2

1446 Words
Simya artık odasına çıkamayacağını anlamıştı. Salon kapısının içeri adım attı, mutfak ile birleşik olan salon büyükçe bir alandı; iki tarafında iki koca koltuk ve berjerler vardı. Her yanında resimler asılıydı. İki büyük penceresinden içeriye sokak lambalarının ışığı sızıyordu. Büyük bir yemek masasının korkunç sarı rengi içeride sırıtırken, mutfak dolapları halasının en sevdiği renk olan bordo ve siyahtandı. Simya üstünde komik hardal sarısı renkte önlüğü olan halasına baktı. Yüksek topuzlu saçı ve kırmızı renk rujunun süslediği makyajıyla sanki birazdan sahneye çıkacak bir sanatçı gibi duruyordu. "Hala yüzme antrenmanım 6'da bitti ve bende hemen eve geldim" dedi mırıldanarak çantasının bir kolu aşağıya kaymıştı. Halası yüzme gibi şeylere gidip kendini geliştirmesinden hiç hoşlanmazdı. Hatta Simya'nın güzel bir şeyler yapmasından hiçbir zaman hoşlanmamıştı. İlkokul çağlarında okula bile göndermek istemediğini eşine söylemişti ancak Simya'nın anne babasının vasiyetine uymak zorunda kalmıştı. Zaten okuldaki hocalar özellikle rica etmeselerdi havuza gitmesine asla izin vermezdi. Suratındaki her zamanki hoşnutsuz ifade ile dudağında kırmızı ruju kemirdi. "Derslerine çalışmak yerine sürekli yüzmeye gidiyorsun. Okulu bitiremezsen sana biz bakmayacağız bunu biliyorsun değil mi?" diye tersledi. "Zaten yıllardır sana bakıyoruz. Buna mecbur değiliz biliyorsun değil mi? Netice de sen benim öz yeğenim bile değilsin. Kimsen olmadığı için yetimhanelerde büyüme diye seni yanıma aldım. Bundan dolayı bize müteşekkir olmalısın" Simya dudaklarını ısırdı, gülmekle sinirlenmek arası bir yerde kalmıştı. Halası komik bir şey mi var gibisinden tek kaşını kaldırmış bakıyordu. Zayıflıktan yanakları içine çökmüş yüzüne doldurabileceği kadar oksijen doldurdu. Simya onun gibi liseyi bile zar zor bitirmiş birinin müteşekkirin ne demek olduğu bildiğinden emin değildi. Ama cevap vermek istemedi. Çünkü kendisine hâkim olamıyor oluşu hep sorun yaratıyordu. Halası sinirle ince boynundaki önlüğü çıkardı. Üstünde diz kapaklarına kadar gelen siyah düz bir elbise vardı. "Çantanı kenara bırak ve sofrayı kur. Ben sana hizmet etmek zorunda değilim" diye bağırdı köşedeki en rahat berjere oturarak. Her zaman ki eline bir dergi geçirdi, tekli mor renkteki berjere iyice kuruldu, bacak bacak üstüne atıp sigarasından bir fırt daha çekti. Sigarası daha yeni bitmişti ki, yan tarafında duran zigonun üstündeki gümüş rengi sigaralıktan bir tane sigara aldı ve yaktı. Kendisi şık ve güzel giyinirken Simya'nın evin içinde etek bile giymesine izin vermezdi. Hatta dışarıda da giymesine izin vermezdi. Büyümüş serpilmiş 16 yaşında kocaman bir kız olmasından hoşlanmıyor, kocasını kıskanıyordu. Kendisine olmayan güveni onu daha hırçın yaparken Simya'yı daha da ezmesine sebep oluyordu, eşini pek fazla sevmese de onu herkesten kıskanıyordu. Simya yaslandığı krem renk sürgülü kapının yanına çantasını bırakıp mutfağa geçti. Tencerelerdeki yemeklere göz attı, yandığını fark ettiği şey taze fasulyeydi ve gene yemekte patates ve makarna vardı. "Ne zaman yemek yapmayı öğrenecek bu kadın, yine mi patates " diye mırıldandı. Bir ses işittiğini sanan Bade tek kaşını kaldırmış Simya'ya bakıyordu. "Hadi biraz daha çabuk ol. Şimdi enişten gelecek" dedi. Öyle tiz, ince sinir bozucu bir sesi vardı ki, Simya dediğini duymamış olmasına sevindi. Halasına karşı saygısızlık etmek istemiyordu ama Bade bu durumu oldukça zorlaştırıyordu. Sürekli bir şeyler buyur etmeyi seviyor, evde hizmetçisi varmış gibi davranıyordu. Kendi çocukları erkek olduğu için onların ellerini hayatta bir işe sürmezdi. Simya sofrayı kurmuş bardaklara su dolduruyordu, kapının çaldığını duydu, kapıya yönelmişti birden Deniz ona çarparak kapıya koştu. "Babam geldi babam geldi" diye bağırdı, sanki ilk defa babası gelmişti eve. Deniz pek haşarı bir çocuktu, annesi onu çok fazla şımartmıştı. Yemek yemediğinden pek cılızdı. 