Mina Elvan
Saat nerdeyse akşam ona gelmiş, herkes odalarına çekilmiş, uyuyorlardı.
Ben ise ses çıkarmadan çantamı hazırlıyordum. Gerekli eşyalarım içindeydi. Uçakla gideceğim, onun içinde pasaportum yanımda, kimliğim yanımda. Bir kaç iç çamaşırı ve elbise, tabletim, şarj aletleri, telefonun şarjı, pet vardı.
Herşeyim yanımdaydı. Tek evden çıkmam lazımdı. Başka bir şeyim eksik değildi. Son kontrolleri yapıp lavabo ya girdim.
Şimdiden ihtiyaçlarımı hallettim. Çantamın içine bir kaç makyaj malzemelerini de koydum. Orda para harcamak istemiyorum.
İşimi de gittiğim gibi bulacaktım. Uçağın kalkış saatine çok vardı. İki buçukta kalkacaktı. Bilerek gece yarısına almıştım.
Birkaç saat sonra - Mina Elvan
Telefonumu şarjdan çıkarıp, şarj aletini çantama attım.
Çantamı koluma takıp odadan yavaş adımlarla çıktım. Çıkmadan önce telefonun sesini kıstım. Saat bire geliyordu. On dakika sonra bir olacaktı.
Zaten bir saate de havalimanına giderdim. Şehir içindeydi. Dışarı çıktım.
Etrafa baka baka çıktım. Arka kapıdan çıkacaktım. Merdivenleri yavaş yavaş indim. Etrafa baktım. Işıklar kapalıydı.
Arka kapıya inince çıktım. Sandığım dan daha kolay oldu. Telefondan taksi çağırdım.
Biraz ilerledim. İki mahalle öteye geldim. Taksiyi de buraya çağırdım. Bir kaç dakika bekledim. Sonra bir taksi önümde durdu.
Arabaya binip, “Havalimanına gideceğiz,” Nazik bir sesle söyledim. Adam konuşmadan başını salladı. Sonrada arabayı sürmeye başladı.
Buraları son görüşüm oldu. Bizim mahalleden geçerken, neden burdan gittiğimizi anlamadım. Ama adam her yeri biliyor, belki kestirme yoludur diye bir şey demedim.
Gözümden bir damla yaş düştü. Belki de ailemi son kez görmüştüm. Eski anılar gözümde canlandı.
Biraz ilerledik den sonra, “Buyrun, selpak vereyim.” Elindeki peçeteyi aldım. Burnum mu sildin.
Adam devam etti. “Buralarda yenisiniz galiba. Sizi ilk defa görüyorum.” Adamıj sadece gözlerini görüyordum. Ama bir yerden de tanıdık geliyordu.
“Yo, geleli nerdeyse bir yıl oluyor. Genelde bir yere yürüyerek giderim. Ama bu sefer böyle oldu.” Adamla konuşursam iyi gelebilirdi.
“He, siz o zaman töreleri bilmezsiniz, burda neler yapıyorlar bir bilseniz. En çok da Aram Ağa yapıyor. Tanıyor musunuz?” Aram? Neler yapıyor?
“Yo, tanımıyorum. Tanımakta istemem, artık burda olmayacağım zaten,” Diyerek adama trip attım. Adam gülüyor gibi bir ses çıkardı. Ama gülmedi.
Sonrada sessiz çekti.
Havalimanına gelince inmek için hamle yaptım. Ama Asaf beni arıyordu. “Birkaç dakika burda kalabilirim? Bir arkadaşımla konuşacağım.” Başını salladı.
Telefonu açıp, “Asaf?” Diyerek yerime biraz daha sindim.
“Bindin mi, uçağa?” Merak ediyordu.
“Şimdi havalimanındayım. Kırk dakika sonra bineceğim.” Koluma çantayı daha çok sıktım.
“Tamam, hadi, iyi yolculuklar.” Kapattım. Adanın gözleri bendeydi.
“İyi günler,” Diyerek inmeye hamle yaptım an da adam kapıyı kilitledi. “Pardon, yanlış bir şey yaptınız, kapıyı kilitlediniz! Açın, lütfen.” Diyerek kolu zorladım.
“Mina, benim! Kocan!” Dondum. Ne? Kocan? Ne kocası be? Daha karın olmadım, yanlız!
Benim şokumu görünce güldü. “Ne oldu? Beni tanımıyordun? İnsene! Asaf’ın evine mi gideceksin? İstanbul ha!? Güzel yerdir,” Katkatı kesildim, ellerim titriyor, bacaklarımı hareket etmeye çalışıyorum ama olmuyor. Gözlerim ise Aram’ın aynadaki gözlerin de kaldı.
Korkudan ölüyordum. Şimdi ne olacaktı?
Hızla inmeye çalıştım. Arabayı en son noktaya getirdim, sen son zorda olsa açıldı.
Hızla inip havalimanına koştum. Havalimanına girip lavabo ya koştum. Herkes bana bakıyordu.
Lavaboya girip boş bir kabine girdim. Elimle ağzımı kapattım. Nefes sesim çıkmasın diye.
Dışardan adım sesleri geliyordu. Lavabo da kimse de olmaz mi ya? İnanın hiç mi toleti gelmez?!
Bir anda kapı tıktıklandı, sesimi kalınlaştırdım. “Dolu,” Sesim kalındı. Elim de ağzımda olduğu için kalın çıkıyordu.
“Mina çık şuradan! Biliyorum, oradasın! Ya, kapıyı aç, yada kırarım!” Açmak istemedim. Hem bu devletin malı değil mi? Bir şey yapamaz!
“Pardon, yanlış kişi!” Sesim titriyordu. Ne diyeceğimi de bilmiyorum.
“Mina, orda olduğunu biliyorum! Aç şunu!” Hiç bir şey yapamadım. Kapıyı zorladı. Bir şeyler yaptı, ama ben anlamadım.
Kapı anında açıldı. Kapının arkasında kaldım. İçeri girip bana sinirle baktı. “Mina, şimdi, yürü! Bak sinirden konuşamıyorum zaten, zorlama sende!” Kolumdan tutup sürükledi.
Benim yürümediğimi görünce kucağına aldı. Bağırmak istedim, eliyle beni susturdu. “Sus, burda beni herkes tanıyor! Bağırdığın an başka bir yere gideriz!” İyi be sustum! Havalimanından çıktık.
Taksi değil de kendi arabasına bindirdi, beni. Ben kaçmaya çalışmak istesem bile izin yok.
Arabaya binip çalıştırdı. Havalimanından ayrıldık. Başka bir yola girince, “Bizim ev bu taraftan gidilmiyor!” Diyerek omzunu dürktüm.
“Sanane! Ayrıca kaçmanın hesabını da soracağım! Bekle sen,” Bu adamdan kokmuyor değilim.
Konuşmadan yola baktım. En son gözlerim kapandı. Araba hareket ederken birkaç saniye sonra tamamen uyudum.
Kapkaranlık bir yerdeyim, tek başımayım. Tek benim üstümdekiler beyaz ve tavandan da beyaz ama loş bir ışık bana vuruyor, ben nereye gidiyorsam oda benimle geliyordu.
Korkuyordum, bağırarak, “Anne!” Ya da, “Baba!” Diyordum. Geri geri giderken sert bir şeye çarptım.
Korkudan bağırarak geri adım atmak istedim. Ama olmadı, atamadım. Bir şey beni kendine çekiyor, geri de bırakmıyordu.
Ne kadar çırpınsam da bırakmıyor, aksine kendine bağlıyordu, beni...
Ağlıyorum, hem de çok. Arkamdaki kişi beni kendine çevirdi. Yüzü karanlık ama vücutü aydınlık, benim gibi beyaz giymiş.
“Bugün bizim düğünümüz var, Mina!” Sesi bir yerden tanıdık geliyor ama çıkaramadım.
Sonra bana bir yeri gösterdi, ben de baktım. Annem, babam ve abim... Bir ipe bağlanmış, ağızları bantla kapatılmış bir şekilde bize bakıyorlar.
Sonradan duyduğum sesle başka bir tarafa döndüm. “Mina, Mina, burdayım ben!” Acı içinde bağırıyordu. Kim miydi bu ses? Annemdi.
Bir anda gözlerimi açtım. Yüzüm yer içinde kalmış, ve, evet, rüyadı. Ne rüyası, kâbustu.
“Mina iki saattir sana sesleniyorum,” Diyen bir sesle yana döndüm.
Aram... Hâlâ arabadaydık ve yola doru gidiyorduk. Ama asvat değil de taşlı bir yoldaydık.
“He, ne!” Sesim titriyordu. Aynı zaman da da fısıldadım.
“Bir şeyin mi var?” Sadece başımı salladım. “Rüya görüyordun galiba, anne diye sayılıyordun,” Sahi ya annem.
“Yok, bir şeyim, nereye gidiyoruz? Saat kaç?” Konuyu değiştirmeye çalıştığımı anladı. Ama bir şey demedi.
“Üç buçuk,” Saati söyleyip önüne döndü.
“Ne kadar yolumuz kaldı?” Diyerek sordum. Az önce cevabını vermediği sorunun.
“On, on beş dakika, kaldı.” Sonrada sustum.
Hâlâ uykum vardı, ama uyumak istemiyorum.
En sonunda geldiğimiz yere bakıp, “Burası nere? Nereye getirdin beni?!” Tamam, geldiğimiz yer çok güzeldi.
Ama bura dağın başı!
“Bir gün boyunca kalacağın yer, beraber kalacağız. Birbirimizi tanırız, kaynaşırız!” Gülerek söylediği şey neydi tam olarak?
Burda, dağın başında onunla yanlız kalacağız bir yerde! Olamaz!