2:Enişten

759 Words
Songül, “Yap kız,” dedi keyifle sekerken. “Gel baştaki planımıza sadık kalalım, gelenlerden parlak birer teymen falan bulup keyfimize bakalım,” dedi. Sağa sola dönüp duruyordu. “Lan havası ne güzelmiş buranın, efsane ha…” dedi. Kırşehir’de pek ağaç gördükleri yoktu. Gaziantep’te de sürekli binalarla çevriliydiler. Ağaların dağların arasında olmak, temiz hava solumak iyi hissettirmişti. Araçları köyün girişindeki eski, metruk bir devlet binasının bahçesine park etmişlerdi. Evin önü de, yollar da çoktan gelen araçlar tarafından kapatılmıştı. Çilem yürürken acil bir şey olsa öndeki bir aracın çıkmak için ne kadar zaman harcayacağını merak ediyordu. Binaya geldiklerinde kendi araçlarının yanına park etmiş yeni araçlar olduğunu görseler de sesleri duyuncaya dek adamları fark etmemişlerdi. Çilem aracın kilidini açıp bagajına yönelirken Songül, koluna yapışıp “Kızım baksana…” diye inledi. “Aradıklarım buradaymış ya!” Çilem, kuzeninin ne dediğini anlamak için yana doğru eğildi. Kapının önüne atılmış masaları gördü. Ortada olmayan damadın da, herkesin görmeyi beklediği arkadaşlarının da nerede olduğunu artık biliyorlardı. Herifler üç masa kurmuştu. Yemek, meze içkiyle dolu masanın etrafında ise ondan fazla asker vardı. İçip kahkaha atarken küfrediyorlardı. Doğrulup aracın arkasına geçen Çilem, “Bunlar olmaz!” dedi. “Aklından bile geçirme!” Songül, yana doğru yavaşça kayıp adamları dikkatle süzmeye başladı. “Neden askeri üniformalı kız bunlar,” dedi. “Sivilde giymeleri yasak falan değil mi?” Çilem, ne bileyim dercesine omuzlarını indirip kaldırdı. Dudağını kemirirken uzun saçlarını ardına itti. Çantalara eğilip sıkıntıyla “Hangisi annemin çantası, hangisi yengemin çantası? Kızım bunlar kimin çantası ki!” diye isyan etti. Songül, “Ne bileyim kızım, bilmiyorsan neden sormadın,” dedi. Sırıttı. Tüm dikkati adamların üzerindeydi. “Kızım bunlar dediğin gibi yamuk falan değil, gayet fantezi ürünü! Hepsi taş gibi!” diye fısıldadı. “Şu turunculuya ben bittim! Gözleri de yeşil! Boyuna, posuna ya!” dedi. Çilem doğrulup merakla bakmaya meyledince “Alıcı gözle bakma, alıcısı benim! Enişten o artık senin!” dedi. Yüzünde geniş bir gülümseme vardı. Çilem, kuzenini umursamadan eğilip baktı. Dediği adam cidden iyiydi. Şaşırtıcı bir şekilde masadakilerin hepsi dediği gibi yakışıklı heriflerdi. “Peki buna bir numaralı eniştem ne diyecek?” diye sordu. Songül, gayet rahat bir tavırla, “Enişten öldü,” dedi. “Dün siktiri çektim!” Çilem, “Şaka?” derken çantalardan birini hızla açtı. Annesinin oyalanırlarsa peşlerinden birilerini yollayacağını düşünüyordu. Songül, “Birinci sınıflardan bir kızın ağzına düşüyordu. Yaklaştığımı bile anlamadı mal herif. Kıza diyor ki sana kampüsü gezdireyim! Kampüs lan bu, hayvanat bahçesi mi!” deyip iç geçirdi. “Safım da gezdir, ben kaybolurum falan diyordu… Birisi birinci sınıfların etrafında dolanan erkeklerin amacını söyleyip kızı uyandırsa fena olmaz ama o sinirle ben bunu akıl edemedim tabi!” dedi. Çilem, “Siz de birden beri çıkıyorsunuz, yani çıkıyordunuz…” dedi. Kuzenine iyi misin diyecekti ama çocuk onu daha önce de bu şekilde ufak ufak hamlelerle boynuzlamaya meylettiği için ayrılıklarının etkili olmadığını, Songül’ü pek üzmediğini fark etmişti. “Yeni eniştemin kaçtığı yok, sen bana yardım etsene!” diye kızı dürttü. Songül, iç geçirerek “Gelecekteki kocam,” diyerek iç geçirdi. “Çocuklarımız ne güzel olur kız, genlere bak!” dedi. “Sağlıklıdır da bu, asker sonuçta. Zaten sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, kafası da iyidir… Eh, makara da çeviriyor, şakası falan da vardır… Daha ne!” dedi. Adamın rütbesini o mesafeden anlamıyordu ama tepesine bardağını dikerken ayakta sağa sola adımlayıp diğerlerini kahkahaya boğan bir şeyler anlatışını gülümseyerek izliyordu. “Bu Yakup abim gibi,” dedi. “Tam kafa dengi ya! Bunu bir şekilde tavlamam lazım!” Çilem, “Asker tavlamakta ne var, iki kırıt, düşer… Doktor oluyorum deme, şey de sen… Mimari dekoratif sanatlar okuyorum de! Sarışınsın da… Kafasında ben kızı kandırırım algısı oluşursa kesin muhabbeti kurarsın. Salağa da yat biraz!” dedi. Sonunda annesinin çantasını bulmuştu. Setin kadife kutusunu açıp içindekini kontrol etti. Kutuyu kenara ayırıp diğer çantaları yoklamaya başladı. Gözüne en köşeye sıkışmış olan biberon şişesi ilişince “Ay buldum!” dedi neşeyle. Sesi biraz yüksek çıkmıştı. Songül, omzuna vurup “Lan duydular! Manyak niye bağırıyorsun!” diye sızlandı. Adamların ikisi onlara doğru döndüğü için anında saklanmıştı. Neden yaptığını da bilmiyordu. Tüm yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kalbi deli gibi çarpıyordu. Adım seslerini duyunca “Al, geliyorlar işte! Şimdi gelince bunlara diyeceğiz!” diye sızlandı. Çilem, çantaya biberonu sokuşturup omzuna attı. Kutuyu alıp geri çekilerek bagajı kapattı. "Kusan kuzenimize kıyafet götürüyoruz, yaptığımız bu!" dedi. Karşısında dikilen adama bakarken gözlerini kırpıştırıp kaldı. Adamın yüzüne bakabilmek için başını geriye atması gerekmişti. Songül daha da kızarırken Çilem'in yanına yanaşıp "Selam!" demeyi de ihmal etmemişti. Kendini adama gösterme peşindeydi. Azmettiği zaman utanmak onu durduran bir şey değildi. Zaten göründüğü kadar utangaç değildi, epeyce cüretkardı. Gelen de onunkiydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD