1

1563 Words
Simya okulun kapısına ulaştığında nefes nefeseydi; zilin çalıp çalmadığını anlamak için koridora bir göz attı, ama koridor tamamen boştu. Hızlı adımlarla mermer merdivenlerden birer ikişer atlayarak üst kattaki sınıfına yetişmeye çalışıyordu. Her sabah okula gelmek için kullandığı sarı renk büyük otobüsü kaçırdığı için tüm yolu koşarak gelmek zorunda kalmıştı. Tüm aksiliklerin onu bulduğunu düşünüyordu ki kucağında birkaç ders kitabını yere düşürdü. "Hay aksi" dedi sinirlenerek "Neden bir işimde düz gitmiyor." Uzun bir koşu sonrası beyaz teni kızarmış, uzun güneş kızılı saçları dağılmıştı. Koşmanın kovalanmadığın müddetçe gerekli olmadığına inanırdı. Kitaplarını döktüğü merdiven basamaklarından topladı. Gıcırdayan kapı sesine irkildi, müdür yardımcısı her zamanki ciddiyetiyle kapının önünde dikiliyordu. "Gene mi geç kaldın?" dedi tiz bir kadın sesi "Ne zaman zamanında derse gelmeyi öğreneceksin" Simya kafasını bile kaldırmadan bu sesin sahibini tanımıştı. Okulun aksi müdür yardımcısı 40'lı yaşlarının başında olan Elif Hocaydı. Simya biliyordu ki kimse ona Elif hocanın davrandığı gibi aksi davranmazdı. Sessizce azarını işitmek neden geç kaldığını açıklamaktan daha mantıklı geliyordu. Zaten otobüsü kaçırdığı için geç kaldığını izah etmeye çalışmak başlı başına bir aptallıktı, başıyla yalandan selamlayıp sınıfın yolunu tuttu. Nasılsa ne dese inanmayacaktı, kendisine inanmayacağına emin olduğu biriyle konuşmanın pek de mantığı yoktu zaten. Elif hoca Simya'yı oldu olasılı sevmiyordu hatta ona karşı özel bir nefreti bile vardı. Simya birkaç kez kafasına bir şey geçirmeyi düşünmüştü bile. Merdivenlerde hızlıca çıkarken bir yandan da "Neden azarlamak yerine bir kerede geç kalma sebebimi sormuyor acaba" söylendi. Her zamanki gibi derse geç kalmıştı, tabi bunda asla zamanında durakta olmayan otobüsünde etkisi de çoktu. Sınıfın beyaz renk tek camlı kapısı tıklattı, ders çoktan başlamıştı bile. Matematik öğretmeni Rafet hoca ton ton bir yaşlı adamdı. Hep eski grimsi bir takım elbiseye giyerdi. Saçları da döküldüğünden kalan üç beş tutam saçını hep ters yana tatardı. Simya'nın sevdiği nadir öğretmenlerdendi,aslında en çok sevdiği öğretmeniydi. Sınıfa girer girmez bir kahkaha koptu; neden güldüklerini ilk başta anlayamamıştı ki sınıfın güneş vuran camından kendi yansımasını görene kadar. Güneş rengindeki güzelim kızıl saçları kabar kabar olmuştu. Aceleyle evden çıktığı içinde tarayamamıştı. Eliyle bir kat düzeltip yerine geçti ve dersi dinlemeye başladı. Bir süre sağa sola bakındı. Birini arıyor gibiydi. Ders bitiş zili çaldığında artık kimse Rafet Hocayı dinlemiyordu, herkes çoktan teneffüse çıkmıştı bile. Bir sonraki dersin hocasının hasta olmasından dolayı ders boştu. Simya biraz daha sınıfta oturmaya karar verdi. Gece de hiç uyuyamadığı için göz kapakları kapanıyordu. Nasılsa ders boş diye biraz gözlerini dinlendirebilirdi. Masanın üstüne koyduğu kahverengi bez çantasına kafasını koydu, artık göz kapakları daha da ağır geliyordu; uyuyakalmıştı. Halası misafirleri geleceği için tüm gece temizlik yaptırdığı için kendini iki katı yorgun hissediyordu. Rüyasında çok güzel bir çiçek serasındaydı içeride bir sürü gül, sarıpapatya ve yasemin çiçeği vardı. Etraftaki o yasemin kokusu öyle hoştu ki dünyadaki en güzel koku bile olabilirdi. Kurumuş yaprakları toplayan uzun kızıl saçlı zayıf bir kadın gördü. Arkası dönüktü ancak o beline kadar gelen kızıl saçları ile annesini nerede görse tanırdı. Bir süre annesini izledikten sonra ona sarılmak için yöneldi ancak o anda uyanı verdi. Uzun zaman sonra annesini rüyasında görmüştü birden bir hüzün kapladı içini ve dudaklarından "Anne..." kelimesi dökülüverdi. Annesini kaybedeli uzun zaman olmuştu aslında. Dokuz yaşındayken anne ve babasıyla birlikte bir trafik kazası geçirmişlerdi. O zamandan beri de üvey halasıyla birlikte yaşamaktaydı. * Simya birkaç derse daha girdikten sonra saat 4 gibi yüzme antremanına yetişmek için okulun dışındaki havuz bölüme gitti. Dışarıda asılı olan büyük beyaz bezin üstüne siyah kalemle yazılmış pankart hemen dikkatini çekti. "LİSELER ARASI YÜZME YARIŞMASI. SON BAŞVURULAR 2 HAZİRAN" Simya yarıştan çok kazananın alacağı ödülü düşünüyordu. Havuzun demir kapısından içeri girdiğinde yüzme antrenörü Tunç hocanın da zaten onu beklediğini gördü. "Nerede kaldın? Üzerini değiştir, çabuk gel antrenmana başlayacağız" dedi Tunç hoca. Yeni mezun bir beden eğitimi öğretmeni ve dalgıçtı. Kendi halinde, diğer hocalara benzemeyen atletik biriydi. Okuldaki öğrencilerden çok fazla büyük olmadığı için onlara arkadaşı gibi davranıyor, dertlerini sorunlarını dinliyordu. Simya'nın başarılı bir sporcu olmasını, yeteneklerini kullanmasını istiyordu. Simya üstünü değiştirmek için soyunma odasına gitti. Zaten oldukça ufak tefek bir kızdı, annesine benzeyen uzun güneş kızılı saçları vardı. Gözleri de aynı babasınınkiler gibiydi. Yuvarlak zümrüt yeşili... Kendisine çok yakışan ama asla beğenmediği çilleri de vardı. Güneş yüzü görmemiş gibi bembeyazdı teni... Sevdiği şeylerin başında yüzme sporu geliyordu. Kitap okumak, resim yapmak gibi hobileri de vardı ancak yüzerken kendisini olabildiğince özgür, huzurlu hissediyordu. Yarın olimpik büyük havuzun kenarına geldi, gözlüklerini taktı. Okulun en popüler kızı olan Ayşe'de her zamanki gibi antrenmandaydı. Ayşe kısa siyah küt saçlara ve leylek gibi uzun bacaklara sahipti, aşırı uzun boylu ve çirkin sayılabilecek kadar zayıftı. Kendini beğenmişti ve Simya'dan hoşlanmadığı aşikârdı. Kırmızı mayosuyla kenarda atlamak için hazırlanan Simya'yı bir süre süzdü, Simya'da ondan pek hoşlanmıyordu ama uğraşmaya değecek biri olmadığını biliyordu. Hızlı bir atlama ile antremanına başladı. Antrenman boyunca ara ara hocasına liseler arası yüzme yarışmasını soruyordu. Her okuldan tek bir kız ve erkek öğrenci katılabilecekti, bu yüzden Tunç hocanın gözüne girmeliydi. Büyük ödülü kazanabilirse kendisine bir motor alabilirdi belki de. Okula otobüsle ya da yürüyerek gitmekten bıkmıştı. Ayşe onu kendine rakip görüyordu ama bunu hiçbir zaman söylemezdi. Antrenman esnasında Simya'yı sinirlendirmek için sürekli laf atardı. "Üstündeki mayo kaç yıllık? Sanırım annenden kalmış" dedi pis pis sırıtarak. Annesinin olmadığını biliyordu ancak o kadar kötü kalpliydi ki bu durumla bile dalga geçebiliyordu. Simya sinirlense de kendisini durdurmayı biliyordu, dönüp cevap vermek yerine antrenmanina devam etti. Sinirlendiğinde kendisine hakim olamadığından gerekmedikçe kimseyle ikili münakaşaya girmezdi. Oldukça nazik, ufak tefek bir yapısı vardı ancak sinirlendiğinde bir o kadar güçlü oluyordu. İster istemez hem kendisinin hem de başkalarının canını yakabiliyordu. Antrenman bitmiş, çoğu öğrenci evlerine gitmek için havuz bölümünden çıkmıştı. Simya yarışma hakkında antrenörüne bir şey soruyor, kendisinin katılma şansını öğrenmeye çalışıyordu. Saat neredeyse akşam 6 olmuştu, eve gitmek için bir sonraki otobüsü yakalaması gerekiyordu. Koşmaktan nefret ediyor olsa da bir yerlere sürekli geç kaldığı için hep koşmak zorunda kalıyordu. Sabahki gibi otobüsü kaçırmamak için koca çantasını omuzladı ve durağa koşmaya başladı. Tam otobüs kalkacakken yakalamıştı, belki de bugün ki tek şansı akşam otobüsünü yakalamak olmuştu. Yol boyu camdan dışarıdaki insanları izledi. Devamlı insanların neler düşündüğünü anlamaya çalışırdı, kendisini başkalarının yerine koyardı. Acaba başka bir hayatı olsa nasıl olurdu diye düşünürdü. Halasının evinin olduğu yer çok büyük site alanıydı, iki katlı evlerden oluşan kocaman bir siteydi ve hepsinin bahçesinde yüzme havuzu, çardakları vardı. Uzun düz bir yol üzerinde karşılıklı sıralanmış renkli cepheli evler huzur vericiydi. Hele de akşam olduğundan yanan sokak lambaları ile uzun ışıklı yol Simya için hayal dünyasına dalmalık bir yer oluyordu. Yol boyunca güzel çiçekli açelya ağaçları ve mis kokulu limon ağaçları vardı. Simya çiçekleri de oldu olasılı çok seviyordu. Annesiyle küçükken evlerinin bahçesinde çiçek ekip büyümelerini izlerlerdi. Ne zaman bir çiçek koklayacak olsa sanki annesinin kokusunu duyar gibi olurdu. Artık hava kararmak üzereydi, sokak lambaları yanmaya başlamıştı. Simya tek başına bu uzun ışıklı yolda yürümeyi çok severdi. Evler ne kadar güzel olsa da elbette o yaşadığı eve gitmek istemiyordu çünkü beraber yaşamak zorunda olduğu halası ve eniştesini sevmiyordu. Zaten onlarda Simya'ya bayılmıyorlardı. Simya için onlarla beraber yaşamak gerçekten büyük bir işkenceydi ve yetimhanede kalmayı buna tercih ederdi. Dedesinin ikinci evliliğinden dünyaya gelen halası ile yaşamak onun için bu dünyada bir insanın başına gelebilecek en kötü şeydi. Bade ailesi içinde sevilmeyen bir çocuktu ve Simya'da bunu gayet iyi biliyordu. Babası daha önce bununla ilgili birkaç şey anlatmıştı. Huysuz ve aksi olmasından dolayı kendi annesinin bile zor katlandığı bir kız çocuğu düşünün. Simya'nın babası Demir ailede daha çok sevilen, daha sevecen bir çocuktu. Bade halası kendisinden daha çok sevildiği için sürekli onun üvey kardeşi olduğunu söylüyordu. Simya düşüncelere o kadar dalmıştı ki ineceği durağı bile kaçırmıştı. Bir sonraki durakta inip gerisin geri evin yolunu tuttu. Kuzey Sera Sitesi bakımlı yolları, devasa evleri ve süslü bahçeleriyle orta sınıfın yaşadığı bir yerdi. Simya sitenin 12 numaralı iki katlı beyaz boyalı, büyük bir ön bahçesi olan evde yaşıyordu. Ön bahçenin garaj kapısının hala kapalı olduğunu fark etti, belli ki eniştesi henüz gelmemişti. Büyük demir kapıyı araladı, sessizce içeri süzüldü. Bu evin bahçesi diğer evlerinden daha renksizdi, yerler hazır çimenle kaplıydı ve bahçede bir tane bile çiçek yoktu. Elbette ki bunun sebebi Bade halasının çiçek alerjisinden ve çiçeklerden hoşlanmamasından kaynaklanıyordu. Simya için çölde yaşamaktan farksızdı bu, çiçeksiz bir bahçe susuz kalmış bir okyanus gibiydi. Halasının sadece çiçeğe değil bu dünyadaki güzel her şeye alerjisi olduğunu düşünüyordu. Anahtarıyla kapıyı açıp içeri girdi, uzun bir koridordan ayrılan bir sürü oda kapısı görünüyordu. Kapının tam karşısındaki guguk kuşlu saat 6,30'u gösteriyordu. Salon kapısının önünden sessizce geçerken halasına yakalanmamaya niyetliydi. "Sen misin?" dedi salondan gelen cırtlak bir kadın sesi, Simya gerisin geri merdivenlerden aşağı indi. Salona adım attığında halasının düşük suratıyla karşılaşacağından emindi, küçük kuzeni Deniz salonda tek başına oyun oynarken üvey halası Bade de mutfakta yemek yapıyordu. Ki buna yemek yapmak denebilirse tabi, ortalık her zamanki batmıştı ve tencerede pişen şeyden kötü kokular geliyordu. Bade Hala elinde sigarasıyla mermer tezgâha yaslanmış, üstünde hardal sarısı renk bir mutfak önlüğü ile kendisine hiç yakışmayan bir ortama uyum sağlamaya çalışıyormuş gibi duruyordu. İki çocuk annesi olmasına rağmen genç bir kız fiziğine sahipti. Siyah saçları ve kocaman siyah gözleri ile biraz ürkütücü bir kadındı. İncecik kaşları, iri gözlerine sürdüğü yeşilimsi farı ve ayağındaki ince topuklu ayakkabılarıyla kesinlikle bir ev kadınını andırmıyordu. Liseyi zar zor bitirmiş, ömründe bir gün bile çalışmamış olmasına rağmen para harcamak konusunda üstün bir başarısı vardı. Kocasını aslında pek sevmezdi, sırf iyi bir işi ve evi var diye onunla evlenmişti. Kapının yanında dikilen yeğenine bir bakış fırlattı, Simya tenceredeki yemeğin yandığına emindi artık. "Saat kaç?" dedi Bade sigarasından bir fırt daha çekip "Bu saate kadar nerede kaldınız küçük hanım?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD