Kırmızı demetlerle süslenmiş, Sarıyer taraflarında sahile bakan mütevazi bir kafeye gelmiştik.
İkimiz arkalarda olan görünmeyen bir masayı tercih ederken Buğra'ya ters ters bakıp onu nasıl pataklayabileceğim hakkımda düşünüyordum.
Yağız, yirmi dört yaşındaydı. Buğra ondan bir yaş küçüktü. Aralarında uzun yıllardan beri oluşan arkadaşlık bir kenara, ikiside birbiri için canını verirdi. Esra ise benden iki yaş büyük, Yağız ile ara ara gittiği mekanında Buğra ile olan anlık yakınlaşmanın gerisini getirip işi bebeğe kadar büyüten aptal bir kızdı. Sonrasında ise işler biraz gerilmişti. Esra, çeteye dahil olmak ve Yağız'ın intikamı için ona yardım etmek istemişti.
Yağız.. onu kötü yapan insanlar oldu hep.
Öylesine mükemmel biriydi ki.. kararan kalbi bile bana karşı soğuk yapamazdı. Yağız Soydaş beni seviyordu. Kalbimdeki boşluk onunla dolmuştu, kapanmaz diye ağladığım her acıma merhem oldu. Beni sevdi, beni sarmaladı, beni hayatta tuttu. Yağız Soydaş bütün kötü kelimelere inat çok iyi bir adamdı. Kalbindeki koyuluk sadece sevmediklerine karşı bir kalkandan ibaretti. Herkes gibi kendini ve sevdiklerini korumaya çalışıyordu.
Onu tanımıyordu kimse sadece.
Hatta ben bile bazen onu tanıyamadığımı, farklı yanlarını keşfettiğimi fark ediyordum. Her anı, her söylenişi benim aklıma kazınmıştı sanki. Ona dair her şey kelimesi kelimesine hatırlıyordum.
Buğra bana bakarken gözlerimi sahile doğru çevirmiştim huzursuzca, hala bana yaptıkları şakanın boyutunu düşünüp kızıyordum içten içe. Üstelik başımdaki ağrı devam ediyordu, keskin, can yakıcıydı. Garson gelince Buğra bana bakmıştı. "Ne içersin?"
Kaç kere birlikte aynı ortamda içki içtiğimizi hatırlayıp göz devirdim. "Kahve olsun." Olmazsa olmazlardan biriydi benim için kahve. Kahveler benim mabedim olmuştu artık.
Buğra, "İki kahve," dedi garsona. Garson çocuk, elindeki kağıdı yazıp ardından bize bakarken nefesimi üfledim.
"Yağız'ı görmek istiyorum," dedim dayanamayarak. "Bu yapılan her neyse, sizden öcümü fena alacağım Buğra. Haberiniz olsun." On sekizinci yaş günüm için olduğunu tahmin ediyordum sadece. Her doğum günüm için hazırlıklar yapan biri değildi Yağız, bazen kutlamayı bile unuturdu ancak on sekizinci yaşım belki onun için önemli olabilirdi.
Buğra gözlerini devirirken, "Bak.. ufaklık," diyerek gözlerini bana çevirdi.
Gözlerimi devirdim sinirle. "Akkız," diye düzelttim yeniden.
Adımı hiç duymamış gibi davranmasına ne demeli? Bu oyun bittiğinde fena laf yapacaktım.
"Her kimsen," dedi gözlerime bakıp. "Anlat bana."
Kaşlarımı çatarken, "Neyi anlatacağım sana, pardon da," dedim sinirle.
Buğra nefesini üfledi. "Esra'nın hamile olduğunu söyledin." Apar topar kolumdan tuttuğu gibi beni kafeye getirmişti. Konuşacağımızı söylemişti sinirle.
Bunu Esra zaten ona söylemişti o gece.
Neden? Yani, neden bir şeyler unutulmuş gibiydi? "Buğra, dalga mı geçiyorsun?" Ciddiyetle suratıma bakınca geriye yaslanıp gözlerimi devirdim. Çıldıracaktım.
"Esra bunu söyledi sana. Geçen gün. Partide."
Bastıra bastıra konuşurken bir umut suratına bakıyordum. Hatırlaması ve bana eskisi gibi bakması için. Beni koruyup kollayan abi olan kişi yoktu karşımda. Benden uzakta, beni yeni tanıyormuş gibi olan bir adam vardı. Tam karşımda kafası karışık bana bakıyordu.
"Tarıkların partisinde mi?"
Tarık, iş dünyasının playboyu diye anılan yirmi dokuz yaşında yakışıklı bir herifti. Yeni kızlar ve yeni ortam adına bir parti vermiş, davetliler arasında bizi de eklemeyi ihmal etmemişti. Tam orada olanlar sonrasında -Buğra kızın teki ile uygunsuz işler peşine düşünce- Esra dayanamayarak ona tokatı patlatmıştı.
Baba oluyorsun demek için ideal vakit değildi belkide ama söyledi sonuçta. Gözleri üzerimdeyken, "Tarık Öngör'ün verdiği partide," dedim onu doğrulayarak. "Hatırlamıyor musun sen?"
