Düğün fena kalabalıktı. Çilem, kuzenleriyle birlikte kenara sıralanmış sandalyelerden birinde oturuyordu.
Kızlar kıkırdayarak etrafı izlerken Songül, “Sıkıldım,” dedi. “Toplanıp geldiğimize de değseydi keşke.”
Çilem, hafifçe gülümseyerek kıza yaklaştı.
“Ben senin neden sıkıldığını biliyorum kızım, aradığını bulamadın diye!” deyip kıs kıs güldü.
Daha liseden yeni mezun olmuş olan kuzenleri Betül, internetten tanıştığı bir askere aşık olmuş, babası ben askere kız mız vermem deyince de adama kaçmıştı.
Olay aileler arasında tatlıya bağlanmış, aceleyle düğün dernek kurulmuştu. Kızlar ise bu durumdan eve döndüklerinde haberdar olmuştu.
Songül, damadın asker olduğunu öğrendiğinden beri damadın arkadaşlarını görmeyi bekliyordu.
Songül, etrafı süzmeye devam ederken “Okulda anlatacak bir şeyler çıkmasın mı? Herkesin sevgilisi var, yoksa takıldığı var, yoksa aşık olduğu biri var… Sap geldik sap gideceğiz böyle giderse… En azından şöyle bişi gördük diye hava atardık, biraz da uydururduk ya!” dedi.
İkisi de aynı üniversitede ama farklı bölümlerdeydiler.
Çilem, Gaziantep Üniversitesi – fen edebiyat fakültesi, Arap dili ve edebiyatı bölümüne okuyordu. Ailesi ilahiyat okumasını istemişti ama buna da razı olmuştu.
Mezun olunca öğretmenlik yapamasa bile tercümanlık yapabileceğine inanıyordu. Tabi okumasına zar zor izin veren babası, çalışmasına izin vermeyecekti, biliyordu.
Songül ondan biraz daha şanslıydı. Eniştesi babası gibi düşünmüyordu. Kızların okuması gerektiğini savunuyordu.
Songül, ilk okul zamanından beri özel dersler almıştı. Tıp fakültesinde okuyordu.
Finallerden sonra eve dönmüşlerdi. Ders çalışmak için vakit bulduklarını düşünürken, aileleriyle birlikte Kahramanmaraş’ta bir köy düğününe gelmişlerdi.
Songül, köyde büyümediği için etrafa bakınca bile eğleniyordu aslında ama ömrünün çoğu köyde geçen Çilem için onun gibi değildi.
Songül, sandalyesini çekip Çilem’e daha da yaklaşırken “Şu arkamızdaki kızlar neden bahsediyor?” diye sordu.
Çilem, kaşlarını çatıp odaklanırken hafifçe yan döndü. Hafifçe tebessüm ederken “Seninle aynı şeyden,” dedi.
“Damadın kuzenlerinden bazıları sanırım, arkadaşlarını görmeyi umuyorlar…” dedi.
Songül, “Aklın yolu bir,” diye fısıldadı.
Çilem, “Askerleri abartıyorlar bence… Çoğu çirkin, kaba saba herifler…” diyerek burun kıvırdı.
Songül, “Bazıları da doktorları abartıyor… Sınıfımda da üst devrelerde de bir tane eli yüzü düzgün herif yok. Bir de havaları var ki… Doktor oluyorlar ya, herkes üzerlerine falan atlayacak sanıyorlar. Ama bizim milletin kızlarına da müstahak biliyor musun? Haklı çıkarıyorlar! Ne kadar çabuk kandıklarını gördükçe hepsini kolundan tutup bir kenarda tokatlamak, kendinize gelin, az gururlu olun falan demek istiyorum! Salaklar ya…” dedi.
Çilem, yavaşça ayağa kalkıp kendine dik dik bakan annesine doğru dönerken “Annem çağırıyor, ben bir ne istediğini öğreneyim,” dedi.
Songül, onunla birlikte kalkıp “Ben de geleyim,” dedi.
İkisi de diğerleriyle pek anlaşamıyordu. Çilem okurken uzaklaşmıştı, Songül çocukken… Hepsi köydeyken şehirde yaşayan kızı çocukluk aklıyla kıskanmışlardı. Durum büyüyünce de değişmemişti. Okudukça, farklı hayatlar yaşadıkça aralarındaki uçurum açılmıştı.
Muhabbetleri merhabalar ile sınırlıydı. İlerleyemiyordu. Şimdi ikisi de okuyor diye durum daha beter bir hal almıştı.
Çilem annesi Demet’in yanına geldiğinde kadın kolunu yakalayıp eline bir anahtar tutuşturdu.
“Arabaya gidin, bagajdaki çantalar arasından yengenizinkini bulun. Halis dayının oğlan yayla havasını kaldıramadı, kustu, üst baş rezil. Kıyafet lazım,” dedi.
Çilem başını sallarken “Benim çantayı da bul,” dedi Demet Hanım. “Dikkatli aç, içindekileri sağa sola dökme. Takacağımız set çantada. Kendi çantana at. Her dakika gidip gelmek zorunda kalmayalım!”
Çilem bir kez daha başını salladı. Evin en büyüğüydü. İki küçük kardeşi vardı, bir erkek, bir kız... Onlar daha lise ve ilkokulda okuyordu.
“Tamam anne, çocuk muyum, abarttın iyice!” diye mırıldandı.
Demet Hanım, “Ben seni biliyorum, döker saçarsın sabırsızlığından her şeyi,” deyip Songül’e döndü.
Songül de Çilem gibi evin en büyüğüydü. Onun da durumu aynıydı. Onun kardeşleri bir yaz kampı için başka şehirdeydi…
“Sen bakarak ol kızım,” dedi. “Yine sana emanet!”
Songül, “Tabi teyze,” deyip genişçe gülümsedi.
Demet Hanım, bir kızını tepeden tırnağa süzdü. Bir gömlek, bir pantolonla yetinen kızına yanaştı.
Yanağındaki allığın fazlasını parmağıyla silerken “Kızın yüzü makyajdan görülmüyor diye laf ediyor millet,” diye mırıldandı. “Abartma bu kadar! Yakışanı yap!”
Çilem iç geçirirken Songül, “Teyze düğünde de mi yapmayalım ya!” dedi.
Demet Hanım, “Kızım sen yap, millet Ahmet'in kızı sürmüş sürüştürmüş demez, ama köy yeri öyle mi, döner dönmez başlarlar...” deyip yeğenine göz kırptı.
Kocasını kızı okutsun diye zorla ikna etmişken, üniversiteye giden orospu olur diye adamın beynini yıkayan tonla adam varken bir hataya düşüp kızın okulu yanmasın diye diken üstündeydi.
İki kız sonunda Çilem’in annesinden sıyrıldığında Çilem, sinirle “Bulacağım bir şerefsiz, ben de kaçacağım!” diye söylendi.