CEYLAN-1

1447 Words
Telefonun ucundaki arkadaşını uzun zamandır görmüyordu. Israrı üzerine nefesini bıraktı. “Tamam tertip. Merak etme düğününde mutlaka orada olacağım.” “Eyvallah tertip. Selametle.” Verilen bir söz onun için namus demekti. Arkasında duran ve ondan emir bekleyen adamı “Abi ne yapalım?” dediğinde camdan dışarı bakarken ellerini cebine soktu. Gözlerini kısarken “Hırsızlığın cezasını verin sonra da İstanbul’dan sürün. Değil kendi esamesi bile şehrin sokaklarında hissedilirse sülalesini silin.” dediğinde baş selamı veren adam “Emrin olur abi” deyip çıktı. Dişlerini sıktığı kımıldayan çene kaslarından belli olurken yüksek binadan şehri ve boğazı izledi. *** Adamları ile girdiği düğün salonunda oldukça dikkat çekerken merdivenleri indi. Gelinle damat yeni inmişti. On kişilik siyah giyinmiş adam grubu girişin önünde durmaya başladığında meraklı bakışlar üstlerine yapışmıştı. Çoktan bunalmaya başlayan genç adam bir an önce tertibini tebrik edip hediyesini de verip gitmeyi planlıyordu. O sırada bir horon çalmaya başladı. Ortası boşaldığında gözlerini kıstı. Bir kız omuzlarını hafif hafif titreterek ortaya çıktığında onu damat ve gelin takip etti. Horon oynamaya başladıklarında bir çift lacivert göz, bordo renk takım elbise giyinmiş, saçları omuzlarında sallanan, yüzündeki kocaman gülümseme sayesinde gamzelerini sergileyen kızın üzerinde sabitlenmişti. Hafifçe boynunu oynatıp kütleten Dağhan Yasari aldığı nefesi sakince verdi. Yanındaki adama başını eğip “Serkan, bu kız kim öğren?” dediğinde neye bulaştığını bilmiyordu. Öğrenecekti. Ordu'nun yaralı ceylanı İstanbul’un aslanına yaren olur mu? Peki ya aradaki yaş farkı? Aşkın yaşı var mı? Ondan beş yaş büyük bir kadına tutulan Dağhan etrafına ördüğü duvarları yıkabilecek mi? Ya Ceylan? Onun için her şey yeterince zorken kapısını çalan aşkı nereye koyacak? 1-SECTİON Arabalar peş peşe köy yolunu aşındırırken kornalar çalmaya başlamıştı. Kına götürülüyordu. Ceylan, kardeşi için mutluydu ama kendi için sıkıntılı durumlar baş gösterecekti hissediyordu. Yanındaki oğlu başını telefondan kaldırmazken homurdandı. Kolu ile oğlunu uyarırken göz deviren çocuk soluğunu sertçe verdi. Gelin evinin biraz gerisinde duruklarında hemen tepsi çıkartıldı ve mumları yakıldı. Damadın sağdıçları ellerinde meşaleleri hazır ederken damadın annesi kızının kolunu çimdikledi. “Kardeşine sahip çıksana. Hem Göktuğ neden telefonu bırakmıyor. Bari bugün düşürsün elinden şunu yoksa içine edeceğim o olacak.” Ceylan göz devirmek istese de sadece sakince soluğu bırakıp “Anne ben ne yapayım Allah aşkına. Her şey hazır tamam olduğu gibi gidecek. Göktuğ’a da karışma kurban olayım. Çocuğa nefes aldırmıyorsun sonra baba asi oluyor” değince annesi kaşlarını çattı. “Elin sopa tutmuyor mu? Al bir odun kır belinde bak sesi çıkıyor mu? Şımart şımart sonra asi çıkıyor diye laf edersin. Analık bilmiyorsan bana bırak üç güne mum ederim.” Dişlerini sıkan Ceylan “Bizi mum edip analık ettiğin gibi mi?” diye mırıldandı ama davul sesi başladığından annesi duymadı. El mahkumluğu çok kötüydü. Boşanıp kendi düzenini kurduğunda oğlu ile kıt kanaat da olsa yaşama düşüncesindeydi ama annesi hasta olup onu memlekete çağırınca her şey bozulmuştu. Şimdi ise yıllardır maruz kaldığı duruma böyle bir ortam da yeniden maruz kalmak tüm keyfini alıp götürmüştü. On altısına girecek olan Göktuğ ise annesine ve onu çocuk azarlar gibi azarlayan anneannesine bakıp göz deviriyordu. Ceylan daha fazla annesine bakmayıp kardeşinin yanına geçti ve ne yapacağını tarif etti. Sonra da kına alanına doğru yürümeye başladılar. Davullar zurnalar eşliğinde kalabalığın içine girdiklerinde orta da müstakbel eşi ile oynayan Mehmet’in yüzü gülüyordu. Yirmi sekiz yaşında mutluluğu bulduğunda yuvası olmasına karar vermişti. Aile olmak hakkıydı ve bunu yapacaktı. Oyunlar oynandı. Kına yakıldı. Kaynana çağırılırken Ceylan da annesi ile gelinin yanına vardı. Eline konan yarım altınla kınası yalına Gülden başına örtülmüş kırmızı örtü altından tebessüm ediyordu. Testi kırma ve kız tarafı ile erkek tarafının karışık oyun havalarıyla göbek atması geceyi bulurken gitmeleri gerektiğinde annesi yine Ceylan’ın tepesine binmişti. Onu aldın mı? Bunu bıraktın mı? Ne diye ortaya çıkıp oynuyorsun? Evde hesaplaşacağız? Oğlun niye el gibi oturdu da kalkıp dayısı ile oynamadı. Ve daha birçok laf. Eve gelene kadar arabada dahi hiç susmayan kadına kocası müdahale ederken gözleri dolan Ceylan sinirden ağlamak istiyordu. Babası annesine “Yav bir sus be kadın. Kızın ne suçu var. Ağzın burnun bir dursun. Tamam hastasın aklın gidip geliyor anladık idare de ediyoruz ama de yeter da.” Dediğinde kadının sinirleri daha da zıpladı. Eve girdiklerinde ve aile efradı olarak yalnız kaldıklarında annesi Ayşe bas bas bağırmaya başladı. “Siz bana deli değin daha ben olmasam acından gebermişti çocuğuyla İstanbul’lar da. Kim sahip çıkacaktı? Elin evli karısını kendine metres etmiş Ahmet mi? Yüzüne bakmayan peşinden pisti şişkoydu diye laf eden kaynanası kayınları mı? Çocuğu ile kabul ettim ele güne gülücü olmayalım diye. Yıllardır besliyorum bakıyorum koca iki katlı evde. Neyine yetmiyor da bir de bana asi geliyor. Sanki bir onun çocuğu var. Sanki bir o iş tutuyor. Onun yaptığı işleri ve elim ayağım sağlam olduğunda sıçarken yapıyordum. İş yapıyormuş. Eline üç kuruş geçince adam oluyor laf ediyor hatamı suçumu bileyim de susayım yok.” Ceylan o an patladı. “Ya kadın senin derdin ne? Yemek dersin her gün sofran da beş çeşidin eksik olmaz. Çamaşır dersin yıkanır ütülenir yerine konur temiz temiz giyersin. Temizlik desen her gün bu evi kırklıyorum neredeyse. Ağzını açtın suçunu biliyor otursun benim suçum neymiş bir desene. Ben bu evin adamı değil miyim niye eziyet ediyorsun ya.” Annesi başını ovarken nefret kusar gibi “Sana bu evin adamı olduğunu kim söyledi” değince Göktuğ telefondan başını kaldırdı ve “Annem para kazanıp elinize sayarken bu evin adamı oluyor laf söyleyince mi bu eve adam olamıyor” dedi. Ceylan oğluna laf edecekleri korkusu ile “Oğlum” diye uyardı ama annesi durmadı. “Çeneye bak çeneye. Domuz gibi hoşur hoşur etme benim yanımda kalkarsam ağzını dümdüz ederim. Öküze bak sen. Anan seni geride bırakmadı bu yaşa getirdi de götün mü kalktı senin. Biz sahip çıkamasak acından geberecektin haberin var mı? Baban gibi nankör onun gibi malsın işte sende.” Oğlunu kaldırıp “Sen odaya geç ben geliyorum” diyen Ceylan “Anne yeter. Az ağzının ayarı olsun. Çok biliyorsan zoruna gidiyorsa istemiyorsan benim düzenimi bozup Ordu’ya getirmeseydin.” Diyerek çocuğu da alıp salondan çıktı. Hala arkasından bağırıp duran kadına kulak tıkarken yükselen tansiyonu ensesinden ağrıyla başına giren sancıdan anlıyordu. Küçük odaya girdiklerinde yatağa telefonu fırlatan oğlu çok sinirliydi. “Ya niye susuyorsun anne. Neler diyorlar görmüyor musun? Resmen seni sömürüyorlar. Farkına ne zaman varırsın bilmiyorum ama paran varsa bunlara yaranıyorsun. Paran yoksa sende yoksun. Yıllardır her kafası attığında dünyanın lafını ediyor sana. Açık açık bu evin adamı değilsin yoksun diyor sen hala bu evdesin. Beni de kendinle perişan ediyorsun. Kadın bana durup dinlenip mal öküz aptal domuz ağzına geleni sayıyor. Babam hakkında dediklerini saymıyorum bile. Sen de salak gibi kazandığın üç kuruşu yedir dur bunlara.” Ceylan yer yatağının üzerine oturdu ve yüzünü sıvazladı. Ergenliğe giren oğlu resmen huy değiştirmişti. Ona da kızamıyordu. Tek başına savaş vermişti ama bir yerde maddi sıkıntı belini bükmüş annesi de hasta olunca düzenini bozup annesine bakmaya ve birlikte yaşamaya Ordu’ya gelmişti. Geçirdiği zaman içinde maddi açıdan biraz rahatlasa da psikolojik olarak resmen içinden geçmişlerdi. Dışarıya karşı boşanmış ortada kalan kızlarına torunlarına sahip çıkmış görüntüsü verirken evde çatışmalar durmamıştı. Annesi nedenini hala çözemediği bir şekilde hem keyfi yerinde olunca çok iyi davranıyor keyfi olmayınca yani istediğini elde edemediğinde resmen cehennemi yaşatıyordu. Babası daima borçlarla uğraşıyor hasta eşinin durumuna üzülüyor kızı yanına gelip ona maddi manevi destek olunca nefes alıyordu ama suya sabuna dokunmayan bir insandı. Oğluna da hak veriyordu çünkü başım ses almıyor diye diye oğlunu bu odaya hapsetmiş evde kımıldasa Göktuğ dur, konuşma, bağırma, ortalarda dolanma, misafir var insan içine çıkma, annen iş yapıyor onunla uğraşma diye diye resmen dört duvar arasına hapsetmiş sorun olduğu yerde anında şiddete başvuruyordu. Tıpkı kendi çocuklarını şiddetle ve korkutmayla büyüttüğü gibi. Ceylan yanağındaki yaşı silerken aldığı nefesi bıraktı. Oğlu ise canını çok yakacak o cümleleri hiç acımadan kurdu. “Ya bazen diyorum ki keşke babam seni dövmeye devam etseydi aldatsaydı eve kadın getiremeye devam etseydi de sen boşanmasaydın. En azından bize ait bir evde olurduk. Konuları abartmasan görmezden duymazdan gelsen olurdu. Sen ne yaptın? Dayak yiyorsun ihanete uğruyorsun diye boşandın. Sonra? Kendi düzenimizden buraya geldik. Hepsi senin suçun. Şimdi babamı ara. Buraya gelsin ya da beni gönder. Daha fazla senin gibi ezik bir anne ile yaşamayacağım.” Genç kadının gözleri irileşti. Ayağa kalktığında nefesi daralmıştı. Anlamaya çalışır gibi “Şimdi sen bana dayak ye başka kadınlara tercih meselesi ol canın güvende olmasın ama sus otur mu demek istedin? Baban beni öldürse de susmalı mıydım?” dediğinde Göktuğ göz devirdi. “Hemen de drama bağlama anne ya. Ne olmuş yani birkaç tokat yedin eve kadın getirdiyse. Kadın olsaydın da kocanı elinde tutsaydın. Ben mi öğreteyim sana” demişti ki yanağına inen tokatla başı sol tarafa döndü. Ceylan’ın kahveleri o kadar dolmuş yüzünün rengi öyle bir gitmişti ki elleri değil tüm bedeni titriyordu. Oğlundan işittikleri resmen ciğerini delmişti. İşin kötü yanı kendini sorgulamasına neden olmuştu. Acaba oğlu haklı mıydı? Sussa otursa sesini çıkarmasa daha mı iyi olurdu?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD