Patlamanın yarattığı duman ve toz bulutu havayı kapladığında Elif’in gözleri yanmaya başladı. Kulaklarında çınlayan uğultu yüzünden bir süre hiçbir şey duyamadı. Sadece kalbinin göğsünde deli gibi çarpışını hissedebiliyordu. Cem’in üstüne kapanmış, onu enkaz parçalarından korumaya çalışıyordu.
Toz bulutu yavaşça dağıldığında askerlerin bağırışları duyuldu:
“Yaralıyı koruyun! Sedye çabuk, kaldırın onu!”
Elif başını kaldırdığında, askerlerin yeniden toparlandığını gördü. Her biri ölümle dans ediyor, ama Cem’i yaşatmak için tek bir an bile durmuyordu. Sedye hızla yeniden düzeltildi. Cem’in bedeni titrek bir nefes aldı. Elif hemen onun yüzüne eğildi.
“Buradayım, yanındayım. Dayan, ne olur dayan!”
Helikopterin pervaneleri hâlâ gökyüzünü dövercesine dönüyordu. Pilot telsizden bağırıyordu:
“Son şansınız! Daha fazla bekleyemem, yakıt azalıyor!”
Tim komutanı gözlerini kısarak çevreyi taradı. Düşmanın mevzileri hâlâ ateş kusuyordu. Bir anlık kararla bağırdı:
“Bölün! Çapraz ateş! Arkadan çevirin, yolu açın!”
Askerler, profesyonel bir uyumla mevzilerini aldı. Mermiler şakıdı, karanlıkta izli mermiler gökyüzünde kızıl çizgiler bıraktı. Elif, bütün bu kargaşanın ortasında Cem’in elini sıkıca tutuyordu. Onun sıcaklığını kaybetmekten korkuyordu.
Bir asker Elif’e eğildi:
“Hanımefendi, sizi de bindirmemiz lazım. Burada kalamazsınız.”
Elif gözyaşlarını silip sert bir sesle karşılık verdi:
“Onu bırakmam! Nereye gidiyorsa ben de oraya gideceğim.”
Sedye askerlerin omuzlarında yükselip helikoptere doğru taşındı. Elif de hemen yanlarına takıldı. Toz, barut ve kan kokusunun arasında tek odak noktası Cem’in nefesiydi. Her zayıf nefes, Elif’in içindeki umutla korku arasındaki ince çizgiyi belirliyordu.
Helikopterin kapısı açıldı. İçerideki sağlık görevlileri elleriyle işaret ederek bağırıyordu:
“Çabuk, buraya getirin!”
Sedye kaldırıldı, helikopterin içine sokuldu. Elif içeri atıldığında gözyaşları istemsizce aktı. Cem’i metal zemin üzerine yatırdılar. Sağlık görevlileri hızla serum hazırlamaya, kanamayı durdurmaya çalışıyordu.
Bir görevli Elif’e sertçe döndü:
“Hanımefendi, lütfen geri çekilin! Müdahale etmemiz lazım!”
Ama Elif geri çekilmedi. Dizlerinin üstünde Cem’in başucuna çöktü.
“Hayır… Buradayım. Beni kovmayın. Onun gözlerini kapatmaması için bana ihtiyacı var.”
Görevli bir an durakladı. Elif’in gözlerindeki çaresizlik ve kararlılık, onun inadını kırdı. Başını salladı ve müdahaleye devam etti.
Helikopter yerden yükseldiğinde dışarıdaki patlamalar daha da uzaklaştı. Ama gökyüzünde hâlâ izli mermiler uçuyordu. Pilot sürekli zikzaklar çiziyor, hedef olmamak için manevralar yapıyordu. Helikopterin içi sallanıyor, Elif bazen neredeyse düşecek gibi oluyordu ama Cem’in elini hiç bırakmıyordu.
Cem gözlerini araladığında, yüzünde kan ter karışımı bir tabaka vardı. Elif’e baktı.
“Elif…” diye fısıldadı.
Elif gözyaşlarıyla eğildi:
“Buradayım, yanındayım. Konuşma, sadece nefes al.”
Cem’in dudakları titredi, gülümsemeye çalıştı:
“Sen… cesursun. Benim gördüğüm… en güçlü kadınsın.”
Elif’in boğazı düğümlendi. Bu kelimeler, savaşın gürültüsü içinde kalbine işlenmişti. Onu bırakmayacağına dair içinde daha da büyük bir yemin doğdu.
Helikopterin içindeki sağlık görevlisi, telsizle hastaneyi arıyordu:
“Durumu kritik! Çok kan kaybetmiş! İnişe hazırlanıyoruz!”
Elif, Cem’in alnına dudaklarını koydu.
“Sana bir şey olmayacak. Benimle kal. Daha bitmedi, daha bizim hikâyemiz yeni başlıyor.”
Helikopter sarsıldığında Elif’in kalbi bir an yerinden fırlayacak gibi oldu. Ama sonra ışıklar şehrin üzerinde belirdi. Medikal üssün aydınlık pisti görünüyordu. İçinde bir umut doğdu.
“Bak Cem, işte geldik. Kurtuldun.”
Helikopter yere indiğinde askerler hemen çevreyi sardı. Cem sedyeyle dışarı çıkarılırken Elif yanında koştu. İçeri girer girmez doktorlar etrafını sardı. Bir anda her şey çok hızlı ilerledi. Serumlar, oksijen maskesi, acil müdahaleler… Elif’in kulakları uğulduyordu.
Bir hemşire ona yaklaşarak kolundan tuttu:
“Hanımefendi, buraya giremezsiniz.”
Elif başını iki yana salladı:
“Hayır… Onu bırakmam. O gözlerini açtığında beni görmek zorunda.”
Hemşire çaresizce doktoruna baktı. Doktor kısa bir bakış attıktan sonra başıyla onay verdi:
“Tamam, köşede kal. Ama bize engel olma.”
Elif, duvarın kenarına yaslandı. Nefesi kesik kesikti. Cem’in göğsü inip kalkıyor, cihazların sesi odada yankılanıyordu. Her bip sesi, Elif’in kalbine bir hançer gibi saplanıyordu.
Dakikalar saatler gibi geçti. Elif’in gözleri bir an bile Cem’den ayrılmadı. Ellerini kenetlemiş, dudaklarından sürekli dualar dökülüyordu. “Allah’ım ne olur onu alırsan beni de al. Onsuz nefes alamam…”
Sonunda doktor başını kaldırıp derin bir nefes verdi.
“Durumu şimdilik stabil. Ama kritik saatlerdeyiz. Yoğun bakıma alıyoruz.”
Elif’in gözlerinden yaşlar boşaldı. İçinde bir umut kıvılcımı belirdi. Cem yaşıyordu. Belki çok zordu, belki mucizeye ihtiyaçları vardı ama hâlâ nefes alıyordu.
Sedye yeniden hareket etti, yoğun bakım kapısına doğru ilerledi. Elif de onun yanında yürüdü. Kapının önüne geldiklerinde durduruldu.
“Buradan öteye geçemezsiniz.”
Kapı kapandığında Elif’in içi boşalmış gibi oldu. Dizlerinin bağı çözüldü, duvara yaslandı ve yere kaydı. Elleriyle yüzünü kapatıp sessizce ağladı. Savaşın, kanın, ölümün ortasında tek bir şey için savaşıyordu artık: Cem’i yaşatmak.
Ve içinden sessizce bir yemin etti:
“Eğer yaşarsa, eğer gözlerini yeniden açarsa, ona her şeyi anlatacağım. Korkularımı, hislerimi, kalbimi… Onu bir daha asla yalnız bırakmayacağım.”
Yoğun bakım kapısında beklerken zaman Elif için tamamen durmuştu. Her saniye, yüreğine ağır bir taş gibi çöküyordu. Hastanenin koridorları sessizlikle doluydu, ama o sessizliğin içinde kalp monitörlerinin boğuk sesi yankılanıyor gibiydi zihninde.
Bir asker yanına yaklaştı, kibar ama yorgun bir sesle konuştu:
“Hanımefendi, biraz dinlenmeniz gerek. Günlerdir ayaktasınız.”
Elif başını iki yana salladı. Gözlerini kapıya dikmişti, sanki oraya bakmayı bırakırsa Cem’in nefesini de kaybedecekti.
“Hayır… Bekleyeceğim. Onun gözlerini açtığını görene kadar buradan bir adım bile atmam.”
Asker bir şey demedi, sadece saygıyla başını eğip uzaklaştı. Elif’in zihni, helikopterde Cem’in söylediği sözlere takılıp kalmıştı: “Sen… cesursun.” O anı düşündükçe gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Kalbinde bir ağrı vardı ama aynı zamanda tarifsiz bir güç de hissediyordu. Sanki Cem’in yaşama direnci, onun da direncini besliyordu.
Koridorun camından dışarı baktığında sabahın ilk ışıkları beliriyordu. Gökyüzü kızıl ve gri tonlara boyanmıştı. Elif, doğan güneşe bakarak fısıldadı:
“Dayan Cem… Yeni bir gün başladı. Sen de yeniden doğacaksın.”
Elif, koridorun soğuk zemininde otururken hemşirelerden biri yanına yaklaştı. Elinde bir bardak sıcak çay vardı.
“Biraz için,” dedi yumuşak bir sesle.
Elif titreyen elleriyle bardağı aldı, ama içemedi. Dudakları kupkuru olmasına rağmen boğazına hiçbir şey gitmiyordu. Çayı dizlerinin yanına bıraktı, gözlerini yeniden kapıya çevirdi.
O an fark etti; askeri hastanenin duvarlarında çatışmalarda şehit düşen askerlerin fotoğrafları asılıydı. Her birinin yüzünde gurur ve hüzün arasında donup kalmış bir ifade vardı. Elif’in gözleri doldu. İçinden geçirdi: “Siz sevdiklerinize kavuşamadınız… Ama ben Cem için savaşacağım. Onun kaderi de sizin gibi yazılmayacak.”
Dakikalar birbirini kovaladı. Kapının küçük camından içeride doktorların gölgeleri hareket ediyordu. Bazen cihazların sesi yükseliyor, bazen bir hemşire telaşla koşuyordu. Elif’in kalbi her an çıkacak bir haberle yerinden sökülür gibi atıyordu.
Birden kapı aralandı. Beyaz önlüklü genç bir doktor dışarı çıktı. Yüzünde yorgun ama umuda açık bir ifade vardı. Elif ayağa fırladı, neredeyse dizlerinin bağı çözülüp tekrar düşecekti.
“Nasıl? Cem… yaşıyor mu?”
Doktor kısa bir duraksamanın ardından başını salladı.
“Yaşıyor. Ama hâlâ kritik durumda. Onu yoğun bakıma aldık. İlk 24 saat çok önemli. Eğer bu geceyi atlatırsa umut var demektir.”
Elif’in gözlerinden yaşlar süzüldü, ama bu kez hıçkıra hıçkıra ağladı. Çaresizlikten değil, umut kırıntısını yakaladığı için. Ellerini kalbine götürdü, dudaklarından dökülen tek kelime şuydu:
“Şükür…”
Doktor hafif bir tebessümle başını salladı ve içeri geri döndü. Elif yeniden kapıya döndü, gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Ama bu kez içinde farklı bir güç vardı. Cem’in hayatta olması, ona daha büyük bir mücadele azmi vermişti.