9

1526 Words
"Annem ve babamı kaybedeli çok oldu ama sanki dün gibi. Onlar mükemmeldi, elbette herkes ailesini sever bende onları çok fazla seviyordum. Biliyorum ki onlarda beni çok seviyordu.7 sene önce bir araba kazasında öldüler. Ailemi kaybedince tek akrabam olan Bade halamın yanına taşındım. Aslında üvey halam kendisine göre. Babamı pek sevmezdi. O yüzden beni de sevmiyordu" dedi. Bir yandan sandviçi yiyor bir yandan konuşmaya çalışıyordu. Tadı çok güzeldi belki de çok acıkmıştı o yüzden bu kadar güzel geliyordu. "Yıllardır onlarla yaşıyorum" Tibet duyduklarına çok üzülmüştü. "Eminim şu an daha iyi bir yerdedirler" dedi eliyle Simya'nın kolunu okşayarak "Halan sana kötü mü davranıyordu?" Belki de haddini aştığını düşündü. Daha yeni tanışmışlardı böyle özel sorular soruyordu. Tibet'in soru sormaya çekindiğini fark eden Simya; "Sorun değil sorabilirsin. Aslında biriyle konuşmak sanırım bana da iyi geldi. Bugün yaşadıklarım göz önüne alınırsa... Onlarla yaşamak istemiyordum aslında bana kötü davranıyorlardı." dedi. Derin bir nefes aldı, bir yudum limonata içti, bunları birine anlatmak aslında iyi gelmişti. Konuşacak daha fazla zamanları olacağına inanıyordu, hafif loş odada boş duvarlarda gezdirdi gözlerini. Tibet kolundaki saate baktı, geç olmuştu. Sen iyice dinlen yarın sabah görüşürüz diyerek odadan çıktı. Simya onun arkadaşça tavrı sayesinde yaşadıklarını biraz daha kolay atlatmıştı. Getirilen pijamaları üzerine geçirip yatağa uzandı. Gözlerini mum ışıklarının aydınlattığı tavana dikti. Bugün yaşadıklarını düşündü. Sihirli kitabı, annemin cadı olmasını, büyülü dünyayı ve Tibet'i... Yaşadıklarına belli bir noktada anlam yüklemeye çalışıyordu. Ancak bu yaşadıklarının mantıklı bir açıklaması olamazdı. Sessiz bir şekilde "Kuşa dönüşmek..." dedi ve gülmeye başladı. Birkaç saat öncesinde aklını yitirmesine sebep olacak olayı şimdi gülerek hatırlıyordu. Aslında hayatında ilk kez kendisini bir yere ait hissediyor, ilk defa kendisini dışlanmış hissetmiyordu. Sanki burası daha şimdiden ev gibi hissettirmişti... Derin düşüncelere dalmadan yaşadıklarının tatlı yorgunluğu ile uykuya daldı. * Büyük pencereden sızan güneş ışığının rahatsız ettiği gözlerini aralarken okula yetişmesi gerektiğini düşünüyordu. İçeriyi aydınlatan güneş ışığı iyice gözünü rahatsız etti, elleriyle yüzünü kapatırken odasının küçük camından bu kadar ışığın giremeyeceğini hatırladı. Acaba tüm bunları rüyasında mı görmüştü yoksa tüm yaşadıkları gerçek miydi? Sırt üstü döndü taş yapının tavanına baktı. Tepesinde odasının eski köhne ampulü yerine demirden yapılma üstündeki mumların çoğu erimiş olan mumlu avizeyi gördü. Dün yaşadıklarını düşündü, gerçekten de bunları yaşamış mıydı? Gözleri tamamen açıp ayağa kalktı pencereden dışarıya doğru baktı ve yine o manzarayı gördü. Büyük mavi güneş ışıkları ile parlayan göl, göz alabileceğine yeşillik, kocaman çam ve akasya ağaçları... Demek ki hiç bir şey rüya değildi gerçekten de buradaydı. Okul diyebileceği ev bilebileceği bir yerdeydi. Etrafta saat olmadığı için saatin kaç olduğundan haberi yoktu. Pijamalarını çıkartıp yine okul formasını giydi. Çünkü yanında başka bir şey getirmemişti. Elbette sihirli bir kitap bulup başka bir dünyaya gideceğinden haberdar olsaydı bir valiz hazırlayabilirdi. Yattığı yatağı düzeltti, eşyalarını küçük sırt çantasına sokuşturdu. Usulca kapıyı açtı, eski kapı çok gıcırtı yapmıştı. Simya birilerini rahatsız etmekten korkuyordu. Tibet ile odaya çıkmak için kullandıkları taş merdivenlerden aşağıya indi. Bir yandan da Tibet'le karşılaşmayı diliyordu. Hiçbir tarafını bilmediği bir yerde tek başına dolaşması pek mantıklı değildi. Merdivenlerin bitiminde tanıdık bir sese ilişki kulağı, Tibet'in sesiyle içini inanılmaz bir huzur kapladı. Sanki