Alya, fazlasıyla sıkıldığını söylerken ben rahat bir ifadeyle yatağa uzanıp gözlerimi tavana dikmiştim, kendime çizdiğim yolda büyük soru işaretleri vardı kafamda. Sorular beynimi kemirip beni ruhsal yıkıma hazırken Alya söylenmeye devam ediyordu.
"3000 yılında, olan olay sence neydi?"
Gözlerimi devirirken, "Şuan içinde olduğumuz durumu düşünmen gerek Alya," diyerek bıkkınlıkla nefes aldım. "Bize bunun kimin yaptığını ya da?"
"Piyon olmaktan bahsediyorsun ama aslında piyon olan son kişi bile biz değiliz."
Kaşlarımı çatarak yerimde doğrulup Alya'ya kitledim bakışlarımı. Sakin bir tavır takınarak basitçe bir olayın içine girmişti. "Sen gittiğinde olanları kendi kendime düşündüm ve bir sonuca vardım."
Merakla, "Ne sonucu," diye sordum.
Kaşları ahenkle düz bir çizgi halini aldı, dudakları ise büzüldü Alya'nın. Mimiklerine kadar izliyordum heyecanla. "Biz kimin iyi, kimin kötü olduğunu biliyoruz ama onlar henüz hiçbiri farkında değil. Gerçek olup olmadığı ile ilgili bir karara varmadan bizim gerçeği öğrenmemiz gerekiyor. Yani.. Deniz'i takip etmeliyiz!"
Kulağa mantıklı gelirken heyecanla Alya'nın üzerine eğilip anlından sulu sulu öptüm. "Aferin benim minik kızıma!" Tezahüratlar yaparak onu güldürürken elini uzattı bana.
"İkimiz, birbirimiz için. Sonsuza denk."
Gülümseyerek tekrar ettim. "İkimiz, birbirimiz için. Sonsuza denk." Elimi onun eline koyunca geriye doğru çekti.
"Biraz daha düşünmeliyiz. Aklımızı çalıştırmamız lazım en azından."
"Ben zaten akıllı biriyim," derken Alya dilini çıkarttı. Arsız, yaramaz bir kız çocuğunu andırmıştı gözümde. Ona gülerken sesimizi bölen kapının açılıp içeri Buğra girmesi olurken Alya, Buğra'yı görmenin verdiği bir keyifle sırıttı.
"Selam Buğra." Buğra gözlerini devirip Alya'yı süzdükten sonra bana çevirdi bakışlarını.
"Konuşalım."
Omuz silkerken, "Seninle benim hiç konuşacak bir şeyimiz yok, gerekli yerlerle ben irtibata geçeceğim, sana teşekkürler," diyerek alayla süzdüm onu. Tek taraf olmak güzeldi. Artık, sadece kendim ve bana ait düşünceler vardı.
"Ve Buğra," dedi araya girerek Alya. "İstersen bambaşka biri ol, benim tanıdığım Buğra olarak kalacaksın."
Alya'ya üstten bir bakış atan Buğra, kaşlarını çatarak, "Senin tanıdığın Buğra ile gerçek Buğra arasında dağlar kadar fark var ama sen nasıl istersen," derken ses tonu alaya alır gibiydi. "Ama.. aynı tepkileri alabileceğin konusunda kararsız olduğumu söyleyebilirim."
İkisi arasında konuşmanın büyüyüp tartışma boyutuna geçmesinin bana bir faydası olmayacağı kesinken araya girerek Buğra'nın gözünün içine baktım. "Neden geldiğinin benim için bir önemi yok, Yağız ve Edremit dışında kimse ile muhattap olmayı düşünmüyorum. Şimdiden kararıma saygı duyacağın için sağ ol. Kapıyı üzerine örterken sessiz olursan, çocuk uyanmaz. Görüşürüz Buğra!"
Gözlerimi devirip arkamı döndüğüm sırada Alya'nın suratında sinsi bir sırıtış vardı, bu sırıtmadan hiç hoşlanmasamda Alya sıklıkla bu şekilde sırıtıp karşısındakini sinir etmeye bayılırdı. Hoş bir davranış değildi kesinlikle.
"Akkız, Yağız seninle konuşmak istiyor."
Arkamı dönmeden önce vereceğim tepkiyi ölçmüştüm zihnimde. Önce geçerliliğini bilmem lazımdı, Deniz'i öne sürmeden onun ne iş olduğunu öğrenmem gerekti.
Ondan öncede Yağız ile konuşmak için erkendi. Onu görünce içimdeki hislere engel olmaya çalışmayı da öğrenmeliydim. Yeniden onu tanır gibi davranmalı, Yağız'ı ilk kez görmüş gibi olmalıydım.
İlk kez. "Buğra, müsait değilim henüz. Sonra." Tek kaşını kaldırırken Buğra koltuğun üzerine bıraktım kendimi. "Uyumam lazım.. başım ağrıyor." Her ne kadar yalan sayılmasada başımda hala geçmeyen bir ağrı vardı.
Buğra tepki vermeden uzaklaşırken Alya bana baktı inanamıyor gibiydi. "Az önce sen Yağız Soydaş'ı reddetmiş olabilir misin?"
Dediğine gözlerimi devirirken, "Aynı kişi değiller onlar," diye mırıldandım. Aşık olduğum kişi değildi. O olmuş olsa bunu demezdim. O da benimle konuşmak için adamını yollamazdı.
Şimdi her şey en baştandı. Onları tanımaya çalışacaktım. Başarmak için bir gayretim olması gerekti, bende en baştan bunu kazımıştım beynime.
Sevdiğim adam Yağız Soydaş değildi.
Onu ben gerçekten sevmiş bile olmayabilirdim. Birinin hayal gücü benim bir şeyler hissetmeme neden olmuştu. Beynimin içindeki çip olmasa ona aşık olmayacaktım. Ondan etkilenmeyebilirdim bile.
Bunu hatırlamalıydım en çokta. Bu gerçek beynime kazılmalıydı.
Ben Akkız olabilirdim ama o Yağız Soydaş değildi. Benim tanıdığım Yağız Soydaş değildi.
•
İki gün olmuştu. İki gün boyunca oda içerisinde vakit geçirip Edremit'in bana eşlik edebildiği kadarıyla hava almış, onun dışında yeniden odaya dönmek zorunda kalmıştım. Benden korkmaya başladıklarını bile düşünüp kafayı yeme noktasına geldiğimde Alya aramıştı. Edremit, geçen gün onu müsait olduğu zaman evine bırakmıştı, herşeyden bir haber olan annesine yalan söyleyerek geçiştirmesine kızsamda sessiz kalmıştım.
Düşününce herkes kulağa o kadar masum geliyordu ki. Kimsenin istemediği bir sistem dayatılmıştı. Manyakça bir şey olduğunun farkındaydım ancak olay bunlardan ibaretti. Alya'nın annesi her ne kadar on sekiz yıl ondan ayrıda kalsa şuanda yanında, kızının başını okşayabiliyordu. Yapayalnız kalan bendim. Kimsem yoktu.
Telefonu açtığımda, "Hazırım ben," diye cırladı tek bir kelime dahi etmeden.
Alya'yı bu işe katmanın gerçekten berbat bir fikir olduğuna emindim ancak bundan başka bir çaremin olmayışı bunu tek yol kılmıştı.
Aklını kullanması ve bu gizemi birlikte yıkmamız lazımdı. Düşünmeden hareket etmek bizim için hata olurdu, sessiz ve inceden hareketlenmeliydik.
"Sarıyer'de buluşalım."
Alya karşı taraftan kıkırdarken gözlerimi devirdim. "Atlatabilecek misin onları?" Sorusu üzerine aklıma yatan planı gözden geçirip onay verdim. Bu basit bir dışarı gezmesi kimse bir şey dememeliydi ancak pürüzler olursa karşılığıda olacaktı. En azından bir kaç kelime düşündüm takılmadan söyledikten sonra bir sorun olmazdı.
Telefonu kapattıktan sonra aynada halime çeki düzen vermiştim. Sabah kalktığımda saçlarımı tepeden at kuyruğu yapıp Esra'nın burada bıraktığı malzemeleri kullanarak gözlerimi ön plana çıkarmıştım, nemlendirici sürdükten sonra kendi halimi güzel bulduğumu söylerdim.
Zaten çirkin bir kız değildim. Makyaj ile dahada belli oluyordu yüz hatları. Bu yüzden ara ara kafama estiği zaman yapardım. Aynada kendimi onayladığımda kapı çalmıştı, kapıdan yana çevirdiğim gözlerimi, "Gel," sesi devam ettirmişti. Kapı açılırken kimin olacağını merakla beklerken, kapının ucunda beliren kişi tahmin ettiğim gibi Edremit'ti.
Gözlerimi devirirken, "Sürekli beni kontrol mü edeceksin," diye alayla sorduktan sonra çantamı aldım, bana yeni bir çanta, yeni bir telefon ve yeni eşyalar almışlardı. Cömertlikleri (!), yüzlerine nur gibi yansımıştı.
"Bir yere mi gidiyorsun?"
"Hı hı," dedim mırıldanarak. Konuşup nefesimi bile yormak istemiyordum.
"Tamam, kapıda seni bekliyorum o zaman."
"Tek başıma," diye bastırdım gözlerimi dikerken üzerine. "Tek başıma. Yani, sen işine geri dönerken ben işime devam ediyorum."
"Seni yanlız bırakamam, artık bizim himayemizdesin." Edremit'e üstten bakıp suratına yumruk atmak isterken bunu yapamayacağım için derin bir nefes alıp önüme gelen saçımı kulağımın arkasına ittirdim.
Rüzgar kapıdan içeri girdikçe saçım önüme geliyordu, bu durum beni iyiden iyiye rahatsız ederken, "Sizin himayenizde falan değilim, kendinizi kandırmayın," dedim ona imayla. "Ben gidiyorum, akşama doğru gelirim."
İkisinin kendine olan güveni, beni sindirmeye yönelikti. Eskiden çoğu şeyi alttan alabilirken şimdi her şeyde kendimi öne atma ihtiyacı duymak sinirlerimi bozsada başka bir yolu yoktu.
Sürekli kendime bunu hatırlatacak gibi duruyordum. Açık kapıdan çıkıp koridora ilerlediğimde sabah olduğu için etrafın boş ve sessiz olduğunu gözden kaçırmamıştım, Peñçe'ye gündüz vakti tanıdık dışında kimse alınmıyordu. Olanlarda tanıdıklardan ibaretti.
Adım sesleri koridorda yankı yaparken Yağız'ın odasının önünden geçerken adımlarım yavaşlamıştı istemsizce. İkimizin odası, şimdi yanından geçerken dinlemek için çabaladığım bir oda olmuştu.
İçeriden her hangi bir ses gelmezken yürümeye devam etmiştim. Peñçe'yi geride bırakırken dış kapıda duran Deniz'i arkamda bırakmış, buluşmak için Sarıyer'e inmiştim.
Sahil boyu yürümeden önce Alya ile sıklıkla geldiğimiz küçük bir kafeye geldim, kapıdan girer girmez Alya elini sallarken ona doğru yürüdüm usulca. Küçük bir kafeydi, sahilin kenarında uğrak bir yer diyebilirdim. Her geldiğimizde oturmaya yer arıyorduk.
"Hoşgeldin Akkız."
Gülümserken sarıldım ona. "Hoşbulduk." Üzerimdeki ceketi çıkarıp koyduktan sonra sandalyeyi çekip oturdum. Alya da oturunca, nefesimi verip ona bakmıştım.
Heyecanlıydı. Benden kalır yoktu, ikimizinde içinde anlaşılmaz bir heyecan vardı. "Şimdi, nasıl yapıyoruz," diye sorunca Alya geriye yaslanıp gözlerimi diktim ona. Koskocaman açmış, beni dinliyordu.
"İki gündür, Deniz'i gözlemliyorum. İlgi çekecek hiçbir davranışı yoktu. Kimseyle gizli gizli konuşmuyor, her biri ona çok güveniyor gibi."
"Nasıl yani," dedi dehşete düşerek Alya. "Takip etmiyor muyuz?"
Olumsuz anlamda başımı salladım. "Adamın şüpheli hareketi bile yok." Kendi dediğime neredeyse inanacak iken Alya suratını asıp geriye yaslandı. Küçük çocuklar gibiydi, bize küsmesi eksikti. Çok güzel.
"O zaman, boşa geldik."
Gözlerimi devirirken fısıldadım daha kulağa hoş gelsin diye.
"Susanların, sessizliğinde gizledikleri bir şey vardır."
Alya, gözlerini devirirken, "Duymadım seni, biraz daha sesli konuşur musun," diye azarlayınca omuz silkerek sırıttım.
İki edebiyat yapmaya gelmiyordu.
"Diyorum ki, birazdan çıkacak Peñçe'den. Onu Edremit ile konuşurken duydum. Edremit, geç kalma falan dedi. Bizde peşine takılıp gerçekleri öğreneceğiz."
Alya'nın gözleri tekrardan parlarken gelen çayları birbirine vurup sırıta sırıta içmiştik, ben gerçeklere olan inancımı Deniz'in hain olmasına ümit bağlarken sanki Deniz'in ortaya çıkan hainliği ile her şey eskiye dönecek gibi hissetmem normal değildi.
Ama ümit olmadan yaşanmazdı.
"O zaman kalkalım mı artık?"
Alya'ya başımı sallarken çantamdan çıkardığım parayı masanın üzerine bırakmıştım. Çanta ile gelen bir miktar paraydı bu. Çantayı düşünen ince düşünmüştü.
Üstelik, ikna etmem gereken şeyler vardı öncelikle kendimi. Kafeden çıkıp Peñçe'ye ilerlemeden bindiğimiz taksici amca, bu ulaşım sorunumuz için yeterli bir çözüm olarak gelmişti. Peñçe'nin sokağının başında durup beklemeye başladık.
"İnmeyecek misiniz?" Orta yaşlarında olan taksici, bize soru sorduğunda konuşacaktım ki araya Alya girmişti.
"Abi, takip olayı var. Neyse paran vereceğiz valla."
Adamın gözleri aynadan bizi bulurken, "Silahlı adamlarsa ben yokum, benim çoluğum çocuğum var vallahi," dediğinde adamın haline üzülmüştüm, Deniz'in silahsız olmadığını bildiğim için içim gidince Alya'nın bacağına çimdik attım. O acıyla inlerken, "Neydi bizim ücret," dedim. Çoluk çocuk.. düşününce aslında adamın yalan söylediğini anlamamak mümkün değildi.
Çocuk devri kaldırmıştı, dünya artık yetişkin bireylerden ibaretti. "Elli lira yeter." Başımı sallarken parayı uzattım hızla, ardından Alya'yı çekiştirip onu indirdim taksiden. Giden arabanın arkasından bakarken ben Alya homurdandı sinirle.
"Şimdi nasıl gideceğiz?"
Gülümserken, "Bizde bir şeyler düşündük heralde," diyerek göz kırptım ukalaca. Devrin insanları olamasakta geçmişimize dayalı bazı şeylerin basit çözümleri vardı. Takip programından Deniz'in yerini kontrol ederken Edremit'in kendi işini halletmek için bana yardım ettiğini fark etmeyişini hatırlayarak sırıttım.
"Ee, şimdi nasıl gidiyoruz?" Sorusu üzerine ileride görünen metroyu işaret ettim. Bir yerden bir yere ulaşmak için toplu taşıma araçlarını kullanabilirdik. Üstelik, bizim için bildiğimiz bir adrese gidecektik. İçimden bir ses.. Deniz'in gerçekten bir hain olduğunu fısıldıyordu. Ve her kimse bunu bilmemizi isteyen ona ulaşmamız için bizi göndermişti Yağız'a.
Biz bir basamaktık. Üzerimize basa basa çıkmaları için gelmiştik belkide Dünya'ya.
Metroya binmeden önce Deniz'in son durumunu kontrol ederken gideceği yeri bildiğimizi biliyordum. Bu anı daha önceden yaşamıştık, Deniz'in öldüğü o gece.. nefesimi üflerken gergin bir şekilde Alya'ya baktım, bu durumda bile onu düşünmeden edemiyordum. Ailesi vardı, gerçekten onu doğuran annesi yıllar sonra ona kavuşmuştu.
Benim hayal edemeyeceğim lükslere sahipken benim yüzümden zarar görebilirdi, bunu gerçekten istemem. Alya benim tek hazinemdi.
"Alya," dedim boş bulduğumuz yere otururken. "Yanımda olman çok ama çok güzel bir şey ama bunu sana yaparsam gerçekten bencilce olur."
Kaşları çatılırken, "Bunu kendim istiyorum Akkız," dedi sinirle bakıp gözlerinide devirirken. "Sen fazla abartıyorsun."
"O olanları hiç yaşamadık aslında, sandığımız gibi ilerlemezse bu işler? O zaman ne olacak?"
Alya sırıtırken yüzü gevşedi.
"Yeni bir sayfa açmak aynı kişilerle fena olmaz. Deneyebiliriz bence. Belki.. bu sefer şansım yaver gider. Buğra beni kabullenir?" Buğra ile Alya'nın arasında geçinmek adına hiçbir şey yoktu. Sürekli birbiri ile alay edip görmezden gelirlerdi. İçten içe Alya kırılırdı, Buğra bunu fark etmez ve yeniden başlardı. Onu her gün görüp alay etme duygusu onu o kadar çok benimsemişti ki, alışagelmiş bir durum olmuştu.
Hepimiz biliyorduk. Onlar birbirini seven ama anlaşamayan iki kardeş gibilerdi. "Bilmiyorum Alya.. sanırım biraz korkuyorum." Doğruydu, ben son zamanlarda korkuyordum.
Tanıdık kimse yoktu.
Önüme dönüp iç çekerken Alya omzuma dokunup yumruğunu uzattı, yumruğumu uzatıp onun yumruğu ile tokuşturup gülümsedim.
"Biz bu işin altındanda kalkabiliriz!"
Doğruydu, yapabilirdik. "Güven bize dostum." Alya'nın tesellileri beni motive ederken kalan durak sayısına bakarak parmaklarımı oynattım ardarda.
Metro çıkışında Alya, "Bana tanıdık geldi," dedi gördüğümüz alışveriş merkezini kast ederek. Alışveriş merkezinden ileri gitmiştik o günde. Ara sokağa girdiğimizde göreceğimiz büyük kırmızı kalın harflerle yazan küçük bara gidecektik.
"Öyle." İkimiz aynı yöne yönelirken avuç içlerim terliyordu kasılmaktan. Deniz ikinci kere hayatını kaybetme ihtimali vardı, ikinci kere ölecekti belkide. Düşününce acı veriyordu birinin benim yüzümden hayatını kaybetmiş olması.
Alışveriş merkezini arkadan dönüp ara sokağa daldığımızda Alya, "Her şey aynı Akkız, artık birilerinden yardım istemeliyiz," dedi imayla bakarken yazılara. Kocaman yazan, kırmızı yazıya. KAPAN. Kapandı, Deniz'in kapana sıkıştığı yerdi.
"Her şey netleşmeden arayamam." Diretirken Alya gözlerini devirirken Kapan'ı aşmak için kapıda bekleyen ağır abileri görüp duraklamak zorunda kaldık.
"On sekiz yaşından küçükleri almıyoruz." Aslında.. düşününce on sekiz yaşından küçük biri yoktu hayatta. Hepsi benim gibi, bizim gibiydi. Yine de hiç bir şeyden habersiz olmak. Mantıklı değildi. Gerçekten mantıklı değildi.
"Reşitiz," diyerek kimliğimi uzattım. Edremit o işide halletmişti.
Adam kimliğimi inceledikten sonra, "Giriş yapabilirsiniz," diyerek iki yana ayrıldılar. Aralarından sıvışırken Alya fısıldayarak konuştu.
"Burdan sonrası bana tehlikeli geldi. Birini arayalım."
Benim içimde rahat değilken Yağız'ı aradım, açmasını beklerken suratıma kapanan telefon dişlerimi sıkmama neden oldu. Gözlerimi devirip yeniden nefes aldım. Sırayla Buğra, ardından Edremit'i aradım. Hepsi anlaşmış gibi kapatırken suratıma, Edremit'e mesaj attım son çare. Görürse diye.
Üç saat sonra hala benden bir haber alamazsanız atacağım konuma gelin.
Fazlasını yazmaya gerek duymazken telefonumu kapatıp cebime koydum, ikimiz ilerlerken peşimizden gelen korumaların yere yansıyan gölgeleri gözüme çarparken boka bastığımızı rahatça söyleyebilirdim.
İçimdeki ses bana kötü şeyleri ima ederken kaşlarımı çatarak gölgeleri saydım çaktırmadan, iki slüet vardı arkamızda. "Tuvaletin yerini hatırlıyor musun Alya?" Merakla sorarken hızlı adımlarla yürüyorduk, arkamızda bizi takip eden adamlarla belirli bir mesafe korunurken Alya'ya zarar gelmesinden deli gibi korkuyor, aklıma gelenleri dile getiriyordum.
"Hı hı."
"Ben arkadakileri halledeceğim, hızla koşup kendini kilitle. Telefonla ara ve her hangi birine ulaşıp yerimizi söyle. Eğer hala geldiklerinde yaşıyorsak, görüşürüz."
Alya bana bakarken ışıklandırmalı alana girmiştik bile, sıradan bir bardı. Bar tabureleri belirli sırayla dizilmiş, etrafta loş bir hava verilmişti. Siyah, kırmızı ışıklandırma heyecanı yüksek, geriyordu insanı. "Anladın mı," diye dönüp sorduğumda ona telefonumu uzattım. "Şimdi!"
Alya, koşmaya başladığında arkama dönüp peşimizden gelen adamlara kısa bir bakış attım. Biri heybeti ile ürkütürken, diğeri enine doğru olan bir adam vardı. "Nereye Akkız Hanım?" Alayla dudaklarından ismim dökülürken kaşlarımı çatarak üzerimdeki ceketi çıkardım, altımda rahat bir tişört vardı.
İsmimi biliyorlardı. "Tuzak.." Ağzımdan çıkan sese engel olamazken diğerleri keyiflice sırıttı.
"Fazla zeki," dedi alayla uzun olan. Diğeri gülerek onaylarken kendimi korumak adına bir adım geriye gidip hızla etrafımı gözden geçirdim. "Ama her zeki şeyin hazin bir sonu var," dedi imayla kısa kalan. Üzerime bir adım yürürken dişleri görünecek şekilde gülümsedi.
Beynimde kayıtlı olan anılar zihnime gölge olurken üzerime doğru gelen uzun adamı bekledim yerimde, basit bir denklemdi. Ben zaten kendimi koruyacak kadar dövüşebiliyordum. Zihnime özellikle yazılan nadir bir histi.. aslında benden olmayan.
Kolunu kaldırıp beni etkisiz hale getirmeye çalışan uzun adama alttan bir bakış atarak bana uzattığı kolu sertçe yakaladım, sabitlemek için debelenirken diğer elini kaldırıp bana vurmak için kaldırdığında diğer elimle yakaladım. Kollarını zapt etmeye çalışmazken, "Herkes ayrı bir aptal," dedim sinirle.
Bacağımı sertçe kaldırıp uygunsuz bir yerine geçirirken titreyen kollarımı zorlayan kolları geriye çekilerek iki büklüm kalmıştı, fırsat kollayan diğeri üzerime doğru yürüdüğünü görünce diğerine tekme atarak geriye doğru savurdum. Diğerinin ayak ucuna doğru düşmüştü.
Kaçmaya çalışıyordum. Arkamı döner dönmez içki şişeleri gözüme çarpınca bar taburesine çıkıp barmenin olduğu kısmı attım kendimi. Elime gelen her şişeyi onlara doğru fırlatırken birinin bir an önce gelmesi için dualar ediyordum içimden. "Gelmeyin!" Ses tonum boğazımdan yırtılırcasına çıkarken kurtulamayacağımı düşünmeye başlamıştım bile. Sanırım, benim hikayem burda son bulacaktı.
Elimdeki içki şişelerinin hepsini harcadığımda hala ayakta duran adamlar bana alayla baktılar. "Bitti mi?" Sorusu üzerine kahkaha atan uzun boylu, diğerinin omzuna koydu elini.
"Bitti.. bizide bitirdi küçük kız."
Kaşlarım çatılırken, "Ne istiyorsunuz benden," diye bağırdım sinirle. Beni tanıyor olmaları, bir kaç şeyi aklıma takıyordu doğrusu. Ama, o olup olmadığı ihtimali vardı.
"Ne mi istiyoruz," dedi kısa olan. "Seni istiyoruz. Akkız Hanım, Kaynarca sizinle görüşmek istiyor."
Gözlerimi devirirken, "Yalancı," dedim ona. Yalan söylüyordu. Beni öldürecekti muhtemelen. "Beni öldüreceksiniz." Kulağıma dolan gerçekler yerimde kaskatı kesilmeme neden olmuştu. Bir çok kere yaralandım ancak hiçbiri gerçek değildi. Aslında hiç yaşanılmayan şeylerdi. Şimdi.. bu düşünceler sıyırmama neden olabilirdi.
"Hayır," dedi. "En azından şimdilik seni öldürmeyeceğiz. Seni bekledik, kaç gündür. Zorluk çıkarma daha fazla. Canını yakmak istemiyoruz ikimizde." İnandırıcı gelmezken ona inanma ihtimalimi sorguladım kendi kendime ve inanmamaya karar verdim. Kim bu kadar kötü bir yalana hemen inanırdı ki!?
"Beni öldürmek için biraz daha beklemeniz lazım." Sinirle geriye doğru baktım, kaçacak bir delik olmalıydı en azından.
"Yolun sonu ufaklık." Kaşlarım çatılırken ayağımın ucunda duran demir parçasına uzanmak için yeltendiğimde arkamdan belime sarılan güçlü kolları fark edemedim, çırpınmaya ramak kalmadan eli ağzıma kapattı.
"Bir veledi bile yakalayamıyorsunuz!" Deniz'in sesini arkamdan duyarken ağzımı kapatan ellerini ısırmaya çalıştım, dişlerimi etine geçirirken sinirle soludu. "Elimi rahat bırak artık ufaklık!" Kaşlarımı çatarken, "Diğerini sandalyeye bağladım, o burda kalacak. Akkız'ı götürüyorum ben. Siz diğerleri gelene kadar burda kalın. Sonra dağılırsınız," diye ekledi diğerlerine göre hitaben.
Bağırmam boğukça dağılırken ortamda attığım tekme ve çabalarım boşaydı. Deniz, beni bir çırpıda havaya kaldırıp barın dışına doğru sürüklerken gözlerimin dolduğunu hissettim. "Şimdi, iyi uykular ufaklık." Başımda ağır metalik bir parça hissederken gözümden akan yaş ile gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtım, o vardı yanımda. Gözlerimi kapatırkende o olsun isterdim...
Kurtar beni sevgilim. Senden gelen her şeye bir ömür.
Gelemesende.. kurtaramasanda beni.. ben seni çok sevdim adam.
Başkasının yazdığı hayallerde seninle olan her şeyi sevdim.
Sevdim işte.