9 yaşında olmasına rağmen sanki 5-6 yaşında gibi duruyordu. Kemal enişte elinde kocaman bir evrak çantası ve birkaç tane de market poşetiyle içeri daldı. "Deniz bunu çalışma odama götür" dedi oğluna evrak çantasını vererek. Ayakkabılarını çıkararak içeri girdi. Kısa parmakları alnını ovalıyordu, belli ki başı ağrıyordu; hemen büyükçe olan koltuğa yayıldı. Bade hala yanına giderek nesi olduğunu, neden bu kadar yorgun olduğunu sordu. "Bugün bankada çok problemli bir müşteriyle uğraştım" dedi Kemal enişte suratı ekşitip Simya'ya bir bakış atarak. "Bu insanlar beni öldürecek" diye de ekledi. Kemal enişte 39 yaşında kendi halinde biraz ezik sayılabilecek bir adamdı. Kumral, kahverengi gözlü, hafifçe kilolu, çirkin sayılmayan ancak bakımsızdı. Bir bankada vezne memuru olarak çalışıyordu. Karısı gibi Simya'dan oda hoşlanmıyordu, kendilerine ayak bağı olduğunu düşünüyordu. Ancak hükmü sadece Simya üzerindeydi, ne kendi çocuklarına nede karısına laf geçirebiliyordu. Karısından çok korkardı, o yüzden onun dediklerine çoğunlukla itiraz etmezdi. Kendine pek güveni olmayan sıradan bir adamdı sadece. Simya yemekleri koyup, herkesi yemeğe çağırdı. Yemek yendikten sonra dersleri olduğunu söyleyerek odasına çıkmak istedi. "Bulaşıkları halletmeden nereye gidiyorsun bakalım?" diye çıkıştı halası önündeki yemeğe pek de dokunmamıştı, zayıf kalmak için pek fazla şey yemezdi. Kemal enişte hala zonklayan başını tutuyordu. "Hadi hadi çık odana, birde seni çekemem" diye öfkeyle höykürdü. Simya merdivenlerden yukarı çıkarken halasının arkasından söylenmelerini duyuyordu, çatı katındaki küçük odada kalmasından dolayı en azından geceleri onun söylenmelerini pek işitmiyordu. Sonunda odasına çıktı, evin en üst katıydı burası. Rüzgârın uğultusu çok rahat duyuluyordu. Kışları soğuk oluyor olsa da Simya burayı seviyordu, çatının tadilatı yapılmadığından artık yazları bile rüzgârın uğultusundan serin oluyordu. Küçücük penceresinden içeri sokak lambasının ışığı odasını aydınlatıyordu. Pek fazla eşya bulunmayan odada onun bunun verdiği eski püskü şeyler vardı. Halası kendi eskilerinin olmamasından dolayı en azından yeni kıyafet almasına izin veriyordu. Simya ondan çok daha zayıf ufak tefek biriydi, belki 45 kilo ancak vardı. Çoğunlukla zaten yetersiz besleniyordu. Evde yemek yemeye korkar olmuştu ki bunda en büyük sebep halasının korkunç yemekleriydi. Okula giderken de aldığı çok az harçlıklarını biriktirip kitap alıyor, hayaller âlemine dalıyordu. Odada duvara yaslı küçük bir yatak, yan tarafında da eski püskü ahşap bir elbise dolabı vardı. Simya bu dolabı hem kıyafetleri için hemde kitaplarını muhafaza etmek için kullanıyordu. Odasında pek eşya yoktu, duvarda kenarı çatlak bir ayna, eski masanın üstünde birkaç kitap, bir iki tane ucuz makyaj malzemesi... Çoktan kırık bacaklı sandalyesine oturup ödevlerine koyulmuştu. Ders çalışmak onun için bir terapi bir kaçıştı; bir yandan test çözüyor bir yandan not alıyordu. Ders çalışmayı da kitap okumayı da çok severdi, okuldaki dersleri de oldukça iyiydi. Lise bittikten sonra üniversitede psikoloji okumak gibi bir hayali vardı ve elbette ki yüzme sporunda milli bir sporcu olmak istiyordu. Birden kapının sertçe açılmasıyla irkildi, halası elindeki birkaç parça kâğıdı yere doğru fırlattı, masanın üstündeki kâğıtlar bile uçuştu. "Bunlar ne?" diye bağırdı kuş sesine benzer ciyaklamasıyla. Simya halasının gene ne istediğini merak eder bir ifadeyle önce suratına sonrada yerdeki kâğıtlar baktı. Ne olduğunu sorana kadar halası diğer elindeki kâğıtları da suratına fırlattı. "Dersi dinlemeyip bunları mı çiziyorsun? Konuşan hayvanlarmış. Hayvanlar konuşsa sanki senin gibi gerizekalı ile mi konuşacak" dedi bağırarak neredeyse bademciklerini gözüküyordu. "Kendine çekidüzen ver, seni özel okula boş yere mi gönderiyoruz?" Simya çantasını salonun kapısının yanında unutmuştu ve belli ki Deniz her zamanki gibi karıştırmıştı. Simya yüzmek dışında çizim yapmayı çok severdi, bu konuda özel bir yeteneğe sahipti. Hayvanlarla kurduğu özel iletişimini resmetmişti. Kendisinin bile inanamadığı bir şekilde bazen hayvanların ne demek istediği anlayabiliyordu. Bir keresinde ağacın tepesinde kalan bir kedinin yardım edin diye bağırdığına yemin edebilirdi. Oturduğu eski püskü sandalyeden doğruldu, "Onlar benim özel eşyalarım ne hakla karışıyorsunuz?" diyerek yerdeki kâğıtları toplamaya başladı. Sürekli okula gönderilmesinin kafasına kakılmasından hiç hoşlanmıyordu. "Hem beni okula gönderiyor olabilirsiniz ama bunun parasını siz ödemiyorsunuz babam bana para bıraktı zaten" Bade hala iğrenirce ayaklarının dibindeki değersiz gördüğü çizimleri toplayan yeğenine baktı, çatılmaktan kırış kırış olan kaşlarına uzun sigara kokulu parmaklarını götürdü. "Hadsiz" dedi ağzından köpükler saçarak "Baban sana para bıraksa ne olur? 18 yaşına kadar elini süremezsin o paraya. Biz bakıyoruz sana halen daha anlamadın mı bunu?" Simya hala yerdeki çizim kâğıtlarını topluyordu, halasının onu devamlı ezmeye çalışan tavırlarından bıkmış usanmıştı. "Yeter artık hala, devamlı kafama kakamazsın bu durumu" dedi yerden doğrularak "Bende sizle yaşamak istemiyorum ama bu hayatta her şey istediğimiz gibi olmuyor" Bade hala Simya'nın elindeki kâğıtlara vurdu, tekrar yere düşürdü. "Bak sen şu kendini beğenmişe... Sözlere bak sözlere" dedi siyah gözlerini yerinden çıkaracak gibi belerterek "Kibirli, kendini beğenmiş ve süslü laflar kullanmayı seven küçük bir cadısın. Üvey kardeşimde tıpkı senin gibiydi" Babasına söylenen sözlere tahammül bile edemiyordu, kendisine edilen hakaretleri umursamıyor olsa da ölmüş anne ve babasına laf edilmesine katlanamıyordu. "Benim babam hakkında böyle konuşamazsın. Hem o senin abindi" diye bağırdı. Halası kendini beğenmiş o iğrenç tavrıyla tükürükler saçarak "Abim falan değildi üvey kardeşimdi o benim. Hem istediğimi konuşabilirim. Nasılsa ölü şu anda istese de bir şey söyleyemez" dedi yamuk ağzının yanıyla gülerek. Simya duydukları karşısında öylesine sinirlenmişti ki artık kendini tutamıyordu. Birden odadaki lambalar cızırtı yapmaya başladı, duvardaki eski resim çerçeveleri sallanmaya bazıları düşmeye başladı. "Bir daha babam hakkında böyle konuşmayacaksın" diye bağırdı masanın üstündekileri yere fırlatarak. Komidinin üstündeki abajurun lambasının patlama sesiyle Bade hala elini çoktan kapının kulpuna atmıştı. Çatının eski tahtaları sanki bu konuşmaya isyan eder gibi tozlarını dökmeye, lambalar sanki artık yeter dermiş gibi yanıp yanıp sönmeye başlamıştı. Bade halanın yüzündeki iğrenme ifadesi yerini korkuya bıraktı, kapıyı çarpıp odadan çıktı. Söylenerek merdivenlerden aşağı indi. Kemal enişte her zamanki kavgalardan olduğu için umursamaz şekilde büyük koltuğuna yayılmış gazetesini okuyordu. Belli ki karısının yaptığı masajlar işe yaramış, başının ağrısı geçmişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD