BÖLÜM 26- SESSİZLİĞİN ARDINDAN

1161 Words
Sabah, gri bir sisin içinden doğdu. Toprak hâlâ geceki yağmurun izlerini taşıyordu; siperlerin kenarında biriken çamur, güneşin cılız ışığıyla parlıyordu. Her şey sessizdi. Ne bir mermi sesi vardı ne de bir patlama... Savaş sanki bir anlığına nefes almış, beklemeye geçmişti. Elif, ince battaniyesine sarılmış, başını Cem’in getirdiği bir çay termosuna yaslamıştı. Çay soğumuştu ama içindeki sıcaklığı koruyordu. Bu, savaşın ortasında bulabildikleri en büyük lükstü belki de. Cem birkaç metre ötede, haritayı dizlerinin üzerine sermişti. Gözlerini kapattığında bile o çizgiler, kafasında bir labirent gibi dönüyordu. Her yeni saldırı, bir öncekinin izini silmek yerine daha da karmaşık hale getiriyordu. Elif sessizliği bozdu. “Bu sabah farklı hissediyorum,” dedi kısık bir sesle. “Sanki bir şey olacak.” Cem başını kaldırdı, onu süzdü. “Ne demek istiyorsun?” “Elimdeki defteri her açtığımda, kalbim bir şeyler fısıldıyor. Dün gece yazdıklarımda… sen vardın, ama bu kez korkuyla değil, umutla.” Cem’in dudaklarında kısa bir tebessüm belirdi. “Savaşta umut kelimesi fazla cesur bir kelime. İnsan bazen umudu eline alınca… kaybetmekten korkuyor.” Elif başını iki yana salladı. “Hayır. Umut, kaybetmekten korktuğumuz tek şey. O olmasa, hiçbirimiz burada dayanamayız.” Cem bir süre sustu. Uzaklarda bir yerlerde kuşların kanat sesleri duyuluyordu. Garipti… Günlerdir gökyüzünde sadece duman görmüşlerdi, şimdi doğanın kendi sesini duymak bile yadırgatıcı geliyordu. Elif defterini kucağına alıp birkaç satır karaladı. Cem, onun kalemini izlerken, bir an için savaşın ortasında olduklarını unuttu. O kalem, mermilerden daha sessiz ama daha etkiliydi. “Ne yazıyorsun?” diye sordu merakla. Elif, başını kaldırmadan cevapladı: “Bir gün bu topraklarda çocuklar yeniden gülümserse, onların mutluluğunu senin cesaretinle anlatmak istiyorum.” Cem’in kalbi bir an yerinden sökülecek gibi oldu. Bu kadının her kelimesi, göğsündeki zırhın altına işliyordu. Elini uzatıp defterin sayfalarına dokundu. “Benim adımı yazma Elif,” dedi. “Çünkü bu savaşta adını bilmediğimiz binlerce kahraman var. Onların hikâyesi, benimkinden daha çok anlatılmayı hak ediyor.” Elif başını kaldırıp onun gözlerine baktı. “Belki öyle,” dedi, “ama bazen bir kişinin hikâyesi, binlerce kalbi harekete geçirir. Senin hikâyen de onlardan biri.” Tam o anda telsizden cızırtılı bir ses yükseldi. “Karahan birliği, kuzey hattında düşman hareketliliği tespit edildi. Hazırlıklı olun.” Cem hızla ayağa kalktı. “Elif, sen burada kal. Bu sadece keşif olabilir ama dikkatli ol.” Elif itiraz edecek gibi oldu ama sonra onun bakışlarını görünce sustu. “Tamam. Ama söz ver, döneceksin.” Cem, kaskını başına geçirip tüfeğini sırtına aldı. “Ben söz verirsem, dönerim.” Elif’in gözleri doldu, sadece başını sallayabildi. Cem, birkaç askerle birlikte siperin kuzeyine doğru ilerledi. Uzaklaştıkça, Elif’in kalbindeki sessizlik yerini endişeye bıraktı. Dakikalar geçtikçe rüzgârın sesi değişti. Önce bir uğultu, sonra uzak bir patlama duyuldu. Elif kalemini elinden düşürdü. “Hayır… hayır olamaz,” diye fısıldadı. Ayağa kalktı, defterini göğsüne bastırıp ilerlemeye başladı. Her adımda kalbi daha hızlı atıyordu. Telsizden yeniden bir ses geldi: “Kuzey hattı temas halinde. Yaralılar var!” Elif koşmaya başladı. Çamur, ayaklarını yavaşlatıyordu ama kalbindeki korku onu durduramıyordu. Birlik alanına vardığında duman yükseliyordu. Askerler yaralıları taşımaya çalışıyordu. Gözleri panikle her yeri taradı. “Cem! Cem nerede?!” Kimse cevap veremedi. Ambulansın sireni, kulaklarını sağır edecek kadar yakındı. O an Elif’in gözleri yere düşen bir kaskta takılı kaldı. Üzerinde çamur vardı… ama yanında tanıdık bir pafta işareti. Elif’in eli titredi. Kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. “Hayır… Bu onun değil,” diye mırıldandı, ama gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yanına koşan bir asker nefes nefese konuştu. “Komutan Erden… Cem Komutan… vuruldu ama yaşıyor! Sedye getiriyorlar!” Elif’in dizleri çözüldü. Bir çığlık attı, ama bu bir korku çığlığı değil, kalbinden kopan bir dua gibiydi. Sedye uzaktan yaklaşırken Elif ellerini ağzına götürdü. Cem’in yüzü solgundu, göğsü kan içindeydi ama gözleri hâlâ açıktı. Onu görünce gülümsedi. “Ne dedim sana?” diye fısıldadı. “Söz verdim, dönerim demiştim.” Elif ağlayarak diz çöktü, elini onun kanlı eline koydu. “Sözünü tuttun… ama bir daha böyle sınama beni Cem.” Cem gözlerini kapattı, dudakları kıpırdadı: “Savaş biterse… sana bir şey söyleyeceğim.” Elif’in kalbinde, o cümle yankılandı. Gözyaşları toprağa karışırken, gökyüzü yeniden karardı. Çünkü her umut, bazen en derin acının içinden doğardı.Elif sedyenin yanında diz çökmüş, Cem’in elini bırakmadan onunla birlikte ambulansta yerini almıştı. Ambulansın içi, sirenlerin yankısında çınlıyordu. Her sarsıntıda Cem’in bedeni titriyor, Elif’in kalbi biraz daha sıkışıyordu. “Dayan Cem… Ne olur dayan,” diye fısıldadı. Ellerini onun göğsündeki kanı durdurmak için bastırıyordu ama elleri titriyordu. Cem gözkapaklarını araladı, sesi boğuk ve zayıftı. “Ben iyiyim… sadece biraz… yorgunum.” Elif gözyaşlarını tutamadı. “Yorgunsun çünkü yıllardır kalbini bu toprağa gömüyorsun. Artık biraz kendin için yaşa…” Ambulansın kapısı açıldığında sağlık ekibi hemen içeri atladı. Cem’i sedyeyle acil servise taşırken Elif kenarda kalakaldı. Gözleri onun ardında, sesi boğazına düğümlenmişti. Hastanenin koridorları, savaş alanı kadar gergindi. Yaralı askerlerin sesleri, doktorların emirleri, sirenlerin yankısı… Her şey kaos içindeydi. Ama Elif’in dünyası sadece bir kişinin etrafında dönüyordu: Cem. Dakikalar saat gibi geçti. Her saniye bir ömür kadar uzundu. Kapının üzerinde “Ameliyatta” yazısı yanıp sönüyordu. Elif duvarın dibine oturmuş, başını dizlerine yaslamıştı. Ellerinde hâlâ Cem’in kanı vardı. Gözleri kızarmış, yüzü solgundu. Bir hemşire yanına yaklaşıp sessizce bir mendil uzattı. “İstersen yüzünü temizle. Komutan güçlü biri… dayanır o.” Elif başını kaldırmadan teşekkür etti. “O güçlü… ama insanın kalbi bir kurşun kadar ağır bazen.” Hemşire susarak uzaklaştı. Elif, avuçlarındaki kurumuş kana baktı. Her damla, Cem’in verdiği mücadelenin sessiz tanığıydı. Kapı sonunda açıldığında doktor çıktı. Elif yerinden fırladı. “Nasıl? Yaşıyor mu?” Doktor yorgun bir nefes aldı. “Kurşun akciğerinin hemen yanından geçmiş. Şanslıydı. Ameliyat başarılı geçti ama birkaç gün kritik durumda kalacak. Bu süreçte sessizlik önemli. Onu strese sokmamalıyız.” Elif derin bir nefes aldı. Kalbi hâlâ hızla atıyordu ama bu kez içinde bir kıvılcım vardı: umut. “Onu görebilir miyim?” “Henüz değil. Uyandığında ilk seni görecekse… belki bu, onun en büyük ilacı olur.” Elif başını salladı. “O zaman beklerim. Gerekirse sonsuza kadar beklerim.” Gece ilerledikçe hastane sessizleşti. Elif, Cem’in odasının önündeki bankta oturuyordu. Camın ardında onu izliyordu. Yüzü solgun, nefesi zayıftı ama hayattaydı. Her nefesi, Elif’in kalbinde yankı buluyordu. Elif defterini açtı. Titreyen elleriyle bir şeyler yazmaya başladı: > “Savaş sadece cephede değilmiş… Bazen insan, kalbinin içinde de savaşır. Ve en tehlikeli savaş, sevdiklerini kaybetme korkusuyla verdiği savaştır.” Kalemi durdu. Başını kaldırıp Cem’e baktı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu ama bu kez acıdan değil, minnettarlıktandı. Sabahın ilk ışıkları pencereden süzülürken, Cem’in parmakları hafifçe kıpırdadı. Elif fark etti, hemen ayağa kalktı. Elini tuttu, dudaklarından sessiz bir dua döküldü. “Uyan Cem… Ne olur gözlerini aç.” Cem’in kirpikleri titredi. Gözlerini araladı, zayıf bir sesle fısıldadı: “Elif…” Elif’in gözleri doldu, dudakları titredi. “Buradayım. Hiç gitmedim.” Cem, nefes almakta zorlanırken bile gülümsedi. “Demiştim sana… dönerim.” Elif başını onun eline yasladı. “Bir daha böyle korkutma beni.” Cem gözlerini kapatırken, sessizce mırıldandı: “Artık korkma. Çünkü bu savaşın ortasında bile… sen bana ev oldun.” Ve o sabah, dışarıda top sesleri bir kez daha duyulurken, içeride iki kalp birbirine dokundu. Savaşın içinde bile, bir umut yeşerdi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD