0.2 Yeniden Doğmak

1594 Words
Hastane odasında gözlerimi açtığım anda başıma giren ağrı dişlerimin birbirine sertçe vurmasına, ağrıdan iki büklüm olmama sebep olmuştu. Ağzımdan kaçan çığlık, odada yankı yapınca olduğum yerde irkildim. Kendi sesime verdiğim tepki durumun vaziyetini gösterirken derin derin nefes almaya başlamıştım. En son.. okuldaydım. Sonra neler olup bittiğini, nasıl buraya geldiğimi hatırlamıyordum. Hastane odasında açmıştım gözlerimi. Başımda anlamlandıramadığım bir ağrı vardı, üstelik o kadar şiddetliydi ki bütün bedenimi sarsmaya yetmişti. Canım yanıyordu fena şekilde. Olduğum yerde ağlamamak için direniyordum. Sanki.. ağlayacak olursam güçsüz olduğumun herkes farkına varacak, bu durumdan sonsuza kadar yararlanmak için fırsat kollayacaklardır gibi.. Korkuyordum. "Yardım edin!" Sessiz çırpınışıma baş ucumdaki düğmeye basarak son verirken baş ağrıyı unutmaya çabaladım, şiddeti beni korkuturken istemsiz aklıma onlarca şey geliyordu. Buraya sahiden nasıl gelmiştim? Kim getirmişti ya da? Başım.. başım çok ağrıyordu. Odanın içerisine giren hemşire bana dikkatle bakarken yanıma geldi. "Sorun nedir Akkız?" İsmimi biliyordu. "Başım.." Nefesim kesilir gibi olunca, "Tamam sana bir bakalım," diyerek elini ağrıyan baş kısmıma dokundu. Dokunuşuyla ağrı şiddetlenmiş yeniden kıvranmama sebep olmuştu. Kendimi fazlasıyla sıkıyordum ve bu durum sanırım daha kötü etkiliyordu beni. "Biraz dinlen Akkız, ağrıların olması doğal." Kaşlarımı çatarken, "İyi de neden," diye mırıldandım. Gözlerimin önüne gelen sarı tutamları bile tutmaya mecalim yoktu. Hemşire, "Doktor gelecek birazdan," diyerek geçiştirdi beni. Başımdaki ağrı vücuduma yayılmıştı, midemin ağrısı karın bölgemi ağrıdan uyuşurken hemşire halime acımış ve eliyle masaj yapmıştı üsten. Canım yanıyordu hiç olmadığı kadar. "Birazdan ağrılarının dinmesi için iğne yapacaklar, merak etme.. bir kaç güne bir şeyin kalmaz." Neyim vardı ki, bir kaç güne geçecekti? "Arayabileceğin biri var mı?" Sorusu üzerine telefonumu yokladım ancak cebimde yoktu. "Ee, telefonum okulda kalmış sanırım. Sizden birini arayabilir miyim," diye sordum utanç verici hissederken. Hemşire telefonu çıkarıp bana uzattı. "Kısa olsun." Başımı sallarken Yağız'ın telefon numarasını girip aradım, saniyeler sonra, "Kimsin," dediğini duyunca içime su serpilmişti sanki. Telefonun onda kayıtlı olmamasındandı. "Hastanedeyim ben Yağız. Gelip alır mısın beni?" Karşı taraftan ses gelmesini beklerken hemşire etrafta dolanıp ara ara beni süzüyordu. "Kimsin?" Hala aynı soru sorulunca kendimi daha da zayıf hissettim. Sesimi tanıyamamış mıydı? "Benim Yağız," dedim tanımasını ve bunun berbat bir şaka olduğunu söylemesini beklerken. "Akkız." Cevap beklerken hemşire, "Kısa," diye uyardı beni. Yağız'ın tamam demesini beklerken suratıma kapanan telefona bakakalmıştım. Neler oluyordu? Niye kapatmıştı ki? Yanında birileri mi vardı acaba? Aklımdaki düşünceleri kenara atıp, "Başka birini arayabilir miyim," diye sordum umutla. Hemşire, "Kısa sürsün," diye uyarıp kenara çekildi. Ağrıları hafiflemiş gibi yok olurken Buğra'nın numarasını çevirdim. Yağız yanıma gelemese bile Buğra her zaman yanımda olurdu. Bana abilik yapardı, elimden tutup kaç kere okula götürmüştü bir baba gibi. Babam, annem olmuştu bana. Buğra'nın telefonuda kapalı çıkınca artık bir şeyler döndüğünü anlayıp Esra'yı aradım. Esra, Yağız'ın kuzeni, Buğra'nın da sevgilisiydi. Yakındık, yani zamanla yakınlaşmıştık. Esra, çok dik başlı ve gözü kara bir kızdı. Onun yanında narin biri olabilirdim. Esra bana göre çok güçlüydü. Esra'nın telefonu suratıma kapandı. Anlamsız gözlerle hemşireye baktım. Bir şeyler dönüyordu. "Sanırım kimse açmayacak," dedim telefonu ona uzatıp geriye çekilirken. "Hastaneden ne zaman çıkabilirim?" Hemşire, "Kendini nasıl hissediyorsun hala ağrın var mı," diye başka bir soru yöneltti bana. Başımdaki şiddettli bir ağrı vardı ancak aklım bizimkilerde kalınca bunu umursamayabilirdim. İlk andan beri benim yanımda sadece onlar vardı. Ailem öldüğünde bana kucak açan onlardı. Şimdi onlardan haber alamazken kendimi daha da kötü hissediyordum. Yanlız başıma kalmış gibi. "İyiyim ben," dedim hızla. Daha düzgün bir pozisyona geçerek bana dikkatle bakan hemşirenin iyi olduğumu düşünmesini istiyordum. Bir an önce buradan çıkmalıydım. "Sanırım, okulda yemek yemediğim içindi. İki gündür doğru dürüstte uyuyamıyorum zaten." "Hastane kurallarını es geçmemi mi istiyorsun?" Hemşire alayla sordu. Ardından, "Bunu yapmam," dedi kesin bir dille. "Gerekli kontroller ardından iyiysen eğer gidebilirsin." "Ama-" "Duydun beni küçük kız. Hadi, şimdi uyu ve biraz dinlen." Yatağımda ona karşı ters dönerken hemşire odadan çıkmıştı. Buradan çıkmak düşündüğünden daha basitti. Yatakta doğrulup saçlarımı tepeden toplarken pencereden dışarı bakmaya başlamıştım. İstanbul Hastanesi olmalıydı burası. Bundan on yıl önce, ben buradaydım. Ailemin ölüm haberi bu yerde verilmişti, sadece sekiz yaşında bir kızdım. Annem ve babam yanarak can verdiğinde daha sekiz yaşındaydım. Benim için en büyük kayıp onlardı. Kendimi öyle bir boşlukta hissettim ki, kimse bana merhem olamazmış gibiydi. Herkesten uzakta, beni yurda verdiklerinde bir hiç olmanın nasıl acı verdiğini anlamıştım. Akkız Karmen olduğum ilk andı belkide. Eskiden küçüktüm. Oyuncaklarım vardı, annemin bana özenle aldığı oyuncaklar. Ben, hayal dünyamda kocaman dinazorlardan kaçmaya çalışan aptal biriydim. O yangın benden ailemi koparırken bir anda büyümeme sebep olmuştu. Sekiz yaşında ne çok şey hissetmişti küçük kalbim. Kapıdan çıkınca girişte bekleyen mavi tişörtlü adamların yanından hızlıca geçerken kimseye fark edilmemek için sarı saçlarımı yüzümün önüne getirmiştim, hızlı adımlarla ilerlerken kapıdan çıkmayı başarmıştım. Hastane önünde oluşan kalabalığı aldırmadan hastane bahçesini arkamda bıraktım, yanımda ne para vardı, ne de telefon. Gerçi, arasamda faydası yoktu. Sahil tarafından yürüyecek olsam en az on kilometre yürümem lazımdı ki Peñçe'ye varabilirdim. Oraya varmam Yağız'a kavuşmam demekti. Telefonda olan hadiseyi de ona soracağım anlamına geliyordu. On kilometre yürüyebilecek kadar sağlam olmayışım başka bir çare bulmama sebep olurken, aklımdan geçen onca şeyin altında karşıma çıkan yaşlı bir teyzeyi durdurdum. Yaşlı, yumuş yumuş bir kadındı. Yılların yorgunluğu vardı üzerinde sanki. Bana dikkatle bakarken, "Teyzeciğim," diye söylendim. "Sarıyer'e gitmem lazım, cüzdanımı çaldırdım. Bana beş on lira verebilir misin?" On sekiz yaşında bir kız çocuğu sana bunları demiş olsaydı; ikna olurdunuz bence. Üstelik, bizim milletçe merhametimizle bilinirdik. Kadın cebinden para çıkartıp bana uzattı. Yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. "Çok güzelsin sen, akkızsın." Kulaklarımda bir uğuldama oluşurken ismimi kadından duymam dudaklarımı kemirmeme sebep olmuştu. Gözlerim dolu doluyken, "Teşekkür ederim," diyebildim. Kadın bana sıkıca sarıldı. Tepkisizce kollarımı ona sararken teyze geriye çekilerek bana baktı. "Dikkatli ol akkız." Gülümsedim. Bir şey demeden aldığım parayla gelen taksilerden birine bindim. Teknolojinin üst düzeyde olması bizi değiştiren bir şeydir diyemezdi kimse. Bundan yüz yıllar önce neredeyse Türkiye, hala aynı yerdeydik. Teknoloji gelişti, ilk zamanlarda gelen robotlar kullanıldı ancak çoğalan işsizlik sonucu teknolojik olan şeylerin kaybolmasına neden olmuştu. Diğer ülkelerde hala kullanılıyordu, bu bizi ilgilendirmesi demekti. Türkler artık bütün dünyada hüküm sürüyordu. Amerika'nın yerlisi azalırken, Türkler dünyanın her bir yanına açılmıştı. Osmanlı zamanı geriye gelmişti sanki. Her yerde Türk vardı. Bu bizim için en güzel şeydi belkide. "Sarıyer." Amca arabayı hareket ettirirken cebimdeki on liranın yetmeyeceğini biliyordum. Oraya gidince birinin benim yerime ödeyeceğini düşünerek binmiştim. Umarım, kapıda tanıdık birileri vardır. Bebekte başlayan yolculuk Sarıyer merkezde inene kadar sürmüştü. İhtimaller gözümü korkuttu, bende paramın yettiği kadar gitmeyi tercih etmiştim. En azından yakınına kadar gidebilmiştim sorunsuz. Taksiden indiğimde ara sokaktan yukarı doğru yürümeye başladım. İkinci yokuştan sağa dönüp Peñçe'ye gitmeliydim. Yürürken başımdaki ağrı ve karnımdaki sızı beni zorlasada o kocaman yokuşu çıkmayı başardım. Geriden geriye bakarken kendimi tebrik etmeyide ihmal etmemiştim. Bu halde çok iyi yol almıştım doğrusu. Her an bayılacakmış gibi hissediyordum nedense. Midemin üzerinde bir baskı. Peñçe'nin kapısına geldiğimde tanımadığım iki kişiyle karşılaşmıştım. Sık sık yeni adam almazdı Yağız. Çevresi az ve güvenilirdi ta ki.. Onların kim olduğunu bilmiyordum. "Yağız içeride mi?" Sarışın olan bana kahkahayı atarken diğeri kaşlarını çattı. "Yağız babanın oğlu heralde," dedi alayla. "Kaç yaşındasın sen ufaklık? On iki mi?" Dişlerimi sıkarken ona haddini bildirmekle tutuşmuştum. Yağız'ın sevgilisi olduğumu bilmedikleri bariz suratlarından okunuyordu. İçeri girmek için yeltendiğimde kızgın bakışlı tuttu beni. "Nereye?" "Sana ne?" Bağırmaktan çekinmezken bana dokunan ellerini ittirdim. Kendi canını fazla önemsemiyordu sanırım. "İçeri giremezsin." Gözlerimi devirdim sinirle. Başımdaki ağrı şiddetlenirken, "Belliki beni