yıllardır tanıdığı bir arkadaşının sesini duymuş gibiydi. Büyük koridorda karşılaştılar. Simya artık kendine biraz daha güveniyordu. "Günaydın Tibet" dedi gülümseyerek. Çok içten bir gülümsemeydi. Sanki onu yıllardır tanıyordu ve tanıdık bir yüz görmek ona çok iyi gelmişti. "Günaydın Kızılcık" dedi Tibet yan bir gülüşle "Biraz daha uyursun diye düşünmüştüm saat çok erken" Şaşkın bir ifadeyle gözlerini belertmiş bakındı, belli ki Kızılcık demesi tuhafına gitmişti. "Ahh özür dilerim. Ben insanlara lakap takmayı severim. Genellikle fiziksel özellikleri ile. O yüzden sana Kızılcık dedim. Malum saçlarının rengi..."dedi Tibet. Simya biraz utanmıştı. Yanaklarının saçlarının rengiyle bir olduğu hissedebiliyordu. "Sorun değil" dedi sessizce "Kızılcık diyebilirsin" Aslında bu lakap hoşuna bile gitmişti. Normalde takılan lakaplara göre bu lakap mükemmel bile sayılırdı. Çünkü insanlar genelde dalga geçmek için lakap takardı ama Tibet'in iyi niyetinden emin gibiydi. Tibet sırtındaki çantaya baktı, gülen yüzü düşer gibi oldu ama kendini hemen topladı. "Kahvaltı edelim. Sonrada sana okulumuzu göstereyim " Ama Simya'nın planı Profesör Arel'i görmekti. "Benim profesörle görüşmem lazım aslında. Daha sonra kahvaltı etsek olur mu?" "Profesör erken saatte kasabaya gitti. Şu an okulda değil ama öğlen yemeğine kadar gelir. Önce kahvaltımızı edelim sonra da seni gezdireyim. Eğer kalmak istemiyorsan bile belki seni ikna ederim." dedi muzur bir gülümsemeyle. Beraber okulun ana koridorundan geçerek Öğrenci salonuna girdiler. Salon içinde bir sürü ahşap ama koridordakine göre daha küçük kapılar vardı. Tibet mutfak tarafına geçilen kapıyı gösterdi. Öğrenci Salonu yüksek tavanlı oldukça büyük bir yerdi. Yüksek tavanından yararlanılmak için üst kısmına da ikinci bir kat yapılmıştı. Kapıdan girdikleri yerin tam karşısında iki tarafa açılan mermer merdivenler üst kata çıkıyor, öğrencilerin satranç veya benzeri oyunlar oynaması için olan masalar, koltuklar bulunuyordu. Yeşil, kahverengi boyanmış oldukça süslü camları ve kemerli duvar süsleri çok ihtişamlı gözüküyordu. Duvarlarda birçok tablo varken, mum apliklerinde kocaman mumlar takılıydı. Salonun iki tarafını iki tane büyük şömine süslerken yerleri ve merdivenleri kiremit rengi halılar süslüyordu. "Burası öğrencilerin beraber zaman geçirdikleri bir yer mi?" dedi Simya. "Evet" dedi Tibet eliyle şöminelerden birini göstererek "Burası bizim mekânımız sayılır" Üstünde oymalar olan yeşil renkli kapıdan çıktıklarında aşağıya doğru inen karanlık merdivenden farklı bir koridora geçtiler. Okul düşündüğünden daha da büyüktü. Daha koridorda burnuna nefis yemek kokuları geldi ve kokuları takip ederek yemekhaneye ulaştıklarını anladı. Yemekhane büyükçe içerisinde belki 150-200 kişiyi aynı anda sığdırabilecek bir yerdi. Kocaman kazanlar buranın ne kadar kalabalık bir okul olduğunu gözler önüne seriyordu. Giriş koridorundan bir kat daha aşağı inmiş olmalarına rağmen boylu boyunca cam ile kaplı olmasından dolayı çok aydınlıktı. Pencereden gözüken çiçekler, yeşil çimler insanın iştahını daha da açabilirdi. Mutfak Simya'nın gördüğü diğer yerlere nazaran daha alçak tavanlıydı ancak buna rağmen oldukça büyük ve uzun bir yerdi, duvarlarında okulun her yerinde olduğu gibi mumlar asılıydı. Tencereler, tavalar, fıçılarla dolu bir köşesi de vardı. En az on öğrencinin oturabileceği büyüklükte dikdörtgen ahşaptan kiremit rengi masaları ve belli ki öğretmenlerin oturması için de koyu kırmızı renk ahşap yuvarlak masalar vardı. Büyük ocağın başında arkası dönük üstünde mutfak önlüğü takılı bir kadın ekmek kızartıyordu. Tibet hemen ileri atıldı. Kadına yanaşıp "Nasılsınız efendim" dedi gülerek. Kadın arkasını dönüp gülümsedi, başını salladı ve elindeki ekmeği gösterdi. Hafif kilolu, güler yüzlü, esmer bir kadındı. "Adiye Hanım kendisi bizim aşçımızdır. Çok güzel yemekler yapar. Eminim hepsine bayılacaksın" dedi Tibet. Simya memnun oldum dermiş gibi kafasını salladı. "Adiye hanım sizi Simya ile tanıştırayım. Kendisi yeni öğrencimiz" dedi. Belki yanlışlıkla belki de bilerek Tibet Simya'yı yeni öğrenci olarak tanıştırmıştı. Ancak sonradan düzeltme yaptı. " Yani yeni öğrencimiz olabilir henüz düşünce aşamasında kendisi" dedi gülerek. Simya Tibet'in en çok bu yönünü sevmişti her an her yerde hep komikti. Sürekli şakalar yapıyor, Simya'nın iyi hissetmesini sağlıyordu. Kahvaltı menüsü karın doyurduğu kadar gözde doyuruyordu. Kızarmış ekmekler, sucuklu yumurta, envai çeşit peynirler, reçeller... Simya koca bir fincan çay ile içini ısıtırken etrafını süzdü, boş olan yemekhane elbette okul zamanı ağzına kadar dolu olacaktı. Gözünün önüne burada şen kahkahalarla yemek yiyen öğrencileri geldi. Tibet küçük lokmalara kestiği ekmeğe sırayla tereyağı, böğürtlen reçeli, bal sürüp Simya'nın tabağına bırakıyordu. Simya aşçı kadının sessizce çalışmasını izlerken aslında hiç sesini duymadığını fark etti. Eliyle Tibet'e dilini gösterip arkası dönük olan Adiye Hanım'ı gösterdi. Tibet'te hayır dercesine kafasını kaldırdı. Simya aşçının konuşmadığını anlamıştı. Kahvaltı bittiğinde teşekkür ederek yemekhaneden çıktılar. Tibet önce içinde oldukları binayı göstermeye karar verdi. Kocaman bir yerdi ve Simya'nın biraz gözü korkmuştu. Öğrenci salonundan çıkarak tekrar ana koridora ulaştılar. Ana koridorun ucunda büyük eski menteşeleri olan bir kapı vardı. Ardına kadar açık olan kapıdan içeri tatlı bir rüzgâr vuruyordu. Ana koridorun tavanı o kadar yüksekti belki de 20 metre vardı. Büyük ahşap doğramalı pencerelerden içeriye sızan güneş ışığı duvarlarda kabartmalı figürlerin üzerinde ahenkle dans ediyordu. Tibet buranın ana bina olduğunu anlatmaya başladı. Sanki tarihi bir yere geziye gitmiş gibi Simya dikkatlice her detayı atlamadan dinledi. "Burada yemekhane, öğrenci salonu, kütüphane, kız yatakhaneleri ve müdür odaları var. Tabi daha bilmediğimiz bir sürü odada. Ama bildiğim kadarını anlatabilirim. Burası çok büyük bir bina en yukarıda kuleler var. En alt katında da eğitim amaçlı yüzme havuzu var" dedi Tibet alt katı inen karanlık merdivenleri göstererek. Simya için havuz kelimesini bile duymak heyecan vericiydi, hayattaki en sevdiği şey olan yüzmeyi bırakamayacağını biliyordu. Binanın yerleri bile taştan yapılmış olduğundan basarken kolaylıkla sendelenebiliyordu. Duvarlarda bir sürü tablonun yanı sıra Simya'nın dikkati iki tane kocaman tablo çekti. Koridorun tam orta yerinde duvarda asılı bir biriyle aynı büyüklükle olan ve biri yaldızlı altın sarısı renkte diğeri gümüş renkte olan bu tablolar oldukça ihtişamlı gözüküyordu. Altın sarısı çerçeveli olan tablodaki adam ayakta duruyordu, çok gururlu ve sert bir ifadesi vardı. Gözleri mavi, saçları hafif uzun ve uzun boyluydu. 70'li yaşlarının başında gibi dursa da oldukça dinç bir adamdı. Gümüş çerçeveli tablodaki adam ise daha sıska, kısa boylu siyah saçlıydı. Gözleri de saçları gibi siyahtı. Resme bakınca bile çok bilgili olduğu her halinden belli oluyordu. O da diğer tablodaki adam gibi 70 yaş civarındaydı. Diğer adama göre daha sevecen bakışları olsa da hafiften ürkütücü bir adamdı. Bu tabloların yanında üç genç kızın olduğu daha küçük bir tablo daha vardı. Üç tane genç kız uzun bir kitap okuma koltuğuna oturmuştu. Üçü de yaşıt durmasına rağmen en başta oturan kız onlara göre daha iriydi. Kızlardan siyah saçlı olanın elinde kısa, koyu lacivert renk bir asa vardı. Simya parmağıyla tabloları göstererek; "Ne kadar hoş bir tablolar. Herhalde önemli kişiler?" dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD