Turunculu, koyu zeytin yeşili üniforma giymişti. Omuz apoletlerinde tek altın yıldız ve altında ince bir altın şerit vardı.
Üniformasının düğmeleri parlıyordu. Bir eli pantolonunun cebindeydi, diğerinde yarısı dolu bir içki bardağı tutuyordu.
Yüzünde rahat bir gülümseme vardı. Omuzları gerideydi ama duruşu resmî olmaktan çok keyifliydi. Siyah deri kemeri ortalı, botları parlaktı.
Şapkasını takmamış, kısa kesilmiş koyu kızıl saçlarını serbest bırakmıştı.
Cildi güneş altında kaldım bronzluğundaydı, canlı ve kızıl birine göre epeyce koyuydu. Yüzünde sayılı çil vardı ama cici kız çili değillerdi, bunlar da güneşle belirginleşmiş, koyulmuştu.
Yine de koyu, orman yeşili gözleriyle çarpıcı bir yakışıklılığı vardı. Bu orman yeşili bakışlar ciddiyet taşımıyor, daha çok eğleniyormuş gibi görünüyordu.
Omzunda yıldızı falan da vardı. Öyle kısa dönem askerlerden değildi belli ki… Bu da Songül için yeterliydi.
Adam, gülümseyen ifadesine tezat, ciddi ses tonlamasıyla “Selam hanımlar, burada ne yapıyorsunuz?” diye direkt sorgu havasına girince Çilem, gerilerek bir adım geri çekildi.
Çantaya sokmaya çalıştığı biberon ve takı kutusunu göstererek beceriksizce “annem gönderdi, size bakmıyorduk, eşyalar için araca gelmiştik. Bu bizim aracımız da…” diye sıraladı.
Adam, bir biberona, bir kızın omzundaki çantaya, bir de takı kutusuna bakıp hafifçe başını salladı.
“Düğüne geldiniz?” dedi emin olmak için.
Songül, araya girerek “Evet,” dedi. “Düğüne geldik, sen de sanırım!”
Adam, bakışlarını ona yönlendirince hem heyecanlandı hem de rahat bir nefes aldı.
Adam başını sallayıp ona dikkatle baktıktan sonra başını eğip bir de aracın plakasına baktı. Kırşehir plakasını görünce doğruldu.
“Kız tarafındansınız siz,” dedi.
Songül, “Evet, gelinin kuzenleriyiz!” diyerek bu soruyu da onayladı.
Adam cevap vermeye tenezzül etmeden arkasını dönerken kaşlarını çattı.
“Hava kararıyor, dönün, buralarda fazla oyalanmayın!” diyerek diğerlerinin yanına dönünce somurttu.
“Emredersin komutanım!” diye söylendi. “Hiç pas vermedi!” diyerek Çilem’in omzundaki çantayla hala yan cebe sokmaya çalıştığı biberonu elinden aldı.
Çilem, çantayı verirken “Kız birden çıktı, aklımı aldı ya! Nasıl sessiz geldi o öyle!” diyerek adamlara arkasını döndü. Hava gerçekten de kararmak üzereydi.
“Oyalanmadan gidelim,” diyerek Songül’ün koluna girdi.
“Sen beğendin mi bunu? Hiç pas vermedi…” derken normale dönmeye başlamıştı.
Songül, “Enişten diyorum kızım, beğendim tabi! Benim salak Ayberk’e bin basar! Duruşu bile klas adamın! Nasıl da kovaladı bizi…” deyip sırıttı.
Çilem, “Peki nasıl konuşacaksın, biz orada, o arkadaşlarıyla burada?” diye sordu. Turuncu onun tarzı değildi ama kuzeni beğendiyse çok ta tarzı umurunda olmazdı.
Songül, “Gelirler damadın arkadaşı falan diye halaya çağrılınca… Bir ara elini tutar haşlaya giriveririm! Bir ton nörosinyal yayarım zaten, etkilenememesi imkansız!” dedi. “Parmağında yüzük falan yoktu, gerçi takabiliyorlar mı onu da bilmiyorum ki… Kız ya evliyse, ondan pas vermediyse!” derken telefonunu çıkarttı.
“Askerler yüzük takabiliyor mu?” yazıp internetten kontrol etmeye başladı.
“Normalde takabiliyorlar…” diye yavaşça okudu. “Düğün de normal bir olay zaten. Evliyse takıyor olması lazım… Gerçi çoğu evli adam takmıyor şimdi, kız falan düşürürüm diye… Bunda o tip de yoktu…” duraksayıp bir daha düşündü. “ay vardı ya… Kesin evli falan bu… ay kimden öğrensek ki…”
Arkadan bir ses “Değil,” dedi. Ağacın altında elini siper ettiği sigarasını yakmak için duran başka bir asker vardı.
Yüzünde de eğlenen bir ifade…
Songül anında duraksasa da düğünün yapıldığı alana yaklaştıkları için Çilem, kıza asılıp kendisiyle yürümesine neden oldu.
“Yürüsene kızım!” diye çıkıştı. “Şimdi bizimkilerden biri görecek, sonra al başına belayı!”
Songül, yürürken hızını düşürmek için Çilem’e asılarak yüzsüzlükle adama döndü.
“Adı ne?” diye sordu.
Adam, sırıtarak “Çağdaş!” diye mırıldanınca el salladı.
“Sağ ol Asker!”
Çilem, koluna çimdik atınca kolunu kurtarıp adama döndü.
“Sen kimsin?” diye sordu.
Adam sigarasından bir nefes çekip nasıl yani dercesine bir mimik yapınca “Yani ismin ne?” diye sordu. “Damat tarafısın anladık onu, eee, askersin de… Onu da gözü olan anlar yani…”
Adam, dumanı üflerken onu bir süzüp yanında kıvranıp duran Çilem’e odaklandı.
“O kim?” diye sordu.
“Bu kuzenim Çilem,” dedi Songül.
Adam, hafif hafif başını sallayıp sırtını yasladığı ağaçtan ayrılırken “Afşin,” dedi.
Songül devam edecekken “Devam, karanlıkta dikilmeyin,” deyip arkasını dönüp gitti.
Songül, “Offf, bunlardaki bu hava ne ya!” diye sinirle söylendi. Sonra ona öldürecek gibi bakan ama kendisi gibi kızaran Çilem’in koluna hiçbir şey olmamış gibi neşeyle girdi.
“Yakışıklı eniştem de pek havalı değil mi? Seni de bayağı bayağı gözleriyle soydu ha!” dedi.
Çilem, “Offf, başlama yine!” deyince umursamadan “Benimkinin ismi de pek bir güzel be!” dedi.
Çilem yola odaklandığı için kendisi önüne bakma gereği duymadığından yine telefonuna bakarak yürümeye başladı.
“Kız, benimki de üsteğmenmiş, seninkisinde de çizgi vardı, demek ki kıdemlisinden demek ki eniştem de… Havalı ha! Üniformalarını giyip görgüsüzce story atmamız yok mu? Profile asker yareni yazmamız falan!”
Çilem, dayanamayıp gülerken “O postalları da giyeceksek olur!” dedi. “Başka türlü kurtarmaz!”
Milletin arasına karışıp annesini aranırken “Adı neydi benimkinin?” diye alayla sordu. İsim hafızası berbattı.
Çilem, hala olayı fark etmemiş olan kuzenini dürttü.
“Kızım Afşin dedi ya,” diye fısıldadı keyifle.
Çilem anlamadığı için “Ne ima ediyorsun?” diye sordu.
Songül, gözlerini alayla devirdi.
“Aşiret çocuklarından işte, bizim damadın akrabası bu!” dedi.
Çilem, “Aşiret mi kaldı kızım?” diye söylenirken gelen kalabalığa bir göz attı. Kuzenine takılmış olan altınlara… Sonra “Belki de kalmıştır,” dedi umursamazca.
Babasına da köylüler ağa diyordu ama öyle dizilerdeki gibi düzenleri falan yoktu hani… Onlarda tarlası çok, eli para gören kim varsa köyde ağa deniyordu. Her köyde ağa çektikleri biri vardı, öyle köyün sahibi, adamların efendisi gibi takılmıyordu…
Gençlerden yeni gelenlerin gidip damadı selamlaması, babasının eline kapanıp zorla ve büyük hürmetle öpmeye çalışması kaşlarının iyice çatılmasına neden olmuştu.