Günler geçtikçe Mira’nın içindeki korku yerini kabullenişe bıraktı. İyileşirse de, iyileşemezse de bu günlerin gerçek olduğunu biliyordu.
Bir akşam Deniz ona küçük bir ahşap kuş verdi. “Uçmayı hatırlatsın diye,” dedi.
Mira kuşu avucunda tuttu. “Bazı kuşlar uzaklara gitmez,” dedi. “Sadece gökyüzünü seyreder.”
Deniz gülümsedi. “Bu da bir uçuş şekli.”
Mira kasabada kaldı. Deniz de. Hayat büyük vaatlerde bulunmadı ama her gün bir parça huzur verdi.
Ve Deniz, Mira’nın sessizliğini hiçbir zaman sorgulamadı.
Mira da gerçeği hiçbir zaman söylemedi.
Çünkü bazı aşklar gerçeği bilmeden de sevebilirdi.
Ve bazı sessizlikler, en büyük sevgi biçimiydi.Bazı sabahlar Mira uyandığında bedeninin hafiflediğini hissediyordu. Pencereyi açıyor, dağlardan gelen serin havayı içine çekiyordu. O günler “iyi gibi” günlerdi. Tam iyi değil, ama umutlu.
Deniz bu günleri fark ediyordu. Mira daha çok gülümsüyor, yürürken adımlarını saklamıyordu. Deniz bunun kasabaya alışmakla ilgili olduğunu düşündü.
“Bugün yüzün aydınlık,” dedi bir sabah.
Mira omuz silkti. “Belki de ışık doğru yerden vuruyordur.”
Deniz gülümsedi. Mira’nın cümleleri ona hep biraz şiir gibi gelirdi.Ama geceler…
Geceler Mira için daha zordu.
Herkes uyuduğunda, bedenindeki ağrılar daha çok konuşuyordu. Aynanın karşısında durup kendine baktığı anlar oluyordu. “Hâlâ buradayım,” diyordu içinden. “Hâlâ ben’im.”
Deniz’in bilmemesi gerekiyordu. Çünkü bilirse üzülürdü. Üzülürse sessizliği bozulurdu. Mira, Deniz’i bu ağırlığın altına sokmak istemiyordu.
Ertesi gün Deniz ona kahve uzattığında, Mira her şey yolundaymış gibi gülümsüyordu.Bir gün yürüyüş sırasında Mira yoruldu ve bir taşın üzerine oturdu. Deniz hemen durdu ama paniklemedi.
“Biraz dinlenelim,” dedi.
Yan yana oturdular. Aralarında mesafe yoktu ama temas da yoktu. Mira başını Deniz’in omzuna yasladı. Deniz nefesini yavaşlattı, onu ürkütmemek için.
Mira o an düşündü:
Bazen birine yaslanmak, her şeyi anlatmaktan daha güvenlidir.Atölyede geçirilen zaman Mira’ya iyi geliyordu. Deniz ona küçük işler yaptırıyordu; zımpara tutmak, boyaya yardım etmek gibi. Mira yorulunca Deniz işi elinden alıyor ama nedenini sormuyordu.
“Her şeyi tek başına yapmak zorunda değilsin,” diyordu sadece.
Mira başını sallıyordu. Çünkü bazı yükleri gerçekten paylaşmak mümkün değildi.Mira bazen Deniz’e bakarken içinden cümleler geçiriyordu:
“Bilmiyorsun ama seni sevmek bana yaşadığımı hatırlatıyor.”
“Bilmiyorsun ama her gün seninle uyanabilmek için şükrediyorum.”
Ama dudaklarından sadece şunlar dökülüyordu: “Bugün hava güzel.” “Atölye çok sakin.” “Burayı seviyorum.”
Deniz de bu sade cümlelerin arkasında başka şeyler olduğunu hissediyor ama onları zorlamıyordu.Mira zaman kavramını eskisi gibi düşünmüyordu artık. Günleri saymıyordu. Sadece içlerinde ne olduğu ile ilgileniyordu.
Deniz bir akşam şöyle dedi: “Bazı insanlar geçici gibi gelir ama iz bırakır.”
Mira ona baktı. “Bazı izler gitmez,” dedi. “Sadece sessizleşir.”
Deniz bunu bir metafor sandı.
Mira ise gerçeği söylediğini biliyordu.Mira kasabada kendine küçük rutinler kurmuştu. Sabahları erken kalkıyor, pansiyonun önündeki taş basamaklara oturup çayını içiyordu. Deniz çoğu sabah atölyeye giderken oradan geçiyor, kısa bir selam bırakıyordu. Büyük konuşmalar yoktu aralarında; ama bu küçük anlar, Mira’nın gününü taşıyordu.
Deniz’in adımlarını uzaktan tanımayı öğrenmişti Mira. Yürüyüşündeki sakinlik, ona her şeyin yerli yerinde olduğunu hissettiriyordu.Bazı günler Mira’nın bedeni ona sessiz sinyaller gönderiyordu. Çabuk yoruluyor, nefesi kısa kesiliyordu. Ama bunu kelimelere dökmüyordu. Yavaşladığında Deniz de yavaşlıyordu. Bu, sessiz bir anlaşma gibiydi.
Bir gün Deniz ona baktı ve şöyle dedi: “Bazen insan durarak da ilerler.”
Mira gülümsedi.
“Keşke herkes bunu bilse,” dedi.Deniz bir öğleden sonra atölyeyi erken kapattı. “Denizi görmek ister misin?” diye sordu.
Mira şaşırdı ama sevindi. Sahile vardıklarında dalgalar sakindi. Deniz ayakkabılarını çıkardı, Mira da onu taklit etti. Kum soğuktu ama iyi geliyordu.
Uzun süre konuşmadılar. Mira dalgaları izlerken düşündü:
Eğer hayat kısa olacaksa, böyle anlarla dolu olsun.Kasabadan tanıdık bir kadın Mira’ya bir gün sordu: “Biraz solgun görünüyorsun, hasta mısın?”
Mira hafifçe güldü. “Yorgunum,” dedi.
O kelime artık onun kalkanıydı.
Deniz bu konuşmaya şahit olmuştu ama yine hiçbir şey sormadı. Mira bunu fark etti ve içinden ona teşekkür etti.Bir akşam hava aniden soğudu. Mira titreyince Deniz ceketini onun omuzlarına bıraktı. Mira itiraz etmedi. Ceket, Deniz’in kokusunu taşıyordu; ahşap, kahve ve biraz da rüzgâr.
“Üşüyorum,” dedi Mira.
“Geçer,” dedi Deniz. “Buradayım.”
Bu iki kelime, Mira’nın içini ısıtmaya yetti.
Mira o gece uyuyamadı. Tavana bakarken düşündü:
Gerçeği bilseydi bana böyle bakar mıydı?
Ya acıyarak bakarsa?
Sonra Deniz’in sessizliğini hatırladı. Onu değiştirmeyen tek şeyin bilmemek olduğunu anladı.