tanımıyorsun," dedim sinirlenmemeye özen göstererek. "Ben Yağız'ın kız arkadaşıyım." Kızgın bakışlı olanın yüz ifadesi yumuşarken korktuğunu anladım, şimdi onlar düşünsünlerdi. "Sen mi?" İkisi aynı anda kahkaha attıklarında sinirden yumruklarımı sıkıyordum. Aptal herifler! "Yağız kadınlardan hoşlanır, senin gibi lise çocuklarından değil." Benimle bu şekilde konuşmalarından hoşlanmazken, "Yağız!! Esra!!," diye bağırdım. Birinin sesimi duyup gelmesi lazımdı. Kapıdan çıkan Buğra olurken derin bir nefes verip sıkıca sarıldım Buğra'ya. "Sonunda biriniz geldiniz." İçimde oluşan güvenle sıkı sıkı sarılmıştım. Hastanede olanları.. bir an önce birine anlatmam gerekiyordu. Buğra tarafından itilirken ona baktım, bana bakıyordu. "Sen de kimsin?" Öyle bir bakıyordu ki bana, sanki daha önce hiç konuşmamışız, beni hiç tanımıyormuş gibi. "Ben.. Akkız'ım Buğra. Yağız'ın sevgilisi. Tanımadın mı?" Buğra dikkatle bana bakarken dudak kenarları gülümser vaziyette oynadı. "Yağız'ın sevgilisi mi varmış?" Dediğine kendide güldü, bana alayla bakarken diğerleride ona katılmıştı. "Eğer bu bir şakaysa seni öldürürüm Buğra!" Sinirden yutkunamıyordum bile. "Şaka mı," diye sordu Buğra. "Sen kimsin ki sana şaka yapalım?" O an başımdan kaynar sular dökülürken gözlerim dolmuştu. Neden, kimse beni görünce eskisi gibi bakmıyordu. "Yağız'ı görmek istiyorum." Sert ifadelerle ona bakmak istesemde Buğra olduğunu görüp kızamazken ben bana nasıl bu şekilde davranıyor diye anlam veremiyordum bile. "Yağız'ı göreceğim." İçeri girmek için harekete geçerken belimden tuttu beni Buğra. "Yağız'a platonik bir lise öğrencisi. Tek sen eksiktin hayatımızda." "Ona platonik falan değilim, Yağız beni seviyor!" "Tamam, o halde," dedi Buğra. "Şimdi git akşam yine gel. O zaman seni Yağız ile görüştürürüm." Kendime engel olamayıp bacağına sertçe geçirdim. "Piç Buğra!" Diğerleri bana yönelirken, "Sakın," diye uyardı onları Buğra. "Şimdi Yağız'ı görürsen daha bir daha görmek istemezsin." Benim sevgilimden mi bahsediyordu? Onu görmediğim anım yoktu. "Yağız ile konuşmak istiyorum." "Yağız şuan iş üzerinde ufaklık, gitsen iyi olur." Buğra'yı ittirdim sinirle. "Sen ne nankör biri çıktın lan! Esra ile senin için yaptıklarımı ne ara unuttun gerizekalı herif!" Bağırışım Buğra'nın ağzımı kapası ile sonlanırken, "Bak ufaklık, her şey öyle bağırılarak konuşulmaz," dedi bana sinirle. "Sen Esra'yı nerden tanıyorsun lan!" Ses tonu sessizken elini ağzımdan çekip bana baktı. "Seninle sevişmelere doyamayıp hamile kaldığından beri." Onunla tanışma hikayemde bu şekilde başlamıştı. Esra şu anda iki aylık hamileydi ve aldırıp aldırmama arasındaydı. Bence aldırmaması gerekirdi. Ondan güzel bir anne olurdu. Buğra şaşkınca bana bakarken, "Esra hamile mi," diye sordu şaşkınca. Bunu zaten biliyordu. Neden böyle tepki veriyordu ki? "Buğra, bunu sana zaten söyledi Esra. Ona bilmediğini söyledin!" Ona sertçe bakarken, Buğra kaşları çatık bir şekilde bana baktı. "Sen.. kimsin?" Sorusuna gözlerimi devirip nefesimi üfledim. "Akkız'ım ben."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD