Taylan’ın herkesin içinde, hiç çekinmeden yanağıma kondurduğu o küçük buseler beni utandırıyordu.
Hem de sandığımdan çok daha fazla.
Bana sarılıp alnıma, yanağıma dokunduğunda…
Artık inkâr edemez olmuştum.
Ona bir şeyler hissediyordum.
Alışmıştım ona.
Sesine, kokusuna, varlığına.
Yanımdayken huzursuz ama güvende hissettiriyordu; bu çok daha tehlikeliydi.
Derya abla bana manalı manalı baktı, sonra gülümsedi.
“Hayırlı olsun şekerim,” dedi.
Yüzümün ısındığını hissettim.
Cevap vermedim, sadece yan gözle bakıp mutfağa geçtim.
Sofra toplanmıştı, belli ki herkes bizden önce kahvaltı yapmıştı.
Mutfaktaki hizmetçilerden birine yaklaştım.
“Bizim için kahvaltı hazırlayabilir misiniz?” dedim.
Başını hemen salladı.
Ardından diğerine döndüm.
“Bir de… Taylan’ı çağırır mısın?”
Söylerken sesim gereksiz yere sakin çıkmıştı ama içimde tuhaf bir kıpırtı vardı.
Tezgâha yaslandım.
Bir fincan çay doldurdum kendime ama daha ilk yudumu almadan kapıdan onun ayak seslerini duydum.
Taylan mutfağa girdiğinde herkesin hareketi yavaşladı.
Beni gördü.
Göz göze geldik.
Hiçbir şey söylemeden yanıma geldi.
Elini belime koydu, alışkanlıkla.
“İyi misin?” dedi kısık bir sesle.
Başımı salladım.
“İyiyim.”
Yalan değildi ama tam doğru da sayılmazdı.
Sandalye çekip oturdu. Ben de karşısına geçtim.
Hizmetçiler sessizce sofrayı hazırlarken aramızda garip bir huzur vardı. Ne gerginlik… ne de eskisi gibi mesafe.
Taylan çayından bir yudum aldı, sonra bana baktı.
“Bu aralar… daha sessizsin,” dedi.
Omuz silktim.
“Düşünüyorum.”
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu, gözlerini kaçırmadan.
Bir an sustum.
Sonra içimden geçenleri söylemek yerine sadece şunu dedim:
“Buraya alışıyorum galiba.”
Gözleri hafifçe yumuşadı.
Hiç gülmedi ama bakışında bir memnuniyet vardı.
“Alışman iyi,” dedi sadece.
“Çünkü ben buradayım.”
Kalbim gereksiz yere hızlandı.
Çay fincanımı sıktığımı fark ettim.
O an anladım.
Bu ev, bu adam, bu hayat…
Beni yavaş yavaş içine çekiyordu.
Ve en korktuğum şey de buydu.
Sofra neredeyse hazırdı.
Ama ben hâlâ Taylan’ın az önce söylediklerinin etkisindeydim.
“Çünkü ben buradayım.”
Basit bir cümleydi ama içimde yankısı büyüktü.
Tam o sırada mutfağın kapısı tekrar açıldı.
Önce Derya abla girdi.
Ardından Taylan’ın yengesi… sonra halası…
En son da Sultan ana.
Bir anda mutfak kalabalıklaştı.
Ben refleksle doğruldum. Taylan ise hiç istifini bozmadı.
Hatta tam tersine, sandalyesini bana biraz daha yaklaştırdı.
Sultan ana gözlerini kısarak bizi süzdü.
O bakışı artık tanıyordum.
Sessiz ama her şeyi gören bir bakıştı.
“Demek birlikte kahvaltı,” dedi sakince.
“Evet ana,” dedi Taylan. “Geç kalktık.”
Sultan ana cevap vermedi.
Ama gözleri…
Önce Taylan’ın belimde duran eline,
sonra benim farkında olmadan ona doğru eğilmiş duruşuma kaydı.
Derya abla hafifçe gülümsedi.
“Bak sen,” dedi.
“Bir ay önce birbirlerinin yüzüne bakmıyorlardı.”
Yengesi söze girdi:
“Şimdi yan yana bile oturuyorlar.”
Yutkundum.
Bir şey demek istedim ama Taylan benden önce davrandı.
“El âlem konuşacaksa konuşsun,” dedi sakin ama net bir sesle.
“Karım yanımda oturuyor. Bunun nesi garip?”
O an mutfakta bir sessizlik oldu.
Sultan ana başını hafifçe salladı.
Ama bu seferki onaylayan bir hareketti.
“İşte bu,” dedi.
“Evli dediğin böyle olur.”
Sonra bana döndü.
“Alya,” dedi.
“İyi misin kızım?”
Kızım.
Bu kelime boğazıma düğüm oldu.
“İyiyim Sultan ana,” dedim kısık bir sesle.
Taylan elini belimden çekmedi.
Aksine, parmakları hafifçe sıkıldı.
Sanki buradayım der gibiydi.
Hizmetçiler sofrayı tamamen kurup geri çekildi.
Kadınlar ayakta kalmıştı ama hiçbiri gözlerini bizden ayırmıyordu.
Derya abla eğilip kulağıma fısıldadı:
“Belli oluyor Alya,” dedi.
“Bakışın değişmiş.”
Ne diyeceğimi bilemedim.
Sadece önüme baktım.
Ama o sırada fark ettim…
Bu sefer utanmıyordum.
Kaçmak istemiyordum.
Taylan’ın yanımda olmasından rahatsız değildim.
Aksine…
Eksik hissettiriyordu yanımda olmadığında.
Ve bunu fark eden sadece ben değildim.