Elif, kampüsün geceleri neden bu kadar sessiz olduğunu hiç fark etmemişti. Bilgisayar laboratuvarında yalnızken, floresan lambaların cızırtısı bile ona bir tür fısıltı gibi geliyordu.
Bileğindeki iz yine yanıyordu.
Saat 02.17.
Bilgisayar ekranı kendi kendine açıldı. Klavye dokunulmamıştı. Ekranda siyah zemin üzerinde tek bir cümle belirdi:
“Zaman beni tamamen yutmadı.”
Elif sandalyesinden kalkamadı. Nefesi sıklaştı.
“Kemal…” diye fısıldadı.
Ekran karardı. Ardından bir yüz belirdi. Tanıdığı yüzdü ama gözleri eskisi gibi değildi. Yıldızlar sönmüş, yerlerini derin bir geceye bırakmıştı.
“Geri döndüm,” dedi Kemal.
“Ama yanlış bir yerden.”BÖLÜM II – ZAMAN YARALARI
Ertesi gün kampüste tuhaflıklar başladı.
Bir profesör aynı cümleyi üç kez anlattı.
Bir öğrenci, hiç yaşamadığı bir anıyı hatırladığını söyledi.
Saat kulesi beş dakika geri gitti.
Elif biliyordu. Bunlar Kemal’in varlığının yankılarıydı.
Gece rüyasında kendini Osmanlı döneminde değil, zamanın boşluğunda buldu. Ne gökyüzü vardı ne toprak. Sadece kırık saat parçaları ve havada asılı duran anılar.
Kemal karşısında belirdi. Üzerinde eski cüppesi vardı ama çatlamıştı, sanki zaman onu parça parça etmişti.
“Ben burada sıkıştım,” dedi.
“Elif… beni ya tamamen kurtaracaksın ya da yok edeceksin.”
Elif ağladı.
“Beni seçmeye zorlayamazsın.”
Kemal başını eğdi.
“Zaman zorlar.”BÖLÜM III – EMİR ALP’İN DEFTERİ
Elif, üniversitenin arşiv bölümünde Osmanlıca el yazmaları incelerken gizli bir çekmece fark etti. Üzerinde tek bir mühür vardı: Hilal ve kırık saat.
Defterin ilk sayfasında şu yazıyordu:
“Bu satırları okuyan kişi Elif ise, zaman hâlâ bozulmuştur.”
Elif’in elleri titredi.
Defter Emir Alp’e aitti.
Sayfalar ilerledikçe gerçeği öğrendi: Emir Alp ölmeden önce zaman tarikatını dağıtmamıştı. Aksine, mirasını geleceğe taşımıştı. Torunları, zamanı kontrol etmeye devam ediyordu.
Son sayfada tek bir uyarı vardı:
“Kemal geri dönerse, artık aşk değildir. Felakettir.”