yağız.
"Giyin!" Sesi katıydı.
Tişörtünü aldım. Yağız kokuyordu. Giyinmek istiyordum. Ona aitmiş gibi yeniden hissettirirdi belki. Bana bakarken üzerime geçirdim tişörtü. Bütün kokusu beni sarmalarken ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Başımdaki ağrı artarken ona baktım. "Seni çok sevmiştim ben."
Sonrası karanlıktı.
♤
Başımdaki ağrı son bulmuştu sanki. İlk kez uyanırken kendimi rahat ve sağlam hissediyordum. Kaşlarım uzun süre ardından çatıklığını geride bırakırken olduğum yatak beni neyin rahatlattığını anlatmıştı. Yağız'ın odasında, onun yatağının içindeydim çünkü.
Gülümserken onun yastığını kokladım banyo etmişti muhtemelen. Saçlarının kokusu etrafa yayılmış, naneli şeker tadı veriyordu. Gözlerim onu ararken kapı çaldı. "Gel," dedim düz bir sesle. Kapıdan içeri giren Esra olurken ona bakıyordum şaşkınca.
"Merhaba," dedi bana bakarken. Ona nasıl baktıysam gülümsedi. "Beni Yağız gönderdi," derken yataktaki halime baktı. "Anlaşılan gece ateşli geçti." Gülüyordu kendi dediklerine. Sertçe bakarken gülümsemesi suratında kaskatı kesilmiş, asıl sebebe gelmişti. "Sana giyecek bir şeyler getirdim."
Çantasını açıp içerisinden şortla askılı bir atlet çıkardı. "Yaza doğru geçince bunları tercih ettim. Sorun olmaz umarım." Başımı sallarken siyah şorta ve beyaz atlete baktım. "Giyin sen. Kahvaltıda bekliyoruz seni." Başımı sallarken üzerimdeki tişörtten vazgeçemeyerek sadece şort giydim altıma. Böylelikle, sanki tişört bana elbise gibi olmuştu. Sarı saçlarımı ellerimle düzeltip salık bırakırken ağır adımlarla Peñçe'nin balkonuna ilerledim odadan çıktıktan sonra.
Kahvaltılar orada yapılırdı. Bazen orada gece vakti yatıp yıldızları izlerdik. Güzel günlerdi. Balkon kapısından içeri girdiğimde herkes bana bakarken onlara gözlerimi devirip boş olan sandalyeye yürüdüm. Yanımda Edremit, diğer yanımda da Esra vardı. Masa krallar gibi kurulmuş, eksik hiçbir şey yoktu. Karnımdan gelecek olan gurultuyu hissedince nefesimi üfleyerek iki büklüm oldum.
Rezil olmak istemiyordum kesinlikle.
"İyi misin," diye sordu Edremit. Başımı sallarken, "Hadi yiyelim," dedi Buğra. Herkes yemeğe başlayınca kendimi daha iyi hissederek önüme istediğim şeylerden almıştım. Onlar kendi aralarında konuşurken ben sessizce yemeğimi yiyordum. Hep böyle yapardım zaten. Onlar konuşurken yemek yiyen taraftım ben.
Kahvaltım bittiğinde kalkmak için yeltenmek yerine arkama yaslanıp Yağız'ı izlemeye koyuldum. Güzel yüzünde mimik oynamazken dolgun dudakları vardı. Onları öpmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki! Bana bakarken içimi ısıtan gözleri boşluğa bakar gibiydi. Duygusuzca.
Buna dayanamayarak nefesimi verdim. "Afiyet olsun," dedim ayağa kalkarken. O sırada bütün gözleri üzerime toplarken Yağız'ın mimiği bile oynamadı.
"Konuşmamız gerekenler var." Buğra rahatça bana bakarken gözlerimi devirdim. Daha konuşalacak ne kaldı ki?
"Gerek yok," diye kestirip attım. Pes etmeyecektim demeye bir günde derman bırakmamışlardı. Boşlukta uyanmıştım, hiçbir şey olduğu gibi değildi. Berbattı.
"Gerek var," dedi Buğra üstüne bastıra bastıra. "Konuşacağız."
Omuz silkerken, "Siz beni daha önce tanımıyordunuz, beni hayatınızda bir kere bile görmediniz," dedim zihnimde dolanan birlikte olan anılarımıza rağmen. "Yalancının teki olduğumu söylüyorum. Size bay bay." Nefesimi verirken omuzlarımı dikleştirip kendimi kanıtlama gafletine giriştim. "Hayatıma siz olmadandan devam edebilirim."
Arkamı dönerken içimden dualar ediyordum. Yağız'ın beni durdurup delicesine sarılmasını isterken. Hayal ya, olmadı. Onun yerine, Edremit önümü keserek, "Buğra ile konuş," diye emir verdi. Suyundan mıdır, nedir bilemiyorum ama emir vermek herkese düşüyordu.
"Akkız," dedi Buğra. "Bizimle çalışmak istemez misin?" Sorusu sanki dünya var eder gibiydi. Ama bilmiyorlardı ki benim dünyamı onlar başıma yıkıp öylece izlememişler miydi?
"Hayır," dedim kollarımı göğüs hizamda bağlayarak. "On sekiz yaşında bir lise bebesiyim," dedim Yağız'ı taklit ederek. "Benden mi medet bekliyorsunuz? Koskocaman Yağız Soydaş, bir liselinin yardımına mı kaldı?"