12

1417 Words
Sonunda Profesör Arel'in odasının önüne geldiler. Etrafta kimsecikler yoktu. Simya birazdan yapacağı konuşma için şimdiden heyecanlanmıştı, kalbi çok hızlı çarpıyordu. İçeri girmeden önce "Tibet sana bir şey söylemek istiyorum" dedi. Tibet tüm dikkati ve farklı renk gözleriyle ona bakıyordu. "Buradaki ilk ve tek arkadaşım sensin. O yüzden Profesör Arel'den önce öğrenmeni istiyorum" Tibet neyi diye sormaya cesaret edemiyordu. Kendi dünyasına gitme kararı aldığına o kadar da emindi ki. Hâlbuki Simya'yı çok sevmişti. "Ben burada kalmak istiyorum. Sizinle kalmak istiyorum" dedi Simya. "Çok sevindim Kızılcık bunu Profesör Arel'e de söylemelisin. Görüşmen bittiğinde beni bulursun" dedi Tibet bağırarak, duyduğu habere çok sevinmişti. Simya tabi bulurum diyecekken, koca okulda onu nasıl bulacağının düşündü. "Burada telefon falan var mı? Ben seni nasıl bulacağım?" dedi. "Telefon mu? Neden bahsettiğini bilmiyorum ancak beni çağırmak için sana birini bulabilirim" dedi Tibet. Simya nasıl birini bulacağını anlamamıştı. Tibet birden #Winchi.... Winchi....# diye bağırdı. Koridordaki süpürge dolaplarından biri açıldı. Küçük çok da çirkin sayılmayan ama pek insana da benzemeyen kocaman burnu olan bir yaratık geldi. Küçücük gözleri vardı. Boyu da Profesör Öker kadar bile yoktu. Simya bunun şaşkınlığını üstünden atamadan yaratık konuştu. "Buyurun efendim ne istemiştiniz?" dedi ama pek Tibet'e saygı gösteriyor gibi değildi. Tibet eliyle takdim eder gibi Simya'yı gösterdi. "Kendisi benim arkadaşım olur. İşi bittiğinde sana seslenecek ve sende beni bulmaya geleceksin" dedi. Oda küçük yaratıktan pek hoşlanıyormuş gibi durmuyordu. "Peki, efendim emredersiniz" dedi küçük yaratık ve geldiği süpürge dolabı kapısından içeri girip kayboldu. Simya gözlerini belertmiş, anlamsızca bakıyordu. Gördüğü şey gerçekten imkânsız bir şeydi. "Bunlar Winchi, küçük sevimsiz yaratıklar" dedi Tibet tiksinerek. Winchi'ler okul kurucularının öğrencilerin ve öğretmenlerin daha çabuk iletişime geçmesi ve yardım alabilmesi için yaptıkları minik sihirli şeylerdi. Sihirli yaratıklara ihtiyaç olunca iki kere ismini söylemek yeterliydi. Biraz kindar ama bir o kadarda iyi hafızalı olan bu yaratıklar, kendilerine saygısızlık yapanlara iyi davranmazdı. Ancak çağırılacak yerde kapı olması gerekiyordu. Çünkü kapıdan gelip kapıdan giderlerdi. Tibet profesörle işin bitince ona çağır, gelip beni bulur diyerek yanından ayrıldı. "Vay canına" dedi Simya gülerek. "Bunlar süpermiş. Resmen telefon gibi ama daha kullanışlısı" Simya kendisinin iki katı olan büyük tozlu kapıyı çaldı, içeriden tok bir erkek sesi yükseldi. "GİR..." Daha içeri ilk adımını attığında yerdeki boyalı mermerleri fark etti. Odanın yerleri sanki özellik bir şekil oluşturuyormuş gibi boyanmıştı. Ana merkezine toplanan büyük bir yılan gibi boyanmış süslü taşlar odanın zeminini oluşturuyordu, her yerde biblolar, dekoratif süsler vardı. Altın rengi süslemeleri oldukça zengin bir görünüm verse de odanın kasveti insanın ruhunu bir buhrana sürüklüyordu. Odadaki üstü bir sürü evrakla dolu büyükçe yaprak şeklindeki masa ve ağaç dallarından yapılma sandalyeler hemen dikkatini çekti. Aynı koridordaki duvarlar tablolarla doluydu ve odanın duvarları başlı başınca kitaplıklar, kulpu olmayan dolaplarla döşeliydi. Büyük şöminenin önünde elbise askılıkları ve bir ayı postu seriliyken Profesör Arel'in sırtını masasına dayamış şekilde görkemli duruyordu. "Bu manzara her zaman kafamı boşaltmaya yardım eder" dedi masasına dönerek. Yüzü yeni tıraş olmuş gibi parlaktı, kır saçlarını geriye taranmıştı. Üstünde siyah bir ceket ve lacivert bir gömlek vardı. Küçük mavi gözleri ile ürkütücü olduğu kadar da karizmatik bir adamdı. Simya yavaşça ilerledi, küçük mavi gözlerine bakmak yerine zemini inceliyordu. Profesör Arel yuvarlak ahşap masaya yanaşıp oturdu, kalın çerçeveli kare gözlüklerini çıkarıp masanın üstüne bıraktı. "Hoş geldin Simya" dedi tüm ciddiyetiyle "Seni daha erken bekliyordum" Profesörün bu bilgili, sert tavrından birazda olsa korkan Simya ellerini önünde birleştirdi. Sanki beş yaşında bir kız çocuğu gibi gözüküyordu. "Efendim sizin kasabaya gittiğinizi öğrendim. O yüzden sabah yanınıza gelemedim" dedi mırıldanarak korkmakla çekinmek arasında çıkıyordu sesi. "Tibet bana okulun bazı kısımlarını gezdirdi." Profesör Arel masanın üstündeki mavi renk tüylü bir kalemi alarak parmaklarında oynattı. "Umarım senin için güzel bir gezi olmuştur. Okulumuz hakkında bir şeyler öğrenmişsindir" dedi gülümseyerek. Simya usulca masaya doğru yanaştı, Profesör Arel'in başıyla yaptığı otur işaretiyle büyük meşeden yapılma koyu yeşil döşemeli koltuğa oturdu, parmaklarını birbirine kenetledi. Masanın üstünde duran kitaplara baktı, mümkün mertebe göz göze gelmemeye çalışıyordu. Bir sürü ders kitabına benzeyen kitabın isimlerini okurken buldu kendini. Buraya geldiği mavi renkli o büyük kitabı hatırladı, acaba ne olmuştu kitaba? "Okul hakkında öğrenilecek çok şey var Profesör" dedi kendisine dik dik bakan bir çift mavi göze "Ancak gayet güzel bir geziydi." "Eğer okulla ilgili bilgiler öğrenmek istersen. Kütüphanede tarihimizle ilgili güzel kitaplar bulabilirsin. Tabi burada kalmaya karar verdiysen" dedi Profesör Arel hala tüylü kalemle oynuyordu. Simya bir şey demek istedi ama sanki boğazında düğümlenmişti. Profesör Arel'de konuşmuyordu. Bir süre sessizlikten sonra Simya bir cesaret "Burada kalmak istiyorum. Kendim gibi olan insanlarla yaşamak istiyorum" dedi. Profesör Arel duyduğu şeyden hoşnut olmuş bir şekilde yarı tebessüm etti. Ellerini geriye doğru taradığı saçlarının arasında gezdirdi. "Buna çok mutlu oldum. Okulumuz senin gibi iyi bir öğrenci kazanmış oldu" dedi kibarca ama samimiyetten uzaktı. Simya cevap vermeli miyim diye düşünürken profesör konuşmasına devam etti. "Bizim okulumuz güçlerinin farkına varan kişilerin bu güçlerini iyilik yolunda kullanması için eğitim veriyor. Buraya gelen her öğrencinin gücü ortaya çıkmış oluyor. Öğrenciler önce kendi sahip oldukları güçleri kullanmayı öğreniyor daha sonrada kendilerini nasıl korumaları gerektiğini. Güçler ve yetenekler her zaman kazanılabilir. Buradan alınan eğitim ile yeni güçler kazanılıyor var olan yeteneklerde daha da güçlendiriliyor. Konularında uzman profesörlerimiz sizleri gerçek hayata hazırlıyor. Elbette hepsiyle tanışacaksın. Sanırım Profesör Öker ile tanıştın bile. Kendisi iksir bilimi konusunda üstün yeteneklere sahiptir. Profesör Elena okulumuzun müdür yardımcısı ve koruma büyüleri konusunda ders vermektedir. Ve unutma bizim dünyamız sadece büyü yapabilenlere aittir. Seninde büyü gücün olduğu için kitaptan geçip buraya gelebildin" Simya'nın aklına gelen ilk soruyu sormak istiyordu, geride kalan hayatı ne olacaktı? Ne kadar halasını sevmese de, halası onu merak etmez miydi? Hem tüm eşyaları da orada kalmıştı. "Profesör size bir şey sorabilir miyim?" dedi ürkekçe. Elbette dermişçesine kafasını salladı. "Geldiğim dünyadaki hayatım ne olacak? Halam nereye kaybolduğumu illa ki merak edecektir. Hem hiç bir şeyim yok buradan bütün eşyalarım orada kaldı." Profesör Arel düşünceli düşünceli yüzünü okşadı. Verecek cevabı yokmuş gibi bakıyordu. "Senin yaşadığın dünyayı bilmiyorum ne yazık ki. Annen orayı kaçmak için kullanmıştı. Geri dönsen bir daha buraya gelebilir misin onu da bilmiyorum. Tek bildiğim bir şey var, sen buraya aitsin. Annende buraya aitti" dedi. Öyle iç çekerek söylemişti ki bunu Simya bir şeyler sormanın sorun olmayacağını düşündü. "Annem ile yakın mıydınız? Onu özlemiş gibisiniz." Profesör Arel yıllardır ismini ağzına almadığı arkadaşı hakkında pek de konuşmak ister gibi değildi. Gözleri belli belirsiz bir hüzünle kaplandı. Simya bu bakışı çok iyi tanıyordu çünkü ne zaman aynaya baksa bu bakışın aynısını kendi gözlerinde görüyordu. Birini kaybetmiş bir insanın bakışıydı bu. Profesör Arel kafasını önüne eğdi. Konuşmak için hazırlanıyor gibi hafifçe öksürdü. "Annen yani Lena benim en yakın arkadaşımdı. Arkadaştan da öteydi benim için" dedi o belirsiz hüzün mavi gözlerini iyice kaplayarak. "İkimiz aynı dönem okuyorduk ancak o benden daha zeki ve güçlüydü" Simya annesi hakkında bir şeyler öğrenmeyi gerçekten istiyordu. Halası babası hakkında bile konuşmazdı ki annesi hakkında konuşsun. Sonunda annesiyle tanışan birini bulunca aklına binlerce soru geldi. Annesinin nasıl biri olduğunu, nelerden hoşlandığı, neler yapmayı sevdiğini hepsini sormak istiyordu. Dudaklarını ısırdı, soru sormaya çekiniyordu. Heyecandan göz bebekleri büyümüştü, kalbinin atışı dışarıdan duyulacak kadar hızlıydı. "Profesör bana annemi anlatır mısınız?" dedi. Profesörün yüzünde bir tebessüm oluştu. Yarı yamalak da olsa Simya onun güldüğünü anladı. Çok ciddi gözüken bir adam için bu kadar tebessüm bile büyük bir şey olmalıydı, gülmekle ilgili bir problemi varmış gibi gözüküyordu çünkü. "Lena çok iyi bir insandı. Ayriyeten çok güçlü bir cadıydı da. Okula ilk başladığı zaman birçok gücünün kullanabiliyordu. Herkesten çok farklıydı. O kadar güçlüydü ki daha mezun olmamıştı asa sahibi olduğunda" dedi. Simya asa sahibi olmanın gerçekten özel bir şey olduğunu Tibet'ten öğrenmişti. Annesinin güçlü biri olmasından gurur duydu. Profesör Arel pencereden dolan rüzgarın kızıl saçlarını uçuşuna baktı. "Sen annene çok benziyorsun. Onun gibi kızıl saçların var" dedi. Hala gözlerini saçlarından ayırmamıştı. Simya bunları duyduğu için mutlu olmuştu. Annesinin güçlerini merak ediyordu, asa sahibi güçlü bir cadı olduğuna göre çok fazla gücü olmalıydı. Profesör Arel'e kibarca sordu. "Lena'nın birçok gücü vardı. Asa sahibi olduktan sonra kendini daha da geliştirdi. Hatırladığım kadarıyla zihin okuyabiliyordu. İyileştirme yeteneği de vardı. Zaten yetimhaneden buraya ilk geldiği zaman revirde hemen görev almak istemişti" dedi. Simya güçlerin ne olduğunu duymamıştı bile, beyninden vurulmuşa döndü. "Annem yetimhane de mi büyüdü?" dedi şaşkınlıkla "Ben bilmiyordum. Demek o yüzden hiçbir zaman ailesinden bahsetmedi. Demek o yüzden ben halamla yaşamak zorunda kaldım" Profesör Arel evet der gibi kafasını salladı. Annesinin yetimhane de büyümüş olması kalbine bir ok gibi saplanmıştı. Annesi de onun gibi zor şartlarda büyümüştü. Duyduğu her şey bir kez daha şok olmasını sağlıyordu. Aklında bir sürü soru vardı ama en can alıcısı annesinin neden buradan kaçtığıydı. Okul formasının etek uçlarındaki ipleri söküyordu ama bunu yaptığının farkında bile değildi. Oturduğu koltuk sanki dikenlerle kaplıymış gibi onu rahatsız etmeye başladı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD