" Ben öyle bir adam mıyım Kara ? "

1641 Words
Selvi'nin Anlatımıyla " Ne oluyor burada ? " Halil İbrahim atın üzerinde gelmiş, sert bakışlarını üzerimizde gezdiriyordu. Konuşmaya yeltenmemiştim bile. Dicle hemen ortaya atıldı. " Dün giderken anamın paralarını ve altınlarını çalmış ağam. Anam üstünü aramak isteyince de, kendini dereye attı ! " Sesindeki cilve midemi bulandırdı. Nihayetinde parmağımıza yüzük takılmıştı. O adam sonuç olarak benim nişanlımdı. Halil İbrahim bana bakıyordu. Dereden çıkmamı bekliyordu. Ancak üzerimdeki ince elbise üzerime yapışmış bir haldeydi. Bu halde nasıl çıkacaktım sudan ? Çıkmayacağımı anladığı an, atından indi. " Kaç paraysa sonra gelin. Ben size öderim. Bir daha da gelmeyin. Sadece siz değil ! Hiç biriniz gelmesin. O aileden tek bir kişi bile, ne Selvi'nin, ne de bizim çiftliğin etrafında gezmeyecek ! " İçim bir nebze rahatlarken, Dicle'nin yaşadığı hayal kırıklığı yüzüne yansımıştı. " Ama ağaaam ! " sesi titriyordu. Sanki buz gibi duyun içinde kalan, ben değil de oydu. " Ben Selvi'den ayrı ne yaparım ? Özlerim beni onu. O benim öz kardeşim gibi... " Hahh. Tabii tabii... Duy da inanma. " Düğünden sonra görürsün kardeşini. Diyeceğimi dedim ben. Gidebilirsiniz artık ! " diyerek emreden bakışlarını ikisinin üzerinde tutmaya devam etti. Kevser Hanım alacağı altın ve paraları düşününce, keyfi yerine gelmişti. Dicle bozularak giden tek kişiydi. Onlar gittikten sonra, Halil İbrahim bana döndü. " Çık artık şu sudan. Niyetin hasta olmak mı ? " Hava kararmaya başlasa da, hala aydınlıktı. " Arkanı dönersen çıkacağım. Sen bakarken çıkamam ! " Kollarını göğsünde bağladı. Başı hafifçe omzuna doğru eğildi. " O niyeymiş ? " Kaşlarımı kaldırıp bilmiş yüzümle ona baktım. " Çünkü kuyruk sallayan bir kız olmadığım için, üzerime yapışan elbiseyle sana görünmek istemiyorum ! " Bakışları suyun altını görmek ister gibi dereye inip yüzüme geri çıktı. Yüz ifadesinden şaşırdığı belli oluyordu. Bir tepki vermeden önce, arkasını dönüp beklemeye başladı. Zar zor ayağa kalktığımda, her bir yanım hem donuyor, hem de yanıyordu. Ağzımdan kaçan acı dolu iniltiyi tutamadım. Döneceği esnada " Bakma sakın ! " diyerek onu durdurdum. Ben bu halde eve kadar nasıl gidecektim ? Dereden çıkmış titreyerek etrafa bakıyordum. Davul zurna sesi yankılanmaya başlamış, köydeki düğünün başladığını haber veriyordu. " Eeeee, ne yapacağız şimdi ? " Onun sesiyle bakışlarımı onun sırtına çevirdim. " Üstümdeki elbise üzerime yapışmış halde. Ne yapacağım ben şimdi ? " Soğuktan dişlerim birbirine vururken, sesim de titremişti. Burnundan sert bir nefes verip bakışlarını gök yüzüne çevirdi. " Hava kararmaya başladı. Herkes düğün yerine gitmeye başlamıştır çoktan. Sen beni takip et. Ara yoldan gidelim eve. " Sesi sıkıntılı ve sinirliydi. Atın yularından tutup önümde ilerlemeye başladı. Titreyen bacaklarımla onu takip etmeye başladım. Sopa niyetine bulup vurduğu ince çubuğun değdiği yerler çok sızlıyordu. Kollarım bedenime sarılmış, içimden " bir şey yok Selvi... Geçecek. 2 gün sonra sadece izleri kalacak. Acıları gitmiş olacak... ' diyerek teselli etmeye çalıştım. Ellerim kollarımı okşuyordu. Beni teselli edecek, yaralarımı benden başka saracak hiç kimse yoktu. Ara yol dediği yer, dağların arasından geçiyordu. Yol uzamıştı ve ben çok yorulmuştum. Şikayetlenemiyordum bile. Güç bela onu takip etmeye çalışırken, önümdeki taşı görecek halim yoktu. Taşa takılıp düşünce, ağzımdan kopan çığlık onu bana döndürecekti ki, ' Bakmaaaa ! ' diye bağırdım. Dolmuştum artık kendimi tutacak mecalim de kalmamıştı. Kendimi tutmadan, hüngür hüngür ağlamaya başladım. Canıma yetmişti artık. Sesimi duyan biri öldü de ona ağlıyorum sanırdı. Ölmüştü de... İçimdeki küçük Selvi ölmüştü. Yaşama isteğimi ve sevincimi öldürmüşlerdi. İnsanlık ölmüştü. Bu küçük köyde, tek bir iyi insan dahi kalmamıştı. Vücudumda hissettiğim ellerle, kapalı gözlerim açıldı. Şok olmuş, ağlama sesim de kesilmişti. " Bakmıyorum merak etme. Sen Yıldız'ın yularını tut da gidelim artık. Hasta olacaksın zaten. " Bana bakmıyor, karşıya bakıyordu. Sesi itiraz istemeyen bir tondaydı. İlerlemeye başladığımızda onun sıcaklığı ne kadar çok üşüdüğümü hissetmemi sağladı. Elleri kayıyor olmalıydı ki, beni yükseltip tutuşunu sıklaştırdı. Sırtımdaki tam acıyan yeri sıkmıştı. Acılı iniltim yüzüme bakmasına sebep oldu. Alel acele beni indirip yere bıraktı. " Sırtını aç ! " Dişleri sıkılmış, öfkeli hali geri dönmüştü. Korkuyla geri gittim bir adım. " Olmaz... " Başım da iki yana sallanıyor, sözlü ifademi destekliyordu. " Aç dedim Selvi. Sana kötü gözle bakacak değilim. Arkamı dönüyorum şimdi. Sırtını açmazsan ben soyarım seni ! " O arkasını dönmüştü ama ben olduğum yerde durmaya devam ediyordum. Ne yapmalıydım ? Yaralarımı göstermek istemiyordum... " Bir dakikan kaldı. Seni soymamı istiyorsan, öylece durmaya devam et sen ! " Mecburdum. O soymaya kalkarsa, daha kötü olacaktı. Elbisemin önündeki düğmeleri çözüp, kollarımı çıkardım. Elbiseyi belime topladığım an da, ona arkamı dönüp " tamam " dedim. Kısık sesimi duymuş bana dönmüştü. Arkam dönük olduğu için yüz ifadesini göremiyordum. Ancak öfkeyle alıp verdiği nefes seslerini duyuyordum. Yakınıma gelmiş, nefesinin sıcaklığını sırtımda hissetmemi sağlamıştı. Baştan aşağıya ürperdim. Belimin kenarındaki yarada elini hissettim. Biraz bastırmasıyla acı dolu iniltim, sessiz ortamda yayıldı. " O kadınla, kızı mı yaptı bunları ? " Sessiz kalışım onu onaylamıştı. Elini çekti. " Giyin. " Dedi. Titremelerim artmışken, zar zor giyindim. Önüme geçip arkası bana dönükken diz çöktü. " Sırtıma bin " dedi. Onu görmezden gelip, yürümeye başladım. " Ben kimsenin sırtına yük olmam ! " dedim. Beni kırmıştı. Ne duyduysa gelip bana doğrusunu sormalıydı. Ama o, onlara inanıp beni yargılamayı seçmişti. Bir an da beni kucağına almasıyla, ona baktım. " Karım olacak kadın, sırtıma yük olmazdı. Belki de kucağım daha çok cezbetti seni. " Debelenip beni indirmesini istedim. Tutuşu biraz sıkılaştı. " Rahat dur ! Düşeceksin şimdi " diye kızdı bana. Kollarımı göğsümde bağlayıp, başımı çevirdim. Ne yaparsa yapsındı. Küsmüştüm işte ona ! Çiftlik evinin arka tarafı görüş açımıza girince rahatladım. Atı da bizi takip ediyordu. Duraksayıp etrafı kolaçan etti. Kimse görünmüyordu etrafta. Beni mutfak kapısının önünde bıraktı. " Gir hemen sıcak suyla banyo yap. Yoksa hasta olacaksın ! " deyip arkasını döndü ve atıyla birlikte ahırın yolunu tuttu. Titreyerek merdivenleri çıktım. Birinci kata çıkıp odama girdim sessizce. Yeni kıyafetlerimi ellerim titreyerek aldım ve banyoya geçtim. Suyu en sıcak tarafa alarak yıkanmaya başladım. Sıcak su, buz tutmuş bedenimi ısıtmış, ancak yara olan kısımları yakmaya başlamıştı. Yıkanıp çıktım. Saçlarımdan su damlarken, Fidan elinde defterleriyle benim odamdan çıkıyordu. " Bu saat oldu hala ödevlerim yapılmadı ! Bir saate bitirip, çantama bırakmış ol ! " diyerek defterleri göğsüme vurur gibi çarpıp bıraktı. Düşmesinler diye elimi üzerine bastırıp onları tuttum. Bütün bedenim acı içindeyken, bunları yapmak nefsime ağır geliyordu. Şikayet edebilecek kadar, değerli değildim. Omuzlarımı dikleştirdim. Pes etmek yoktu. Avukat olacaktım. Her şeyimi elimden alsalar da, bir meslek sahibi olacak; kendimi de, benimle aynı kaderi paylaşanları da kurtaracaktım bu zalimlerin elinden. Odama geçip ışığı yaktım. İçim hala titrediği için battaniyeyi üzerime aldım. Yere koyduğum defterlerin üzerine eğildim. Önce matematik vardı. Dakikalar geçtikçe göz kapaklarım ağırlaşıyordu. En sona İngilizce ödevi kalmıştı. Mızmızlanmak, naz yapmak istiyordum. Her yerim ağrıyorken, biri başımı okşasın, ' geçecek yavrum ' desin istiyordum. Gözümden damlayan yaş ateş gibiydi sanki. Gözlerim yanıyordu çünkü. Kapanan gözlerimi kapattığımda, birazcık dinlenmek istedim. Acı içinde inlerken alnımda bir el hissettim. " Yanıyorsun sen yavrumm. " sözlerini kimin söylediğini bile algılayamayacak kadar kötüydüm. . Yazarın Anlatımıyla . Hatice Hanım düğün yerinden erken kalkıp eve gelmişti. Selvi neticede o soysuzun kızıydı. Ablası gibi kaçmış olabileceğinden şüphelendi. Yüzü temiz görünse de, huyunu suyunu bilmiyordu sonuçta. Onu en son Kevser Hanım ile birlikte göndermişti. Ama aradan saatler geçmişti ve kız ortalıklarda yoktu. Aceleyle önce ahıra baktı. Atı Kara'nın yerinde durduğunu görünce, rahat bir nefes aldı. Çiftlik evine yöneleceği sırada, oğlu Halil İbrahim'i fark etti. Bakışlarını takip ettiğinde, Selvi'nin odasına ait olan cama baktığını gördü. Işığı yanan camdan bakışlarını çeken Hatice Hanım, oğlunun yanına oturdu. Sessizce oturmuş, oğluna bakmıştı. Halil İbrahim dertli bir nefes bırakıp konuşmaya başladı. " Köyden dönerken, dere kenarında Selvi'yi gördüm ana. Başında o anasıyla kızı da vardı. Buz gibi derenin içine atmışlardı kızı. Bir de kendi girdi diye iftira atmaya kalktı o küçük kız. " Hatice Hanım açılan ağzını, eliyle kapattı. Kötü söz söylememek için kendine zar zor hakim oldu. Bu kadar kötü müydü bu kadın ve kızı ? " Parasını ve altınlarını çalmış güya Selvi. Kızın sırtında yara izi olmayan tek bir yer yoktu ana ! " Bakışlarını annesine dikmiş, söylediği cümlelerin sarsıcı etkilerinin, annesini de etkileyip etkilemediğini görmek istedi. Sinir dolu bakışlarında gizlenen üzüntü emarelerini fark etti Hatice Hanım. Kendi içide yanmıştı ama, oğlunun hallerini bilirdi. Sevdalanmıştı bu kıza. Ondandı bu kadar öfkelenip üzülmesi... " Yarın bir doktora götürelim kızı. " diyerek oturduğu yerden zar zor kalktı. Ahırın yolunu tutmuş, kederle gidiyordu. Fırat'ın sözleri zihninde patlayıp duruyordu. Bir de bugün gördüğü görüntüler, Selvi'nin sırtında gördüğü yaralar... Allak pullak olmuş, ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Bir de kalbi vardı tabi. Sürekli ' Selvi, Selvi ' diye bağıran ! O güzelliğe, o kokusuna, o bakışlarına nasıl vurulmazdı ki... Halil İbrahim kendini güçlü sanırdı bir de. Kendinden küçük bir kıza yenik düşmüştü. " Kara... Ne yapacağız biz seninle iki Kara. Bir de sahibin var. O da Kara Kız... Aile olsak olmaz mıydı ? " Atın alnını okşuyor, derdini bir ona anlatıyordu. Kendi atı Yıldız huysuzlanmış, Kara'yı kıskanmıştı. " Olmaz dedi. Evlenmem dedi. 3 sene nasıl bekleyeceğim ben. Biri koynuma girmek için kuyruk sallıyor der. Sahibin de sen neye inanıyorsan, ona inan der... Karım olsaydı bile, o istemeden ben ona dokunmazdım ki... Ben öyle biri miyim Kara ? " Hatice Hanım giden oğlunun ardından bakmış, ardından da bakışlarını, ışığı yanan odaya çevirmişti. Selvi'yi merak edince, kalkıp yanına gitmeye karar verdi. Belki bir ihtiyacı olur da söyleyemez, çekinir diye düşündü. Selvi iyi oldukça, Hatice Hanım ona anne de olurdu. Odanın kapısını açtığında, kızı yerde iki büklüm olmuş, yan devrilmiş halde buldu. Yanakları kızarmış, sayıklamaları da duyulmayacak kadar kısıktı. Elini alnına götürdü hemen. Kız alev alev yanıyordu. " Yanıyorsun sen yavrum " diyerek korkmuştu. Hemen camı açıp bahçeye baktı. Halil İbrahim ahırdan çıkarken onu gördü. " Halil'im koşup yetişesin ! " diye bağırdı. Halil İbrahim'in yüreğine bir ateş düştü. Selvi'nin camından bağıran annesinin haliydi bu ateşi düşüren. Hızla koşup, merdivenleri ikişer üçer çıkıp odaya geldi. Kapıyı açıp baktığında, yerde yatan Selvi'yi ve başında duran annesini gördü. " Boncuk Göz... " Fısıltıyla çıkan sesi, içindeki karmaşadan dolayı, kendi kulağına bile gelmemişti... . . . . . . Devam edecek...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD