Üç dünya birbirinden habersizdi.
Ama yankılar vardı.
Altın dünyada Kemal bazen rüyasında ağlıyordu, nedenini bilmiyordu.
Gece dünyasında Kemal gökyüzüne bakıp bir ismi fısıldıyordu.
Kırmızı dünyada Elif kalbinin boşluğuna dokunuyordu.
Zaman çatlamaya başladı.
Çünkü aşk tek bir yazgıya sığmazdı.Elif’in özü – üç dünyadaki Elif’in özü – birleşti.
Bir seçim daha doğdu.
Bu kez sadece Elif değil…
Kemal de seçebilecekti.
Kemal üç dünyada aynı anda gözlerini açtı.
Ve hepsinde aynı cümleyi söyledi:
“Ben zamanı değil… Elif’i seçiyorum.”Üç dünya birleşti.
Zaman geri çekildi.
Kemal insan olarak kaldı.
Elif insan olarak kaldı.
Ama ikisi de hatırladı.
Mert kayboldu. Ne iyi, ne kötü…
Sadece bir ihtimal olarak.
Kampüste bir gün Elif bilgisayar laboratuvarından geçerken durdu.
Oyun hâlâ oradaydı.
“Başla” tuşu söndü.
Çünkü bazı oyunlar bir kez oynanır.
Bazı aşklar ise…
zamanı bile yener.Kemal insan olarak uyandığında ilk fark ettiği şey, kalbinin ağrımasıydı.
Bu fiziksel bir acı değildi.
Daha çok… eksik bir kelime gibiydi. Söylenmesi gereken ama bir türlü bulunamayan.
Elif mutfaktaydı. Kahve yapıyordu. Gülümsemesi gerçekti ama gözlerinde bir gölge vardı. İkisi de hatırlıyordu artık. Her şeyi.
Osmanlı çadırlarını.
Zaman boşluğunu.
Üç farklı yazgıyı.
“İnsan olmak zor,” dedi Kemal sessizce.
Elif arkasını dönmeden cevap verdi:
“Zaman olmak daha zordu.”
Kemal artık büyü yapamıyordu. Zamanı hissedemiyordu. Ama geceleri uykusunda saat sesleri duyuyordu. Tık… tık… tık…
Zaman onu tam bırakmamıştı.Elif gücünü kaybettiğini sanıyordu.
Ta ki bir gün kampüste biri düşüp başını çarptığında, Elif refleksle “Dur” diyene kadar.
An durdu.
Sadece bir saniye.
Ama yeterliydi.
Kimse fark etmedi.
Elif fark etti.
Bileğindeki iz geri dönmüştü. Soluk ama canlı.
“Zaman beni tamamen salmadı,” dedi kendi kendine.
“Çünkü ben de onu.”
Elif artık bir kapı değildi.
Ama anahtar hâlâ oydu.