Buğra bana dikkatle bakarken geçmiş günü düşündüğünü belli eden bir bakış attı. O geçmişin kollarına atılıp düşünürken garson kahvelerimizi getirmişti. Kendime ait olanı çekip parmaklarımı kavradım. Hava serindi ve içimi ürperten soğuk hava dalgası vardı. "Evet, hatırlıyorum o partiyi ama.." Yüzü ciddiyetle kasılarak bana baktı. "Esra o partide yoktu."
Kaşlarım çatılırken bana bakıyordu Buğra merakla. "Esra tam oradaydı, bende yanındaydım. Gri smokin giydin sen, Yağız siyah giyindi. Senin cep kısmında mor bir lale vardı." Buğra suratıma bakıyordu boş boş. Anlamaya çalışır gibi bir hali vardı üstelik. "Tarık ile Yağız konuştular bir müddet, ardından sen sarışın bir kadının yanına gitt-"
"Burcu.."
"Evet, adı Burcu'ydu. Onunle edepsiz işler peşindey-"
"Sadece özel kişiler davetliydi! Sende yoktun orada." Ses tonunu bana yükselttiğinde dişlerimi sıkarak ona baktım.
Bu kadar şeyi nasıl uydururdu bir insan? Ben.. nasıl bu kadar biliyormuş gibi konuşabilirdim?
"Şakanın boku çıktı artık," dedim sinirle. "Oradaydık, birlikte! Buğra son ver artık şuna." Gözlerim sinirle karışık dolarken nefes aldım derince. "Bundan hoşlanmadım."
"Sen delirmişsin ya hut bize Kaynarca'nın bir armağanısın. Nesin sen? Bizi öldürmekle mi görevlendirildin?"
Kaynarca.. en başından beri bizim tek düşmanımızdı. Ve ben, ondan Yağız kadar nefret ediyordum. "Kaynarca mı," dedim alayla. "Şaka falan demeyi geçtim Buğra. Bana artık hakaret dışında hainlikle suçladığının farkına var lütfen." Gözlerimi devirirken kendimi kötü hissettiğimi fark ettim. Kaynarca'nın ajanı olmakla suçlanma fikri berbattı.
"Ben Kaynarca'nın mekanında Yağız için ölmeyi bile göze almışken.."
Durdum. Buğra bana bakıyordu boş boş. Duygu barındırmayan, sıradan boş bir kafayla.
Sanırım, bu benim için ağır olmuştu. Hemde fazlasıyla.
Buğra sessiz kalarak ayağa kalktığı zaman ona baktım huysuzca. "Nereye?" Soruma karşılık cebinden para çıkarıp fırlattı masaya. Zengin tripleri diye düşündüm. Zengin bir aileden gelmekti en başta. Sessiz kalınca hızla yerimden kalkıp yakaladım onu kolundan. Durdurup kendime çevirdim, gözlerim ona bütün sinirimi yansıtırken dişlerimin arasından konuştum.
"Yağız'a gidecektik."
Kolunu benden kurtarıp boynunu kıtlattı. "Yalandı." Başımdan kaynar sular dökülürken Buğra'dan nefret ettim o anda. Yıllar geçmişti sanki üzerinden. Şimdi.. o an anladım gibi. Ben.. insanların gerçek yüzünü mü yeni yeni tanıyordum?
"Gidemezsin!" Sinirle bağırdım ona. Buğra kaşlarını çatarak bana bakıp sinirle gözlerini devirdi, sinirden dişlerini gıcırdattı. Sinirlenince bunu yapardı hep.
"Bak, ufaklık. Normalde nasıl bir adam olduğumu bilmiyorsun, şu an hala konuşabilecek haldeysen ya tipim değilsindir. Ya da insafıma gelmişsindir. Seni ailene bağışlıyorum ufaklık. Git, sarıl onlara ve karşıma bir daha çıkma. Yoksa.."
Sesi buz gibiydi, benden uzun olduğu için bana tepeden bakıyordu. Kaşları çatıktı, suratı kasılmış, gözleri nefretle bakıyordu. Şaşkındım. Buğra, bana nasıl bu kelimeleri kullanırdı? Ben.. onu hep abim bilmiştim. Yaralarıma merhem olan abim dediğim insan.. benim küçük kalbim buna nasıl dayanacaktı peki?
Buğra, kafede beni yanlız bırakırken ben masada bekliyordum. Şaşkındım. Ne yapsam diye düşünmeye başlamışken gözümden damlayan yaş masanın üzerinde bekleyen kahveme damladı. Şaşkınlık dışında, ağlama isteği uyandırmıştı üzerimde.
On sekiz yaşımın ilk gününde geçmiş silinmiş gibi davranan ailem dediğim insanların arkasından ağlıyordum.
Kesinlikle, on sekiz yaşım bana uğurlu (!) gelmişti.
♤
Peñçe'nin önüne çıkan sokağın başında nefes nefese kalmıştım. Olanları sindiremiyordum doğrusu. Buğra geceden kalmış olsa gerek beni fazlasıyla sinirlendirmişti, bu da yetmezmiş gibi beni ağlatmıştı. Her ne oluyorsa iyi bir şeyler dönmediği kesindi. Yağız ile konuşmaktan başka çarem kalmamıştı.
Gözlerimi Pençe'ye dikmiştim. Bir kaç kişi Peñçe'den içeri girerken, ben kapının kenarında oturan Deniz'i fark ettim. Deniz.. onun burda ne işi vardı? Ondan kurtulmuştuk? Yeniden mi gelmişti? Ama nasıl??? O...
Yağız, neden yeniden almıştı bu iti yanına? Kaşlarımı çatarken yaklaşan siyah spor araba kalbimin atmasına, teklemesine neden olmuştu. Yağız'ın arabasıydı. Nerden görsem tanıyacağım arabaydı. Saklandığım yerden çıkarken arabadan inişine şahitlik ettim.
O.. dünyadaki en yakışıklı adamdı. Yağız Soydaş. Adıyla, şanıyla vardı. Kalbim, sıcacık bir sabah güneşi gibi karanlık bir günde hayat olmuştu bana. "Yağız!!!" Sesim sokakta seri halde yayılırken gözleri bana döndü, onu ilk gördüğüm an gibi heyecanlı bakıyordum ona.
Kıyamaz bana Yağız. "Yağız." Soluk soluğa kalırken ona doğru yürüdüm ağır adımlarla. Gördüğüm kara gözler bana güven verirken gülümsedim ona. "Özledim seni." Ağzımdan sadece bu çıkarken gülümsüyordum hala. Ona doğru bir adım atarken benim yanımdan geçip Peñçe'ye yöneldi anında.
"Yağız?" Şaşkınlıkla bakarken, Yağız bana bakmadan Deniz'e, "Kimseyi almayın içeri," dedi sinirle.
Gerçekten kırıldım. Hayatta daha ne kadar değersiz hissederdim diye sormadan, "Yağız," diye fısıldadım elimden başka bir şey gelmezken.
Deniz, bana bakarken gülümsedi. Yanağında çıkan gamzeler onu sempatik göstermiş olsada o tam bir şerefsizdi. Öyle de olacaktı. "Güzelim. Duydun Yağız'ı. Bir geceliktin, bittin anlaşılan. Geri kalan hayatında sana başarılar." Alayla sırıttı. Suratına sağlam bir yumruk atmak isterken sesi yankılandı ortada. Sağ tarafımda beliren Buğra, Deniz'e, "Kız benimle," dedi bana bakarken.
Şaşkınca ona bakarken kolunu omzuna attı Buğra. "Yağız'ın eskileri ile ilgilendiğini bilmiyordum Buğra." Deniz benden bir malmış gibi bahsederken, ben yumruklarımı sıkmıştım.
"Düzgün konuş!" Sesim cılız çıkarken Deniz kahkaha attı.
"Komik kız ama," dedi beyaz dişlerini göstererek gülerken. Deniz'i her an öldürmeye meyilli Buğra'ya bakıp ne yaptığını anlamaya çalıştım.
Buğra, "Kapa çeneni Deniz," dedi sinirle. Ardından bana bakıp, "Yürü," dedi bana.
"Nereye?"
Buğra, "Bu gece burda kal," dedi bana bakarken. Sanki.. eskisi gibi bana baktı gibi geldi. Ya da öyle olsun istedim sanırım.
"Neden?"
Buğra, "Peñçe'de kalmak istemiyor musun," diye sordu alayla. Adım attık içeriye doğru.
Arkamızda kalan Deniz'e, "Esra gelince bana haber ver," dedi sert ifadesini takınıp. Deniz başıyla onaylarken Buğra'ya baktım.
"Neden hala burda bu herif?"
Bana baktı. "Deniz'den mi bahsediyorsun?" Benimle zorla konuşur gibiydi. Bunu umursamayıp başımı salladım. "Şu kapıdaki çocuk." Gözlerimi devirdim derin bir iç çekerken..
"Deniz'i tanıyorum Buğra. Asıl onu tanımayan sen gibi davranıyorsun."
Buğra omuz silkerken, "Deniz iyi çocuktur," dedi, kaşlarımı çatarken nefesimi burnumdan hızla verdim. Kolundan yakalayıp sıkıca sarstım onu. Buğra, anlamsızca bana bakıp sırıtırken, "Deniz'in yaptıklarını unuttun mu," diye soludum. Yağız'a yaşattıklarını bilmiyormuş gibiydi.
"Tamam ufaklık," dedi alayla bana Buğra. "Sen şimdilik şu kapının arkasındaki odada bekle. Sonra seninle konuşacağım."
Gözlerimi devirdim sinirle. "Benim adım Akkız."
Buğra umursamazca omuz silkerken kapıyı açıp içeri girmemi istedi, gelen misafir odası gibi olan odaydı burası. İçeri adım attığımda Buğra'nın sert sesini duymuştum. "Eğer Esra hamile değilse, seni geberteceğim ufaklık." Kapıyı üzerime kitlerken donukça kapıya bakıyordum.
Neler oluyordu?