" Neye İnandıysan, Ona İnanmaya devam et ! "

1916 Words
Selvi'nin Anlatımıyla Okuldan dönerken sinirimi bastırmaya çalışıyordum. Fidan, herkese olanları anlatmış, yetmemiş gibi bir de herkesin içinde bana emirler verip durmuştu. Dik duruşumdan ödün vermesem de, sözleri canımı yakmıştı. " Hizmetçimiz değil misin yapacaksın işte ! " diye de kibirlenip durmuştu. O ve Dicle lise son sınıfta, ben ise henüz lise birinci sınıftaydım. Her anlamda beni ezmeye çalışıyorlardı ama başaramayacaklardı ! Dediği hiç bir şeyi yapmadım. Ben onun değil, çiftliğin bir çalışanıydım. Namusumu koruyabilmek için, yaptığım bu işten de gocunacak değildim. Çiftliğin bahçesine girince, Cafer ağaya başımı eğerek selam verdim. Bir dizini kırıp altına almış, diğerinin üzerine de bileğini koymuş tesbihini çekerken, ağa oturuşuyla karşısındaki köylüleri dinliyordu. İçtiği kahvenin fincanını, dudaklarından çekip tabağına bıraktı. " Gel hele Selvi ! " diye bana seslendi. Karşısında duran köylülere de, elinin tersiyle gidin işareti yaptı. Adımlarım onun karşısında durdu. " Okula gitmek için kimden izin aldın sen ? Biz seni gelin diye almadık mı kızım hee ? 3 sene yanınızda çalışırım, hele küçüğüm demedin mi sen ? " Her şey tamamdı. Ama okuluma kimsenin engel olmasına izin veremezdim. Okumak, bu hayattan kurtulabilmek için tek çaremdi. " Ağam, ben zaten okula gidiyordum ya.. " Hatice teyze de gelmiş, kocasının yanına oturmuştu. Konuşmaları duymuş olacak ki, benim sözümü kesip kendi konuşmaya başladı. " Niye izin alsın bey ? Fidan ile gidip geliyorlar işte " İçime serpilen su, Cafer ağanın bakışları yüzünden ferahlatamıyordu. " Ayağını denk al Selvi. Bu konuşmayı bir sefer yapacağım ! Bir daha da, demem. Biriyle konuştuğunu duyarsam, okuldan alırım. Biriyle görüştüğünü duyarsam, Kara'yı keserim. 18'ini beklemem, seni bu yaşta gelin ederim ! " Her sözü bıçak kadar keskindi. Ağzından çıkan sözler onun dilini kesmiyordu ama, benim vücudumda kesik izi olmayan tek bir yer bırakmamıştı. Bu hayatta benim için önemli olan 3 şey... Okulum, atım ve namusum. Ve bu adam beni, üçünü de elimden almakla tehdit ediyordu. Asi olmadan, sakin ve boyun eğmiş bir tavırda ona başımı salladım. Arkamı döndüğümde Halil İbrahim'i fark ettim. Yumrukları sıkılı, bakışları kararmıştı. Kısık gözlerinin ardındaki sinirini, gizleme gereği bile duymadığı için fark edebiliyordum. Ne olmuştu bu adama ? Niye bana, beni öldürecekmiş gibi bakıyordu ? Yine neyin suçlusu bendim acaba ? Odama doğru gittim. Bir derdi varsa, elbet o gelirdi zaten. Kapıyı açıp içeri girdim. Bir yer yatağı ve küçük bir komodin vardı. Ahşap bir dolap ve iki kişinin sığabileceği sedirden başka da bir şey yoktu. Üzerimdeki formayı çıkarmaya başladım. Gömleğimin düğmelerini çözmüştüm ki, kapı hışımla açıldı. Ellerim yakamı birleştirmeye çalışırken, Halil İbrahim üstüme doğru yürümeye başladı. " Sen ! " demiş, gerisini getirememişti. Göğüslerimin üzerini örtmeye çalışan ellerimi gördüğü an, dişlerini sıkıp hemen arkasını döndü. Hızla düğmelerimi iliklemeye başlamışken, ellerim titriyordu. Elleri hala yumruk şeklindeydi. Sırtındaki gömleğin hareketinden, sık nefes aldığını anladım. " Bir şey mi oldu ? " " Giyindin mi ? " Sesi buz gibiydi. O sıcak tonu gitmiş, kat be kat mesafeler barındıran bir ton gelmişti. " Evet. " dedim. Ağır çekimde gibi yavaşça bana döndü. " Okula gitmeyeceksin ! Bu hafta düğünü yapacağız ! " Bir istek değildi. Bir rica hiç değildi. Emirdi. Emrediyordu. Ben böyle olmasını istiyorum ve böyle de olacak diyordu ! Yüreğim korkuyla atmaya başladı. Cesaretmiş, gururmuş... Umurumda bile olmadı. Diz çöküp hemen yanında duran sıkılı yumruğunu ellerimin arasına aldım. " Allah aşkına sözlerini geri al ! Ben daha çocuğum ! Evlenemem. Bak ben sizin için geldim. Kendi ayağımla hem de. Adınıza leke sürülsün istemedim. Ne olur ! Sana dedim. Okuluma dokunma dedim. " Elini sertçe çekip, ellerimin arasından kurtardı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. " Niye ? Okulda da mı aşığın var yoksa ? " Duyduğum şeyi algılayamadım. Kulağım çınlıyordu sanki. İdrak edemedim bir an. Okulda da derken, benim başka bir aşığım mı vardı ki ? Nemlenen gözlerimi silip ayağa kalkıp. Bu sözler karşısında, karşısında dimdik durmalıydım. Beni neyle itham ettiğinin farkında mıydı ? " Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin ? " Dişlerini sıktı. Bana bir adım yaklaştı. " Bu kulaklar bugün daha neler duydu bilemezsin Kara kız ! " Bana hep ' boncuk göz ' derdi. Şimdi Kara Kız demişti. Bahtımın karası saçlarıma vurmuş, kömür siyahı saçlarım lakabım olmuştu. Şimdi onun için de kara kız olmuştum demek. Herkes gibi... " Kimlerin koynuna girmek için kuyruk sall... " Sözleri yarım kaldı. Kalmak zorundaydı. Ona attığım tokatla yüzü diğer yana eğildi. Bu kez göğsü sinirle inip kalkan bendim. Titreyen elimi kaldırıp, işaret parmağımı ona doğru salladım. " Sakın o cümleyi tamamlamaya kalkma ! Sen kimsin de benim namusuma dil uzatacaksın ? Sana dedim değil mi ! Dün bu çiftliğe gelirken dedim ki, her ne olursa muhatabın benim. Anne ya da ablam yüzünden bir şey olursa kabul etmem dedim. " Çenemi biraz daha kaldırdım. Cesaretim de gururum da geri gelmişti. " Evlenmiyorum ! 3 sene geçmeden beni alamazsın. 18 yaşıma basmadığım sürece, bana elini bile süremezsin !Kimsenin koynuna girmeye de meraklı değilim. Kimin meraklı olduğu belli oluy.. " " SELVİİİİİİİİ ! " Bir adım daha atıp, özel alanımı işgal etti. Bağırışı, yüzümde bir esintiye sebep oldu. İlk kez adımı söyleyişi demek böyle olacaktı. " Ne var ! Bağırınca haklı mı oluyorsun ? Biri bir şey mi dedi ? Ve sen de inandın öyle mi ? " Başımı salladım. Bakışları, tahminlerimi doğruluyordu. " İyi. Neye inandıysan, ona inanmaya devam et o zaman ! " diyerek ona meydan okumaya devam ettim. İçim yanıp kavrulsa da, dışarıdan bakıldığında soğuk bir ifadeye sahiptim. Onun sinirine karşılık sakin tavrım, onu iyice kızdırmış gibiydi. Yüzü buruştu. Yüzündeki ifade dile gelse, ' Tam bir hayal kırıklığısın ' diye bağırırdı. Başını iki yana sallayarak geri adımlar attı. Bunu çok iyi biliyordum çünkü aynı ifade benim de yüzümde yer edinmişti. " Gidiyorum. Ama gözüm üstünde. Eğer ki, bir yanlışını göreyim. Az önce dediklerimi, rızan olmasa da yaparım ! " Son tehditini de etmiş, arkasını dönerek kapıyı çarpıp çıkmıştı. Dermanı çekilen dizlerim, onun gidişiyle rahatladı ve beni ayakta tutmayı bıraktı. Neden diye sormaktan yorulmuştum. Neden insanlar böyle... Neden.. Neden ? Belki bir ananın kuzusu olamadım. Belki babasının prensesi olamadım ama... Ben de bir insandım. Benim de bir kalbim vardı. Onurum, gururum, haysiyetim vardı. Niye kimse benimle konuşurken, kendine çeki düzen vermiyordu ? Ağızlarına gelen her şeyi sayıp dökerken, kırılabileceğim akıllarına gelmiyor muydu ? Gözlerimden akan yaşlar kimsesizliği fırsat bilmiş, intihar ediyorlardı. Defne.... Bir an önce gel kurtar beni... Gideli daha 2 gün olmuştu ama, yalnızlık hissi dört bir yanımı kuşatmıştı. Kapı açılınca aceleyle gözlerimi sildim. " Aaaaaaaa ! Ağlama kızımm ! Hemen de göz yaşı mı döküyorsun ? Ben Cafer ağayla konuştum. Gideceksin okuluna. Haydi kalk değiş üstüne de, mutfağa yardıma git. Köyde düğün kurulacak. Düğün sahibi yardım istedi. Yemekleri biz vereceğiz. Sen de tut bir işin ucundan. " Sözleri içimde umut ışığı olmuştu. Bu çiftlikte neyse ki Hatice teyze iyiydi. Ayağa kalkıp ona başımı salladım. " Hemen hazırlanır inerim Hatice teyze. " dedim. Duygusallık yoktu. Ağlayıp sızlanmak da yoktu. Tek yapmam gereken şey sabretmek ve okuluma odaklanmaktı. Odadan çıkarken Fidan ile karşılaştık. Daha yeni geliyordu okuldan. Aynı yere gitmiş, aynı yere dönmüştük. Bu kız neden bu kadar gecikmişti ? Bana ne diyerek adımımı atmamla, önümü kesti. " İşlerini bitir, sonra gelip defterlerimi al. Ödevlerimi sen yapacaksın ! " dedi. Beyin özürlüydü gerçekten. Ben kaçıncı sınıftım, o kaçıncı sınıf ? Ne kadar çok ders, o kadar çok bilgi demekti. Elbet kendi başıma öğrenir, ödevlerini de yapardım. İtiraz etmeden sakince onayladım onu. Dudağının bir kenarı kıvrıldı. Sinsi ifadesi bütün yüzüne yerleşmişti. " Aferin ! Öğreneceksin işte böyle boyun eğmeyi ! " diyerek böbürlendi. Odasına girip kapıyı yüzüme doğru çarptı. Gözlerimi kapatıp açtım. Aynı yerde yaşıyorduk ama, kaderlerimiz ne kadar da farklıydı. O bir ağanın şımarık kızıydı. Bense ailesinin günahlarını sırtında taşımak zorunda kalan bahtı kara bir kız... Mutfağa inip Emine ablaya bakındım. Mutfağın bahçeye açılan kapısından sesler geliyordu. Odun ateşleri yakılmış, koca kazanlar yemekler için hazırlanmıştı. Emine abla kazanı karıştırıyordu. Usulca ona doğru yaklaştım. Boyu kısaydı ve kiloluydu. Ama o kadar güleç bir yüzü vardı ki, sabah kahvaltısını hazırlarken, beni bile gülümsetmişti onu izlemek. " Gel kuzum. Ben çorbayı ayarladım. Sen sadece karıştıracaksın. " dedi. Hemen kepçeyi elinden alıp karıştırmaya başladım. Mercimek çorbası mis gibi kokuyordu. Bakır tencere kocamandı. Bütün köye fazla fazla yeterdi bu çorba. Etrafta bir sürü çalışan vardı. Bunlar evde değil, tarlada çalışan ırgatlardı. Demek ki yardıma gelmişlerdi. Çorbayı karıştırırken, etrafı inceleyen bakışlarım, Halil İbrahim'i buldu. Benim atım ne kadar siyahsa, onun bindiği at da, bir o kadar beyazdı. Atına binmiş, hızla sürmeye başlamıştı. Konuşmalarımız aklıma gelince, bana söylediği cümleleri düşündüm. Biri ona bir şey söylemiş olmalıydı. Peki bu onu masum ya da suçsuz yapar mıydı ? Ona demiştim ki, senin muhatabın benim ! Her ne olursa olsun, önce gel bana sor. Benimle konuş ! Ama o ne yapmıştı ? Tabi ki sorma gereği bile duymadan, duyduğu her söze inanmıştı. Dün gece uyumadan önce bir de onu düşünmüştüm. İyi birine benziyor demiştim onun için. Ama şu an fikirlerim tamamen değişmişti. O da iyi değildi. Zayıfın, masumun yanında durmak yerine, herkesle aynı düşünceyi savunmayı tercih etmiş, çoğunluğa ayak uydurmuştu... Çorba fokurdamaya başladığı an, Emine ablaya bakındım. Onu görünce el sallayıp çorbayı işaret ettim. " Abla kaynıyor bu ! " diye bağırdım. Koşarak yanıma gelmeye başladı. Koşarken göğüsleri sallanıyor, beni de güldürüyordu. Onun da tebessümü yine yüzündeydi. " Ohhh ! Çorba tamam. Pilav tamam. Et kavurmada az sonra hazır olur ! Salatayı da diğer kızlara hazırlatırım ben. Sen git kuzum. Derslerinden geri kalma emi ! " diyerek beni yolladı. Mutfağa girip yukarı çıkan merdivenlerin önüne geldiğimde Hatice teyzeyi, Kevser Hanım ve kızı Dicle'yle konuşurken gördüm. Adımlarım duraksayınca, onlar da beni fark etti. " Gel kızım. Şimdi analığına da dedim. Öyle her gün her gün gelmek olmaz dedim. Bugün görüşün sonra da ayda bir anca görüşürsünüz. Hele daha dünür değiliz ! " diyerek bize yol gösterdi. Ne olduğunu anlayamadan, Dicle koluma girip Hatice teyzenin duyacağı şekilde " Gel Selvi. Seni nasıl özledim bilemezsin ! " dedi. Gözlerim büyürken, numara yaptığını da çok geçmeden anladım. Bugün okula da gelmemişti. Bir şeyler olduğu kesindi. Ev ve bahçe kalabalıktı. Beni oradan çıkarıp dere kenarına kadar sürüklediler. Kevser Hanımın adımları yeri döver gibiydi. Sanki tüm öfkesini, sert basan adımlarıyla topraktan bile çıkarmaya niyetlenmişti. Arkasını döndüğü gibi attığı tokat, kulağımı çınlattı. Hazırlıksız yakalanmıştım. Saçlarımı eline dolayıp, yüzümü yüzüne yaklaştırdı. " Altınlarımı hanginiz çaldınız orospu ! " diyerek, saçımı çekti. Saç diplerim yanıyor, tek tek kopan saç tellerimi hissediyordum. " Ben çalmadım. Bırak beni ! " dediğimde, saçlarımdaki elini çekiştirip beni yere itti. Yerde bulduğu sopayı kavrayıp vurmaya başladı. Canım acıyordu. Kendimi koruyabilmek için, bacaklarımı karnıma çekip yan yattım. Başımı ellerimle koruyordum. Yıllarca dayak yiyince, en çok acıyan yerleri sakınmayı öğreniyordu insan... Dicle'nin çaldığı ıslık kulaklarımda çınlıyor, ıslık sesinden nefret etmemi sağlıyordu. " Orospu çocukları işte ! Ben yemedim yedirdim. Giymedim giydirdim de ne oldu ! Bak ! Sonunda hırsız oldu beni soydu ! Boşuna dememişler ! Kuduz köpek ilk önce sahibini ısırır diye ! Vereceksin o paraları ! Altınlarımı çıkaracaksın ortaya ! İster sen, istersen de o orospu ablan almış olsun ! Getireceksin onları bana ! " Hem vuruyor, hem sinirle söyleniyordu. Beni döverken yorulmuş olmalı ki, doğrulup belini tuttu. O anlık boşluğundan faydalanıp kaçacağım sırada, yanlış yöne koşmaya başlamıştım. O kadar yanıyordu ki canım, önümü göremeyecek kadar kötüydüm. Geri dönüp koşacağım sırada, karşımda beliren Dicle beni var gücüyle itti. Dengemi kaybedip, dereye düştüm. Buz gibi soğuktu derenin suyu. Sopanın değdiği yerler alev almıştı. Diğer kısımlarım ise, soğuk su yüzünden yüzlerce iğneye maruz kalmış gibi sızlıyordu. İkisi de karşıma geçmiş, halime seviniyorlardı. Boğazıma takılan yumru, yutkunmamı zorlaştırıyordu. Zırıl zırıl ağlamak istiyordum artık. Ne yapmıştım ben onlara ! Neyin öfkesi, neyin intikamıydı bu ? Neden bu kadar kötüydüler... " Ne oluyor burada ? " . . . . . . . Devam edecek...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD