BÖLÜM 8- KÜLLER İÇİNDE

1490 Words
Toz bulutu ağır ağır dağılırken, siperin içi adeta kıyamet sonrası bir tabloyu andırıyordu. Yere düşmüş tüfekler, paramparça olmuş taşlar, toprağın kokusuna karışan yanık barut… Elif gözlerini araladı ama hâlâ kulaklarındaki uğultu yüzünden hiçbir şey netleşmiyordu. Elleriyle toprağı kazarcasına itip kalkmaya çalıştı. Yanında Cem’i fark ettiğinde, boğazından bir çığlık kopacak gibi oldu. Onun başı yanına düşmüş, yüzü toprak ve kanla kaplanmıştı. Elif, panikle elini Cem’in göğsüne koydu. Bir an nefesini tutarak bekledi… Sonra çok hafif, neredeyse belli belirsiz bir göğüs hareketi hissetti. Cem yaşıyordu, ama ölümle yaşam arasındaki o ince çizgideydi. Askerler de birer birer toparlanıyordu. Çoğunun kulakları çınlıyor, bazıları başını tutarak sendeleyerek ayağa kalkıyordu. Tim komutanı, boğuk ve öfke dolu bir sesle bağırdı: “Her şey kontrol altına alınacak! Yaralılar güvenceye alınsın, mevziler sağlamlaştırılsın!” Ama Elif’in tek duyduğu şey, Cem’in zayıf nefesiydi. Elif’in elleri titriyordu. Gazetecilik hayatında defalarca kan görmüş, yıkımın tam ortasında haber yapmıştı. Ama bu bambaşkaydı. Cem, daha birkaç dakika önce yanında bağırıp emirler veriyor, dik duruşuyla herkese güven aşılıyordu. Şimdi ise yerde yatıyor, dudaklarının kenarından ince bir kan süzülüyordu. “Cem! Hadi, lütfen gözlerini aç!” diye fısıldadı Elif. Sesini duyan birkaç asker hemen yanlarına koştu. İçlerinden biri küçük bir ilk yardım çantası açtı, diğeri nabzını kontrol etmeye çalıştı. Ama Elif onları itip yeniden Cem’in yanına eğildi. Sanki onun yaşama isteğini, sadece kendi dokunuşuyla geri getirebileceğini sanıyordu. “Hanımefendi, geri çekilin! Onu taşımamız lazım!” dedi genç bir asker, gözlerinde panikle. Ama Elif geri çekilmedi. Cem’in elini sıkıca tuttu, gözlerinden yaşlar süzülürken dudakları titriyordu. “Hayır… Bırakamam.” O an, patlamanın yankısı hâlâ tepelerin arasından kaybolmamışken, timin geri kalanı da toparlanmaya başlamıştı. Çatışma durmuş değildi; karşı taraf hâlâ pusudaydı, belki de bir sonraki saldırıyı hazırlıyordu. Ama siperin bu köşesinde zaman durmuştu. Elif için tek gerçeklik, Cem’in nefes alıp almadığıydı. Tim komutanı sert adımlarla geldi, Elif’e doğru eğildi. “Bayan muhabir, burada kalmanız hepimizi tehlikeye atıyor! Bizim işimiz savaşmak, sizin işiniz olanı yazmak. Ama şu anda bu durum farklı: Eğer bu adama gerçekten yardım etmek istiyorsanız, en azından yaralı taşımasına yardım edin!” Elif bir an duraksadı. Gözleri Cem’in yüzünde, zihninde ise bir girdap vardı. İçindeki gazeteci ona geri çekilmesi, profesyonelliğini koruması gerektiğini söylüyordu. Ama yüreği, çoktan savaş alanının kurallarını unutmuştu. Onun için Cem, bir haber kaynağı ya da röportaj yapılacak bir asker değil, canı pahasına bağlandığı bir insandı. Başını kaldırdı, gözleri kararlı bir şekilde komutana dikildi. “Tamam… Bana söyleyin, ne yapmam lazım?” Komutan kısa bir an durdu, sonra başıyla onayladı. “Onu güvenli bölgeye taşımalıyız. Eğer düşmanın bir sonraki saldırısı gelirse burada bir saniye bile yaşama şansı kalmaz.” İki asker sedye benzeri bir taşıma düzeni hazırladı. Elif, onların yardımıyla Cem’i dikkatlice üzerine yerleştirdi. Cem’in yüzü hâlâ solgundu, ama göz kapakları hafifçe kıpırdadı. Elif, bu küçücük işareti görür görmez dizlerinin bağı çözüldü. “Duyuyor musun beni? Dayan… Lütfen dayan…” Onu taşırken Elif’in gözünden yaşlar süzülüyordu, ama içinde tuhaf bir güç de uyanıyordu. Belki de Cem’in bu halde olması, onu daha da güçlü olmaya zorluyordu. Artık korkuya, şaşkınlığa yer yoktu. Onun yaşaması gerekiyordu, bu da sadece askerlerin değil, Elif’in de savaşıydı. Siperin biraz ilerisinde, daha korunaklı bir alana ulaştıklarında Cem’i yere indirdiler. Yanlarındaki sağlık görevlisi hızlıca çantasını açıp yarayı temizlemeye, kanamayı durdurmaya çalıştı. Elif, dizlerinin üzerinde yanına çökmüş, nefesini tutmuş onu izliyordu. “Yaşayacak mı?” diye sordu kısık bir sesle. Görevli, gözlerini kısa bir an kaldırdı. “Çok kan kaybetmiş. Ama nabzı hâlâ var. Şanslıysa… yaşar.” Bu belirsiz yanıt Elif’in yüreğine bıçak gibi saplandı. Yutkundu, Cem’in elini bir kez daha tuttu. “Sen şanslısın, değil mi? Beni yarı yolda bırakmazsın. Hadi, gözlerini aç… Çünkü daha sana söylemem gereken çok şey var.” Savaşın uğultusu, yeniden yaklaşan top sesleriyle beraber geri dönüyordu. Askerler mevzilere koşuyor, bağırışlar birbirine karışıyordu. Ama Elif için tüm dünya, Cem’in yanına diz çökmüş halde daralmıştı. Elif, Cem’in elini bırakmamak için adeta yemin etmiş gibiydi. Onun parmaklarının soğukluğu kalbine işledikçe, kendi avuçlarını daha sıkı kapatıyor, “Isınsın, kan dolaşımı dursun diye sıkı tutmalıyım,” diye kendini avutuyordu. O anlarda mesleği, kimliği, neden orada olduğu gibi tüm sorular silinmişti. Elif artık sadece savaşın ortasında bir kadın değil; sevdiği adam için mücadele eden bir insandı. Siperin üstünden geçen bir kurşun sesiyle irkildi. Gökyüzünden yağar gibi inen mermiler, sanki ölümün nefesi gibiydi. Askerler mevzilere dağılıyor, bağırışlar ve talimatlar birbirine karışıyordu. Elif, ilk kez gerçekten o dünyanın içine çekildiğini hissetti. Savaş artık sadece haberini yaptığı, izlediği bir olgu değil; damarlarının içinde dolaşan bir gerçekti. “Bayan muhabir!” diye seslendi komutan tekrar, daha sert bir tonda. “Burada kalamazsınız! Sizi güvenli alana götürmemiz gerek!” Ama Elif başını hızla iki yana salladı. Gözleri kararlıydı. “Hayır! Burada kalacağım. Eğer Cem’i taşımak gerekiyorsa ben de taşıyacağım. Eğer kan durdurulacaksa elimle bastırırım. Ne gerekiyorsa yaparım!” Komutan, onun gözlerindeki inadı görünce şaşırdı. Birkaç saniye sustu, sonra başını eğip kısa bir onay verdi. Askerlerden biri Elif’e bir sargı bezi uzattı. Elif elleri titreyerek aldı, ama bu kez korkudan değil; sorumluluğu kabul etmekten kaynaklanan bir titremeydi. Bezi Cem’in yarasına bastırırken gözlerinden süzülen yaşlar, toprağa damlıyordu. Cem’in göz kapakları hafifçe aralandı. Çok zayıf bir bakışla Elif’in yüzüne baktı, dudakları kıpırdadı ama sesi duyulmadı. Elif eğildi, kulağını onun dudaklarına yaklaştırdı. “Ne dedin?” diye fısıldadı, gözyaşları yanaklarından süzülürken. Cem’in dudaklarından çıkan tek kelime, Elif’in ruhunu ateşe veren bir kıvılcım oldu: “Yaşa…” Elif’in boğazı düğümlendi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu tek kelime, ona bir emir değil; yaşaması, direnmesi ve ikisi için de güçlü olması gerektiğini hatırlatan bir vasiyet gibiydi. O anda gökyüzü yeniden karardı. Düşman tarafından atılan havan topu, biraz ötedeki siperin içine düştü. Yer sallandı, toprak yeniden göğe savruldu. Elif, Cem’in üzerine kapanarak onu korumaya çalıştı. Çığlıklar, duman, barut kokusu birbirine karışıyordu. Ama Elif’in zihninde sadece bir cümle yankılanıyordu: “Yaşa…” Patlamanın ardından yere çöken sessizlik, kısa süreli bir yanılsamaydı. Birkaç saniye sonra silah sesleri yeniden yankılandı, kurşunlar siperin üstünden vızıldayarak geçti. Elif, bir an gözlerini kapadı. Kalbinin derinliklerinde korkuyla birlikte garip bir güç de yükseliyordu. Artık sadece gözlemci değildi, sadece bir muhabir değildi. Elif, savaşın ortasında yaşayan biriydi. Cem’in yarası hâlâ kanıyordu. Elif bastırdığı bezi daha da sıkı tuttu, elleri kanla kaplandı ama umurunda bile olmadı. Tek düşündüğü, onun nefesini kaybetmemesiydi. “Beni duyuyorsun değil mi? Dayan! Lütfen…” diye fısıldadı. Sağlık görevlisi yanlarına yeniden eğildi, acil durum çantasından bir enjektör çıkarıp Cem’e iğne yaptı. Elif şaşkınlıkla baktı. “Ne verdiniz ona?” diye sordu, sesinde endişe vardı. “Serum öncesi damar yolunu açtım. Ağrı kesici ve sakinleştirici etkisi var. Şimdilik daha fazla acı çekmeyecek,” dedi görevli, hızlı ve pratik hareketlerle çalışırken. “Ama en kısa zamanda tahliye edilmesi lazım. Burada uzun süre kalamaz.” Elif’in yüreğine bir korku daha saplandı. “Tahliye… Peki ya saldırı devam ederse? Onu nasıl çıkaracaksınız buradan?” Görevli gözlerini kısa bir an Elif’e çevirdi, sonra cevap vermedi. O bakış bile gerçeği söylüyordu: Kimse garanti veremezdi. O anlarda Elif’in zihninde geçmişi bir film şeridi gibi aktı. Üniversitede başladığı gazetecilik hayalleri, savaş bölgelerine gidip insan hikâyelerini anlatma arzusu, ailesinin ona sürekli “Tehlikeli işlerden uzak dur” nasihatleri… Ve sonra Cem’le ilk röportajı. Dik, güçlü ve gururlu bir adamla göz göze gelişini hatırladı. O bakış, içindeki bütün korkuları bastırmıştı. Şimdi ise aynı bakışın sönmemesi için dua ediyordu. Bir kurşun daha yakından geçti, neredeyse başının üzerinden. Elif refleksle eğildi, Cem’in üzerine daha sıkı kapandı. Askerlerden biri bağırdı: “Düşman mevziyi görmüş! Daha derine çekilin!” Komutanın emriyle birkaç asker hemen etraflarına yeni bir savunma düzeni kurmaya başladı. Kum torbaları yerleştirildi, makineli tüfek mevzilendirildi. Savaş, siperin dibine kadar gelmişti. Elif, o kaosun içinde Cem’in yüzüne bakmaya devam etti. Onun solgun teninde, nefes alışlarındaki zayıflıkta, hayata tutunan bir mücadele vardı. Elif, içinden konuşmaya başladı: “Beni buraya kader getirdi. Belki de bu anı yaşamam gerekiyordu. Senin yanında olmak için, korkularımı unutmak için…” Birden omzuna bir el dokundu. Komutandı. “Sizi tahliye etmemiz lazım. Şimdi değilse bir daha fırsat olmayabilir. Helikopter talep ettik ama bölge güvenliği sağlanmadan inmezler. Burada beklemek ikiniz için de ölüm demek.” Elif başını kaldırdı, gözleri kanlı yaşlarla doluydu. “Gitmeyeceğim. Onu yalnız bırakmam. Eğer o giderse, ben de onunla giderim.” Komutanın yüzünde kısa bir hayret belirdi. Böyle bir inat, böyle bir bağ… Belki savaşın ortasında en çok ihtiyaç duyulan şeydi bu: Birbirine tutunan insanlar. Başını salladı, fazla tartışmadı. “Peki. O halde en azından bana söz verin: Ne olursa olsun, kendinizi koruyacaksınız. Çünkü sizin yaşamanız da onun kadar önemli.” Elif, Cem’in elini daha sıkı tutarak cevap verdi. “Yaşayacağım. Ama onsuz değil.” Cem’in göz kapakları yeniden kıpırdadı. Yavaşça açıldı, gözleri bulanıktı ama Elif’i seçebildi. Dudakları kımıldadı, sesi kısık ve zayıftı: “Gitme…” Elif’in içi parçalandı. Başını eğip alnını onun alnına yasladı. “Hiçbir yere gitmiyorum. Buradayım. Seninleyim.” Gökyüzü bir anda tekrar aydınlandı; uzaklardan gelen uçak sesleri havayı doldurdu. Askerler sevinçle bağırmaya başladı: “Hava desteği geliyor!” Elif’in gözlerinde bir umut ışığı doğdu. Belki bu yardım, Cem’in yaşaması için bir şanstı. Ama aynı zamanda düşmanın saldırısını artıracağı da kesindi. Ve o an Elif anladı: Savaş sadece askerlerin değil, kalplerini birbirine bağlayanların da sınavıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD