Odanın pencere camları Simya'nın bağırmasıyla paramparça oldu. Profesör Elena sakinliğini korumaya çalışıyordu. "Profesör Öker lütfen müdür beyi çağırır mısınız?" dedi gözleriyle kapıyı işaret ederek "Kendisinin burada olması daha iyi olacaktır."
Masanın üstünde duran uzun kahverengi çubuğu eline aldı. Yavaşça salladı, ucundan tozpembe bir kıvılcım fırladı. Demin paramparça olmuş cam şimdi sapasağlam duruyordu. Simya kuştan insana dönüşmesinden sonra Profesör Elena'nın bu yaptığına pek de şaşırmadı. Camları kırdığının mahcubiyetiyle tekrar sandalyeye oturdu. Bir süre sessizce bekledi zaten kimsenin konuşmaya niyeti yoktu. Profesör Elena ortalarda o kitap mı acaba diye dönüp dolaşıyordu.
*
Aralanan kapının gıcırdama sesiyle herkes irkildi. Profesör Öker yanında 50'li yaşların başında gayet güzel giyinmiş bir adamla dönmüştü. Saçlarına tamamen kır düşmüş bu adamın, elinde de aynı Profesör Elena'nınkine benzer bir çubuk vardı. Ama onun rengi farklı ve daha uzundu. Bu adam uzun boyluydu, gayet düzgün bir fiziğe ve mavi küçük gözlere sahipti. Üzerinde siyah tertemiz bir takım elbise ve gömleğinin yakasında bir yaka iğnesi takılıydı.
Yavaş adımlarla Profesör Elena'ya doğru yürüdü. "Elena sorun nedir? " dedi ürkütücü bir ses tonuyla. Simya'nın tarafına henüz bakmamıştı. Profesör Elena kenara çekerek sessiz bir sesle birkaç şey söyledi. Profesör Arel dikkat kesilmişti. Kalın siyah çerçeveli gözlüklerini çıkardı. "Elena neden bahsediyorsun?" dedi sesi daha da ciddileşmişti. "Lena mı? Bunca zaman sonra?"
Kapıdan girerken ki emin yüz ifadesi kaybolmuştu. Şimdi kaşları çatık neler döndüğünü anlamaya çalışan bir ifade takınmıştı. Simya ayağa kalktı. "Lena mı?" dedi bir an duraksadı "Annemi nereden tanıyorsunuz?
Profesör Arel el işaretiyle Tibet, Öker ve Şifacıya dışarı çıkın diye işaret etti. Odada birkaç volta attıktan sonra bir sandalye oturmaya karar verdi. Oldukça yavaş hareket ediyordu ve çok sakin bir adamdı.
"Lena senin annen mi? Ben onun" dedi Profesör Elena'ya bakarak. "Biz onun arkadaşlarıydık"
Profesör Arel küçük mavi gözlerini iyice kıstı, alnı kırış kırış olmuştu, kuşkulu bakıyordu.
"Sen nasıl geldin buraya?" dedi. Simya onunda diğerleri gibi kendisine inanmadığını anlamıştı. Çantasına uzandı küçük bir fotoğraf albümü çıkardı. Profesör Arel'e doğru uzattı. "İşte buradaki kadın benim annem" dedi parmağıyla uzun kızıl saçlı küçük bir kız çocuğunu kucağında tutan kadını göstererek. "Yanındaki babam"
Profesör Arel'de Elena'da fotoğrafa tuhaf bakıyorlardı. Ömürlerinde ilk defa fotoğraf görüyor gibiydiler. Simya kendini açıklamak zorunda hissetti. Fotoğrafın ne olduğunu anlatmaya başladı. Profesör Arel'e Lena'nın bir kızı olması fikri değişik gelmişti. Onu en son gördüğünde 20'li yaşlarda genç bir kızdı çünkü. Fotoğrafa baktı, gerçekten de Lena'ydı gördüğü kişi. Sadece daha yaşlı haliydi. Profesör Arel nasıl geldiğini anlatmasını istedi. Simya kitabı ve nasıl buraya geldiğini bir avazda anlattı. Profesör Arel yüzünü buruşturdu tekrar. Alnı yine kırışmıştı. Simya'ya inanmak konusunda biraz zorluk çekiyordu.
"Annen neden buraya gelmene izin verdi?" diye sordu sinirli bir ses tonuyla. Annesi izin vermemişti hâlbuki. Annesi zaten hayatta bile değildi. Simya kafasını önüne eğdi, belki ki bu soru onu fazlasıyla üzmüştü. Profesör Arel ayağa kalktı, ellerini arkadan birleştirdi birkaç tur attı içeride. Aklı karışmıştı. Lena buradan kaçabilmek için çok şey feda etmişti. Şimdi kendi kızını neden buraya göndermişti ki. Belki de başı beladaydı. Yardım istiyordu.
"Annenle biz yıllar önce arkadaştık. Lena'nın buradan gitmesine ben yardım etmiştim. Elbette Elena'da yardımcı olmuştu. Ancak anlamıyorum. Lena buradan kaçmak için çok uğraşmıştı. Neden seni buraya geri yolladı ki?"
Simya'nın kafası iyice karışmıştı. "Annem buradan kaçmak mı istemişti? Efendim anlamıyorum burası da neresi?"dedi. Profesör Arel artık Simya'nın hiçbir şeyden haberi olmadığına emin olmuştu. "Lena belli ki bizden ya da bu dünyadan sana bahsetmemiş" dedi gülümseyerek "Sanırım güçlerin ortaya çıkmadan sana büyüden de bahsetmemiş"
Hayretler içinde profesörü dinlerken bir yandan da bunlar gerçek olabilir mi diye düşünüyordu. "Güçlerim mi? Yanılıyorsunuz benim güçlerim yok" dedi. Hoş bu dediklerini kendisi bile inanmamıştı. Profesör Elena camlara bakarak bir kaşını kaldırdı, bir adım öne çıktı. "Annen senin buraya gelmene nasıl izin verdi?" dedi anaç tavrıyla. Simya tekrar başını önüne eğdi. "Efendim annem ve babam trafik kazasında öldüler" diye mırıldandı.
Profesör Arel'in gözleri dolu dolu oldu. Bir hışım yönünü cama döndü, çok üzülmüştü. Yıllardır adını bile duymadığı arkadaşının ölüm haberini almıştı. "Çok üzüldüm gerçekten. Kayıpların için çok üzgünüm" dedi titreyen sesiyle. "Lena benim için bir arkadaştan öteydi, bir kardeş gibiydi. Benim en yakın arkadaşımdı birlikte büyümüştük"
Profesör Arel hala sırtı onlara dönük konuşmaya devam ediyordu. "Şimdi sakin olup beni dinlemeni istiyorum. Senin annen çok güçlü bir cadıydı ve bu dünyada yaşıyordu. Ancak bazı şeyler yüzünden bu dünyadan kaçmak zorunda kaldı. O yüzden annenle o gördüğün kitabı yaptık. Ve annen o kitaptan geçerek başka bir dünyaya gitti."
"Aslında bunlar olurken gerçekten gidebilmiş mi merak ediyordum. Onu yıllardır görmedim. Ne kadar da çok annene benziyorsun. En çok da kızıl saçların..." dedi. Simya'ya bu duydukları çok ağır gelmişti, kafası allak bullaktı. Ancak Profesör Arel'inde onun kadar aklına yatmayan şeyler vardı.
"Sen nasıl o kitabı bulmaya bu kadar ihtiyaç duymuş olabilirsin ki?" dedi eliyle alnını kaşıyarak "O kitap ancak ihtiyaç duyulursa gözükecek şekilde sihirlenmişti"
Sanki hipnoz olmuş gibi profesörü dinleyen Simya, annesinin bir cadı olduğu düşüncesini hazmetmeye çalışıyordu. Profesör anlatmaya devam ettikçe daha da kafası karışıyordu. "Elbette bizim dünyamızla ilgili pek bir şey bilmiyorsun. Burası büyücülerin ve cadıların yaşadığı bir dünyadır. Sanırım senin geldiğin dünyada büyü yoktu" dedi hafif bir tebessümle. Simya suratını ekşitmişti. Birileri onunla dalga mı geçiyordu acaba? Ne demek burası büyülü bir dünya???
"Ben kitabı bulmadım, o beni buldu. Kitaplığı devirmiştim" dedi Simya sözünü keserek. "Elbette" dedi Profesör Arel "O kitap herkese gözükmez sadece kan bağı olanlara ve gerçekten ihtiyaç duyanlara"
"Ben kötü bir gün geçiriyordum, sadece gitmek istemiştim" dedi Simya mutsuzca, yaşadığı kötü anı aklına gelmişti.
Profesör Arel tıpkı annesine benzeyen Simya'nın ne gibi güçleri olduğunu merak ediyordu. "Kaç yaşındasın?" diye sordu. Simya 16 yaşında olduğunu söyleyince. Elbette güçleri vardır diye geçirdi içinden.
"Bak Simya burası bir okul fark ettiysen. Burada senin yaşındaki birçok öğrenci güçleri kullanmayı öğreniyor. Normalde burada çocukların güçleri 10 yaşından sonra ortaya çıkar. Bu okula güçlerini kullanmayı öğrenmeye gelirler. Eğer yeteneklilerse başka güçlerde kazanabilirler ve asa sahibi olabilirler" dedi. Simya profesörün elindeki ahşap çubuğun bir asa olduğunu daha yeni fark etmişti. "Evet, güçlerine gelecek olursak. Neler yapabiliyorsun. Ya da bugüne kadar açıklayamadığın neler yaptın?"
Simya ne dese bilemiyordu, anlatmalı mıydı yoksa kaçmalı mıydı? Nereye kaçabilirdi ki. Baktığı pencereden sadece yeşil çayır görünüyordu.
"Ben sanırım hayvanlarla konuşabiliyorum" dedi hiç de emin olmayan bir ses tonuyla "Her zaman olmuyor ama bazen ne demek istediklerini anlayabiliyorum. Kilitli kapıları açabiliyorum. Bazen çok öfkelenirsem bazı şeyleri dokunmadan kırıp, devirebiliyorum. Kitabı da böyle buldum sinirlenmiştim kitaplığı devirmiştim. Bazen bazı eşyaları uçurup kendime çekebiliyorum ama çok nadiren yapabiliyorum bunları."
"Yeteneklerin ortaya çıkmış ancak üzerinde çalışman, eğitim alman gerekir. Burada olsaydın çoktan okula başlamış olurdun. Ancak biraz geç kalmışsın. Tabi bu kötü bir şey değil. Güçlerini kullanmayı öğretebiliriz sana" dedi Profesör Arel. Simya bu konuşma daha nereye gidebilirdi farkında değildi. Ama kendisinin tek olmadığını öğrenmek de iyi gelmişti. "Seni çok yormak istemem. Tibet'e söyleyelim seninle ilgilensin. Kız yatakhanesi boştur. Seni bir odaya yerleştirsin"
"Ama efendim burada kalamam. Benim hayatım geldiğim yerde, oradakiler yokluğumu anladıklarında ne olacak? Hem bütün her şeyim orada kaldı. Üstümdeki okul formam dışında hiç bir şeyim yok."
"Simya istersen dönebilirsin ama bu kadar şeyi gördükten sonra. Senin gibi insanlarla kalmak istemez misin? Güçlerini kullanmayı öğrenmek istemez misin?" dedi Profesör Arel. Simya bir an geri niye döneyim diye düşündü. Kendisine kötü davranan akrabalar, aptal bir okul, sürekli dışlayan insanlar... Profesör Arel ilk gördüğü ana göre yumuşak bakıyordu.
"İstersen bu gece burada kal ve düşün yarın sabah ofisime uğra halen daha gitmek istersen geri dönmen konusunda yardım edeceğim" dedi.
Profesör Arel elini kaldırdı ve kapıyı açtı. Tibet'i yanına çağırarak Simya'ya yardım etmesini onu 3 kattaki 7 nolu yatakhaneye yerleştirmesini söyledi. Simya ayağa kalktı sanki yere basmıyor gibiydi. Dağılmış saçlarını geriye doğru attı. Profesör Arel ve Elena kendi arasında konuşuyordu. Tibet ile beraber odadan çıktı. Hülyalanmış gibi sessizce taş merdivenlerden yukarı çıktı, artık nereye gittiğinden neyi takip ettiğinden bir haberdi. Annesi bir cadıydı, burası büyü olan bir dünyaydı ve kendisi de bir cadıydı. Ama bu nasıl mümkün olabilirdi? Simya boğulduğu düşüncelerden yine Tibet'in yumuşak ses tonuyla ayıldı.
"Biz tam manasıyla tanışamadık henüz. Benim ismim Tibet. 4 yıldır bu okulun öğrencisiyim" dedi. Tokalaşmak için elini uzattı. Simya biraz çekinceyle elini uzattı.
"Bende Simya. Duydun işte farklı bir dünyadan geliyormuşum " dedi gülümseyerek. Artık biraz daha iyiydi. Espri bile yapmaya başlamıştı. Merdivenlerden çıkarak 3 kata ulaştılar. Bir sürü oda vardı. Hepsinin de ahşap kocaman kapıları. Upuzun koridorun iki ucunda büyük boyalı camlardan içeri ışık sızıyordu. Tibet profesörün söylediği odanın kapısını açtı. "Evet, burada kalacaksın" dedi. İçeri girdiklerinde oda baya boş duruyordu.
"Biz burada 2 kişi olarak paylaşırız odaları. Şu an okulun bu kadar boş olmasına aldanma gayet kalabalık bir okuluz."
Simya içeriye girdiğinde ilk dikkati çeken şey kocaman büyük ahşap doğramalı camdı. Oldukça aydınlık bir odaydı. Karanlığı sevmediğinden büyük pencere onu mutlu edebilecek küçük şeylerden biriydi. Binanın ön bahçesine bakan odada kıyafetler için dolaplar, çalışma masaları, oldukça rahat gözüken dört köşeli yataklar vardı. Odadaki her şey iki kişilikti. Kapının yan tarafında küçük bir şömine bile vardı. Simya pencere yöneldi, dışarıya bir göz atmak istiyordu. Ama gördüklerine inanamamıştı ne kadarda yüksekti. Aşağıda güzel yeşilliklerle dolu yuvarlak bir bahçe vardı. Daha ilerilere baktığında sıra sıra dağları fark etti. Hava hala pırıl pırıldı. Etraftaki her şey öyle net öyle güzel gözüküyordu ki.