Manita

1505 Words
Ayperi Kılıç Günlerimiz son sürat bir hızla devam ediyor. Her gün Toprak’ın benimle uğraşması dışında pek de bir sorunum yok. Okulum ve derslerim gayet iyi. Ha bir de Mardin sıcağı. Buraya yerleşeli galiba on yıl falan oluyor, belki daha fazla. Bir yaz mevsimini babamın bir arkadaşının yanında geçirdik Ankara’da... Koruma altında olmamız gereken bir dönemdi ve o dönemde annem, onları büyüten ailesini kaybetmişti. Hatırladığım bu kadardı. Sonra buradayız. Dedem ve babaannem zaten dedemin zamanından alışkınmış yer değiştirmeye, onlar da yerleşti. Tabii ki bütün tim. Babam, abim ve Kılıç Timi'nin burada pek ikamet ettiğini söyleyemem. Lisedeki üçüncü yılımız. Bir yıl kaldı, bir yıl sonra kurtuluyorum. Toprak sürekli "Nereyi yazarsın?" gibi soruyor, ben de "Ankara" diyorum. Orada tanıdıklar var, rahat ederim diyorum ama külliyen yalan. İstanbul, İzmir, neresi olursa orayı yazacağım. Bu kas kafalıyı daha fazla görmek istemiyorum. Tepemden de ayrılmıyor, mal değneği. Karışıp duruyor. Teneffüs vakti, Azad sınıfın, benim gibi, diğerlerinin tabiriyle inek öğrencisi. “Ayperi, şuraya bir baksana, çözemedim,” diyerek yanıma oturdu. Bu çocuk benden beter çalışıyor. Tam defterin üstüne çöktük, çalışıyoruz; soru sormaya odaklanmışız. Azad’ın aniden kaldırılmasıyla yerimden fırladım. Toprak, Azad’ın yakasına yapışmış. Çocuk zaten cere cüre bir şey, bizimki çam yarması gibi saldırıyor çocuğa. “Ben sana Ayperi’nin bir metre yakınında bile olmayacaksın demedim mi lan?” “Be-ben soru şeyettiydim...” “Seni bir şey ederim, görürsün.” Toprak ve Azad arasına girdim. “Yeter! Toprak, bırak Azad’ı.” Ellerini bıraktı, en azından. “Ben onu uyardım, AYPERİ, beni dinlememiş.” “Seni ilgilendirmez! Bırak artık yakamı, TOPRAK... Şimdi defol git. Sadece ders çalışıyoruz, kimseyi bu şekilde hırpalayamazsın.” Hem kızdım hem de göğsünü yumrukladım. Azad biz tartışırken kaçtı. Toprak kollarımdan tutup kendine çekti, gözlerinden ateş çıkıyor olsa yanmıştım şu an. “Abine de böyle diklenecek misin? Bana bak, benim sorumluluğumdasın ve izin vermiyorum, anladın mı?” “Benim bebek bakıcısına ihtiyacım yok.” Toprak’ın sinirden çenesi kasıldı. “Adımlarına dikkat et Ayperi. O bebek, ben kaldırmasam kalçanı avuçlayacaktı. 'Bebek bakıcısına ihtiyacım yok' demeden önce etrafına bakmayı dene. Körü körüne dolaşma...” Bir de bana kör diyor embesil. Beni bıraktığı gibi çekip gitti. Bu tavırları hep o abim olacak ayı yüzünden. Kıskanç aygırlar. Babamlar, annemlerin... Bu Bermuda Şeytan Üçgeni de benim burnumdan getiriyor. Mert yanımda olsa eminim o da aynı şekilde olacaktı. Gerçi onunkisi daha tehlikeli, telefonumu ele geçirmiş bu mal üçlüsü. Dedikodu bile yapamıyorum. Bir de “Sadece numaraları kontrol ediyoruz kime ait diye, konuşmalara girmedik,” diyorlar. Yine sinirim had safhada eve giriş yaptım. Annem alıştı artık, sormuyor kadın. Abim de gelmiş. Yine bir kavga, dövüş; sesler yükseldi evde. “Gökhan, çek şu uyuz ellerini hayatımdan!” “Abinim kız ben senin, düzgün konuş!” “Anneeeee... Şu oğluna bir şey söyle yaaa!” Annem bıkkın bir şekilde yanımıza geldi. “Çocuklar, daha dakka bir gol bir, bismillah yani... Uzun zamandır bir arada değilsiniz, sarılıp hasret gidereceğinize birbirinizi boğazlayacaksınız neredeyse.” “Onu kızına söyle. Günler sonra geliyorum, hanımefendi abim deyip sarılacağına, Gökhan deyip çemkiriyor.” Derin bir nefes aldım. Kızgınım ama özlemişim bu koca ayıyı. “Gel buraya,” dedim, kollarımı açtım, sarıldım. “Özlemişim,” dedim. Abim de bana sarıldı. “Ben de seni özledim prenses. Kızma bana, seni çok seviyorum, ondan oluyor.” “Kasap sevdiği deriyi yerden yere vururmuş misali diyorsun.” Saçlarımı karıştırdı. “Çok güzelsin, kıyamıyorum.” Kıyan kıyıyor da neyse... Yine babam yok, iki hafta oldu gideli. Akşam dedemlere gittik. Abim yeni geldiğinden onları da görmek istedi. Buraya kadar normal de, akşam Toprak ve Mert’i alıp dondurma yemeğe çıkmasaydık... Yolda yürürken Toprak yanıma yaklaştı. Abim ve Mert iki adım ötemizdeydi. “Bakıyorum da bir sakinlik çökmüş üstüne Gökhan gelince,” dedi. Sırıtarak gözlerini üstümde gezdirdi. Eşofman takımı ve tabii ki üstüne kapüşonlusu dahil. Gözlerimi devirmeden edemedim. “İşine bak Toprak, sal beni artık,” dedim, abimin koluna girdim. Dondurmalarımızı alıp oturduk. Sohbet ve dondurma gayet keyifliydi. Karşıda arkadaşımı görünce hemen onun yanına gittim. Asmin iyi kızdı. Son birkaç gündür okula gelmemişti. “Asmin...” Bana döndü. “Ayperi...” dedi, kucaklaştık. “Ya kızım, neredesin kaç gündür?” “Gelen giden eksik olmadı kızım. Abim geldi askerden, misafirden başımız kalkmıyor,” dedi. Arkasında abisi vardı. Kafamla selam verdim. Benim üç silahşörler de anında arkamda belirdi. Asmin hemen abime yanaştı. “Aaa Gökhan, sen de mi geldin?” dedi, gülümsedi. Asmin azıcık abime yanık da. Abim az geri durmaya çalışarak; “Evet, kısa bir mola verdik,” dedi. Asmin'in abisi araya girdi. Tokalaştılar, takriben üç yaş falan büyüktü bizden. Sonra hep beraber oturduk. Biri yeni askerden gelmiş, biri askeri okul derken muhabbet iyice kışlaya döndü. Arada bakışları denk geldi sanki ama çok umursamadım. Mert bir ara beni çekti; “Az gözlerine hakim mi olsan? Gökhan anlamasa...” “Boş versene, o anlamamış. Abim anlasa kaç yazar?” “Kızım git söyle, zaten mantığım almıyor ama kıvranmak da mantıksız. Söyle, içindekini rahatla.” “Söylemesi kolaydı sanki. Benim canım ne kadar acıyor biliyor musun?” “Yani mantıksal olarak canının yanması için kesici veya delici bir aletle vücudunun...” “Ne anlatıyorsun ya sen, deli manyak?” “Ya canım acıyor dedin ya, ben de canının acıması için olması gereken durumu açıklıyordum.” “Ah pardon, sen duygusal olarak düşünmüyordun. Duygularım acıyor bay mantıksal. Anladın mı?” “Midem bulandı, ıyğğ,” dedi, kapattı mevzuyu. Bir süre daha sohbet devam etti ve kalktık. Asmin'in abisi Ciwan, abimle tokalaşırken ben de Asmin'e sarıldım. Yolda yürürken Toprak burnundan soluyordu. Abimle hararetli bir şekilde tartıştı ve ayrılıp gitti. Mert’le birbirimize baktık, ikimiz de bir şey anlamamıştık. Eve geldiğimizde büyük bir sürpriz bizi bekliyormuş. Babam görevden dönmüş... Anında koşup sarıldım. Yorgun olduğu yüzünden belli ama gülümsüyor. Geleceğini anneme de söylememiş, yoksa annem kesin bizi dedemlere şutlardı. Annem bizi ne zaman aniden şutlasa, ertesi gün babam gelmiş oluyordu. Ne yaptıklarını büyüdükçe anladık da, anlamazdan geliyoruz... Bir süre babam ve abim evde olunca vakit nasıl geçiyor fark etmedim. Babam, öyle uzun sürecek bir operasyona çıkmadı. En sevdiğim vakitlerdendi. Okul aynen devam... Toprak ve abim bir süre bozuk attı birbirine. Aralarındaki mevzuyu anlamamız imkânsız, buna Mert de dahil. Babam ve ekibi izne çıktı. Okul zamanı olduğundan Tuğba yengemin ikiz kardeşleri, yani Toprak’ın teyzeleri, ailelerinin yanına gitti ama yengem, Toprak ve kardeşi Tuna okula gittiği için hakkını tatil zamanına sakladı. Akşam anne babalarımız yemeğe çıkacaktı ve bu Bermuda Şeytan Üçgeni benim başımda, abim de burada. Ben de biraz hasta olunca genç grup komple evde kaldık. Tuna en küçüğümüz, daha ilkokula gidiyor. “Eee beyler, film izlemeye hazır mısınız?” Hastalıktan kızarmış burnum ve dolaşmış saçlarımla pek hoş gözükmediğimi biliyorum ama hastayım ben, nazımı çekecekler. Bu her zaman böyle olmuştur. Bu üçlü ne kadar sinirimi bozsa da, benim üstüme titreyip hasta olunca el bebek gül bebek bakmaları çok hoşuma gidiyor. Azıcık bu durumu sömürüyor da olabilirim. Beni sinir ettikleri günlere saysınlar. Mert; “O romantik dediğin saçma filmi izlemeyeceğimizi söyle,” gülümsedim. Abim sıkıntıyla kendini kanepeye atarken, Toprak boynu bükük küçük Emrah gibi, “Acı bize be...” dedi. Kafamı olumsuz anlamda salladım. “Ben hastayım ve siz hasta olunca size nasıl bakıyorsam, siz de bana bakacaksınız.” Abim; “Kızım, şu an pek de elin kolun kalkmayacak gibi değil. Sadece şaftın kaymış.” “Çok güzel moral verdin, sağ ol abicim. Şimdi hepiniz benimle o filmi izleyeceksiniz. Hatta ben limonata ve mısır da istiyorum,” dedim, oturdum. Üçü de anında mutfağa tüydü. Keyifle içimi dışıma çıkartacak bir film açtım. Rahat rahat ağlayabilirdim. Her istediğim önüme geldi. Abim telefonla oynadı, ağzı kulaklarında; kesin manita yapmış. Mert kendini uykuya verirken, telefondan başını kaldırmayan ikinci kişi de Toprak oldu. O sırıttı, ben filmi bahane edip ağladım. Sonuna doğru sanki ben anlamadım, hepsi izliyor rolü yaptı. Film bitince ilk tepki Mert’ten geldi. “Bir ara beynim durdu, çok mantıksızdı.” “Sen ne anlarsın be?” Abim; “Yalan yok, ben izlemedim,” diyerek itiraf etti. Toprak; “Yani, en azından susmak yerine söyleseydiler sevdiklerini,” dedi. “Vay be, gözlerim yaşardı. Sen filmi izledin mi?” “Geçen gün Ada anlatıyordu. İzlemeyi midem kaldırmadı.” Adalar düşsün başına. Mert; “Filmde tutmayan unsurlar vardı.” “Muhabbetiniz çok açtı beyler. Siz ne anlarsınız aşktan be, yontulmamış odunlar sizi,” dedim, mutfağa kalktım. Soğuk su iyi gelecekti. Salona geri döndüğümde üçü de siper almış bana. “Harbe mi çıkıyoruz, otursanıza.” “Biz gitsek Ayperi abicim, bak film de izledik, gayet iyisin. Tuna içeride, bizim işimiz uzun sürmez.” Hayal edin, boyları hayvan gibi üç kedi yavrusu bana acıyarak bakıyor. Hadi acıdım, gidin. Ben de yatıp dinleneyim, yeterince ağladım. Toprak; “Boşuna ağladın, gerçek değildi sonuçta.” Canım abim, ensesine geçirdi bir tane. “Kes lan. Kardeşim haklı, duygusuzlar sizi.” Kapıya doğru ilerlediler. “Bana mı diyorsun? Film boyu mesajlaştın manitanla.” “Sanki sen yazmadın. Şimdi manitasının yanına gidecek ben değilim, sensin?” diyerek çıktılar. Abimin son cümlesi bende yankı yaptı. Ben telefonda güldüğünü gördüm ama sevgilisi mi vardı? Acı bütün bedenimi sardı gibi geldi. Dizlerim tutmadı, onlar çıktı, ben kanepeye çöktüm. Bütün hücrelerim acıdı gibi geliyor. Bundan daha acısı olmaz diye düşündüm... Başımıza geleceklerden habersiz, aşkım için ağlarken hayatımızın alt üst olacağını bilemezdim..
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD