Günler birbirine karışıyordu. Mira için bu bir kayıp değil, huzurdu. Deniz her gün aynı saatte atölyeyi açıyor, akşam aynı bankta oturuyordu. Değişmeyen şeyler, Mira’ya tutunacak bir zemin veriyordu.
Deniz bir gün şöyle dedi: “Hayat bazen acele etmez. Bekler.”
Mira başını salladı. “Ben de beklemeyi öğreniyorum.”O gün de böyle geçti. Büyük bir olay olmadı. Kimse ağlamadı, kimse itirafta bulunmadı. Ama Mira akşam yatağına uzandığında içinden şunu geçirdi:
Bugün yaşandı.
Ve şu an için bu, yeterliydi.Kasabada zaman, Mira’nın alıştığı şehir saatlerinden farklı ilerliyordu. Günler birbirini kovalamıyor, acele etmiyordu. Sabahlar ağır ağır doğuyor, akşamlar yumuşakça iniyordu. Mira için bu yavaşlık bir lütuftu. Çünkü bedeninin bazı günler ona ayak uyduramadığını sadece burada saklayabiliyordu.
Bir sabah aynaya baktığında yüzündeki solgunluğu fark etti. Elini yanağına koydu, derin bir nefes aldı. “Bugün de buradayım,” dedi sessizce. Bu cümleyi kendine her gün tekrar ediyordu. Çünkü kimseye söyleyemediği gerçeği, en azından kendisi duymalıydı.
O gün Deniz’le kasabanın arka tarafındaki patikaya yürüdüler. Yol hafif eğimliydi. Mira adımlarını yavaşlattı. Deniz bunu fark etti ama yine hiçbir şey söylemedi. Sadece yürüyüşünü onun temposuna uydurdu. Mira bu sessiz uyuma her seferinde minnet duyuyordu. Sorulmayan sorular, onun en büyük sığınağıydı.
Bir süre sonra Mira durdu. Taşa oturdu. Deniz de hemen yanına çömeldi.
“Devam edebilir miyiz?” diye sordu Deniz, acele etmeden.
“Birazdan,” dedi Mira. “Manzara güzel.”
Aslında manzaradan çok nefesini dinlemek istiyordu. Deniz bunu manzara sandı. Mira da öyle olmasına izin verdi.
Akşam atölyede birlikte vakit geçirdiler. Deniz ahşap bir çekmeceyi tamir ederken Mira küçük çivileri uzattı. Parmakları titredi ama Deniz fark etmedi ya da fark edip görmezden geldi. Mira bunun hangisi olduğunu hiç bilmedi. Ama ikisi de işine yarıyordu.