5-Kara Şahin Düştü

3635 Words
Binbaşıyla konuşmak için odasına geldiğimde görev için kalkışa hazır olan Eva ve Uğur'u gördüm. Binbaşı ise dosyalarla boğuşuyordu. Helikopter havalandı ve git git gözden kayboldu. Herkesin yapmak istediği bir şeydi ama Eva'nın rutin işiydi bu. Her zaman yaptığı hatta insanları kurtardığı bir görevdi. Binbaşının işinin bitmesini beklerken bayağı bir zaman geçmişti. Sessizce oturduğum koltuktan tam karşımda duran portreyi inceliyordum. Tamı tamına yarım saattir. Artık sıkılmaya başlamıştım. Ellerimi ve kollarımı eş zamanlı kıpırdatmaya başladığımda kafasını gömdüğü dosyalardan kaldırıp bana baktı. "Sizi dinliyorum Altan Yüzbaşı." Diyerek elindeki kalemle oynamaya başladı. "Kimse bilmeyecek Binbaşı. Resmi olarak beni kurtardığınızı, belgelerde adım sanım geçmeyecek. Eğer geçerse ne olacağını gayet iyi biliyorsunuz." Bunu gayet iyi biliyordu ama hatırlatmaktan zarar gelmezdi. Eğer resmi bir kayıt tutulursa deşifre olmam an meselesi olurdu. Beni sadece başarım için istiyor olabilirlerdi fakat ben bu yola baş koymuştum ve ölene kadar bu böyle devam edecekti. Öldüğümde ise mezar taşım siyah kaplı olacaktı. Her zaman böyle olmuştu. Bize tören bile yapılmazdı. Ağlayarak geldiğimiz bu dünyadan sessizce göçüp giderdik. "Resmi olarak sizin kurtarıldığınız belgelere işlenmedi merak etmeyin." "Merak etmiyorum. Dediğim gibi olmasını istiyorum." Serttim, kesindim ve kararlıydım. "Anlaşıldı Altan Yüzbaşı." Binbaşı ona böyle hitap etmemden pek de hoşnut olmadığını anlamıştım. Silahlı kuvvetlerde gösteriliyordum ama işin aslı bambaşkaydı. Belli bir başarı göstermem karşılığında bu mesleği yapıyor gibi gösteriliyordum. Anlaşmamız bu yöndeydi her ne kadar okulunu okumuş olsam da oradan atılmış gibi gösterilmiştim. Bu işler hep böyle yürürdü. Tamda odadan çıkmak için ayaklandığımda binbaşının telefonu çaldı, açmasıyla kapatması ve yerinden fırlaması bir oldu. Odadan bir anda fırladı, bende hemen peşinden onu takip etmeye başladım. Tam anlayamasam da uçakların yönetildiği yere geldiğimizi anladım. Binbaşı beni pek de önemsemiyordu. Beni buradan da gönderemezdi. Gölge gibi dolaşabilirdim ve varlığımdan kimsenin ruhu dahi duymazdı. Ama bu sefer gölge olmadım, herkesin görmesini bekledim. Odayı daha dikkatli incelediğimde kulaklığı takmış kızın ellerinin titrediğini gördüm. Ne oluyordu burada? "Emergency*( acil durum). Bravo noktasında kanat yaralanması. Acil iniş planlıyoruz. Uçaktan yakıt sızıntısı var. Emergency emergency emergency." Bu ses... Bu Eva'nın sesiydi. Cebime koyduğum kolyeyi tekrar çıkarıp elime aldım. Bu uçma olayların pek anlamazdım ama başaracaklarına inanıyordum. İkisi bu görevi başaracaktı. Kız kulaklığını düzeltip sakin olmaya çalıştı. Yüzünü göremesem de ne yaşadığını biliyordum. Sakin olmak için derince bir nefes aldığını fark ettim ve konuşmaya başladı. "Teknik yardım talep ediyor musunuz?" Binbaşı ise bir oyana bir bu yana gidip duruyordu. Bir bilgim olmadığından yardımcı olamadım. Telsizden tekrar Eva'nın sesi yükseldi. "Evet. Acil yardım ekipleri hazırlıkta olsun." Kız tekrar konuşmaya başladı. "Pisti tutturamayacak mısınız kartal iki? Tutturamayacaksanız atlayın." Bence atlamayacaklardı. Eva'yı çok iyi tanımasam da gözlerindeki ışığı görmüştüm. O kolay kolay pes etmezdi. Beni doğrulayacak şekilde telsizden sesi yükseldi. "Bu helikopter inecek kule. Uçağımda iki dağcı üç teknik personel ve iki pilotuz sağlık ekipleri hazırlıklı olsun." İşte insanları çok iyi analiz ettiğimi biliyordum. Bu mesleği yapabilmek için alınan özel eğitimlerden bir tanesiydi. Eva beni şaşırtmamıştı. Her zaman ki gibi haklı çıkmıştım. "Anlaşıldı kartal iki sizi radardan görebiliyorum. Piste kadar dayanabilir misiniz?" kız radardan sizi görebiliyorum dediğinde radar olarak tahmin ettiğim şeye bakmaya başladım. Yakınlara bir yerde bir nokta vardı. O helikopter bu olmalıydı. "Er ya da geç ineceğiz kule." Dedi Eva telsizden. Binbaşı eline aldığı telsizle ona seslenmeye başladı. "Kartal iki ben Binbaşı Vedat. Sizi görebiliyoruz inin artık." Neden iniş yapamadıklarını bende merak ediyordum ve heyecanla bekliyordum. Sağa salim yere inmelerini, başından o kaskı havalı havalı çıkarışını görmek istiyordum. Gökyüzündeki ölümden kurtulmasını istiyordum. Daha Azrail'in ekmeğinden tatmak için çok gençti. Çıkacağı çok görev vardı. Yani en azından ben öyle tahmin ediyordum. "Binbaşım ne olur ne olmaz bize hakkınızı helal edin." Dedi. Bu Uğur'du. Bu kadar karamsar olmasaydı keşke. Neden kurtulabilecekleri ihtimalini yok sayıyordu ki? Binbaşı tekrar konuşmaya başladı. "Eva ve Uğur sizi karşımda sapa sağlam istiyorum anlaşıldı mı?" "Anlaşıldı komutanım." "Kartal iki ne kadarlık yakıtın kaldı?" diye kız sordu. "Bitmek üzere." "Uçağı tekrar gerekli bir irtifaya getirip mürettebatın helikopterden atlamasını planlıyoruz. İniş takımları hasarlı iniş yapabileceğimizi sanmıyorum. Onlar atladıktan sonra iniş yapmayı deneyeceğiz." Fazlasıyla inatçıydı. İnatçı insanları severdim. Pes etmezlerdi. Her şeyleri uğruna savaşırlardı. Elimdeki kolyeyi daha sıkı tuttum. Bu kolye Eva'yı anlatıyordu. Kartaldı o. Göklerde süzülen kartal. O anda kızın kulağından kulaklığı çıkardım ve hızlıca ben taktım. Eva'ya ben seslenecektim. "Eva sana güveniyorum." Benim sesimi duymayı beklemediği aşikârdı. Kısa bir süre ses gelmedi ve bu aralıkta kız kulaklığı çekip aldı, bana ters ters bakmaya başladı. "Motor durabilir kartal iki atlayın." Kız ısrarla atlamalarını söylüyordu ama Eva ve Uğur oraları olmuyordu. Bende onlar gibi yapardım. Sonuna kadar savaşıp o helikopteri indirirdim. "Kule 5000 bin feetteyiz ve kurtarılan iki dağcıyla beraber uçağın geri kalan mürettebatı atladı. Şimdi inmeye çalışacağız." Kafamı kaldırdığımda belli bir yükseklikte alev alev yanan helikopteri gördüm. Eva ve Uğur çok hızlı davranıyorlardı. Puslu da olsa onları görebiliyordum. Hemen kuleden ayrıldım ve uzun olan yolu kendimden beklemediğim bir performansla koşarak gidiyordum. Ben şu anda koşuyordum. Uçak karşımda alev alırken ben hayatımda yaptığım en hızlı koşuyu sergiliyordum. Şu an yaralanmış bacağımla nasıl yaptığımı bilmiyordum ama yapıyordum. O anda megafondan yüksek bir ses duyuldu. "Kara Şahin düştü. Kara Şahin düştü." Teknik ekip iniş yapmaya çalışan helikopterin yaklaşık beş metre uzağında bekliyordu. Hızla onları aştım helikoptere daha fazla yaklaştım. İşte o anda görmeyi beklemediğim görüntü gözlerimin önünde belirdi. Helikopter hızla yere çakıldı ce daha fazla yanmaya başladı. Uçak birazdan patlayabilirdi, bunu düşününce hemen helikopterin yanına koştum tişörtümün yakasını ağzıma ve burnuma geçirdim. Onlar beni kurtardıysa bende onları kurtaracaktım. Elimden ne geliyorsa yapacaktım ama kurtulacaklardı. Onlara can borcum vardı. Onlara bu borcum olmasa da yapacağıma inanıyordum. O kolyeyi tekrar Eva'nın boynuna takacaktım. Yardımcı pilot tarafına daha yakın olduğumdan dolayı kapıyı açmaya çalıştım ama sıkışmıştı ne kadar açmaya çalışsam da açılmadı. Uğur'u görebiliyordum. Yarı baygın gibiydi. Belki de içerden açılacaktı bilmiyordum. Kapıyı tık tıkladım. Eğer Uğur oradan açabilirse hemen onu oradan çıkarabilirdim. Teknik ekip neden gelmiyordu hiçbir fikrim yoktu ama önemsediğim söylenemezdi. Onları gerekirse buradan ben çıkaracaktım. "Uğur, Uğur. Ben Altan hadi bana yardım et ve aç kapıyı." Uğur sesimi duyunca gözlerini güçlükle açtı ve kafasını kapıya dayadı. Kapıyı açması gerekiyordu. Gözlerini yummaması için daha çok bağırdım ve onun için en önemli anahtarı kullandım. Arkadaşı için açmak zorundaydı. Zaman azalıyordu. Uğur'da çok zaman kaybetmiştim. "Uğur. Gözlerini aç. Seni kurtarınca Eva'nın yanına gideceğim hadi." Kapıyı tam tahmin ettiğim gibi içerden kilitlemeli yapmışlardı. 'klik' sesi gelince kapıyı hızla açtım ve Uğur'u omzuma aldım. O alandan hızla uzaklaştırdım. Yere yatırdım. Yere yatırmamla sağlık ekiplerinin başına gelmesi bir olmuştu. Kolumu güçsüzce tuttu ve baygın gözlerle bakmaya başladı. "Eva'yı kurtar Altan. Kurtar onu." Dedi. Hemen geri döndüm ve Eva'nın tarafına geldim. Teknik ekip sağlık ekiplerden biraz daha gerideydi ve aptal gibi olayı izliyorlardı. Uçağın patlayacağını biliyor olmalıydılar. Onlara kendimi gösterip gelmeleri için el işareti yaptım. Ardından Eva'nın yanına döndüm. Kapısı kırılmıştı. Bu işimi kolaylaştıracaktı. Eva'yı görebiliyordum. Onu kucağıma almaya çalışınca gelmedi. Sanki sıkışmış gibiydi. Helikopterin içine girdim ve onu ne sıkıştırdığını buldum. Helikopterlerden ve uçan şeylerden anlamazdım. Ne olduğunu bilmiyordum ama ağır bir şey olduğu kesindi. Rahatlaması için kaskını çıkardım. Açıklık bulduğum yerden içeri girdim ve ağır olan şeyi kavradım kaldırmaya çalıştıkça daha da ağırlaşıyordu. Eva'ya bakarak bağırdım. Bir şeyler mırıldanıyordu. Zamanımız kalmamıştı. "Evaaa. Bana yardım et. Hadi güzelim. Hadi sensiz yapamam hadiii." Diye bağırdım. O an gelen kuvvetle ağır cismi oynattım ve Eva'nın bacağını çıkarabilecek kadar olanak sağladım. Beni duymuş gibi bacağını kendine çekti. Mırıldanmaya devam ediyordu. Hemen kucağıma aldım ve sağlık ekiplerine doğru koşmaya başladım. Zaman kalmamıştı. Alev topuna dönen helikopter bir anda patladı, hemen yere yatıp Eva'nın üstüne kapandım. Helikopterden uzaklaştığımız için patlama sesi kulağı sağır etmemişti. Ne mırıldanıyor olduğunu duymak için ona yaklaştım. 'iniş yaptık' diye mırıldanıyordu. Kulağına yaklaştım ve saçlarını çektim. "Evet. Hırçın pilot iniş yaptınız." Gülümsedim ve onu yerden kaldırdım. Ağır ağır sağlık ekiplerine doğru giderken kolları yere uzanmıştı. Benzetme yapmak gerekirse ölü gibiydi. Sarı saçları dağılmıştı. Hala daha mırıldanmaya devam ediyordu. Dudakları hafiften morarmıştı. Oksijen alamadığına bağlıyordum. Cildi bembeyazdı. Sedyeye yatırdığımda sinir katsayım arttı, arttı ve daha da arttı. Gözünün önünden saçlarını çektim ve hala beklemekte olan teknik ekibin yanına gittim. Hayatımın her anında sinirliydim. Gülümsediğim anlar nadir olurdu. Ama sinirlenirsem ortalıkta eser gürlerdim. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz aptallar?" "Helikopter alev alev yanarken ve içinde iki pilot varken siz neredeydiniz? Peki, ben yetişemeseydim ne olacaktı? Helikopter patladığında iki pilot da içinde olsaydı. Bunu bana nasıl izah edecektiniz he?" Hiçbir şey diyemiyorlardı. Neden yardım etmediklerini aklım almıyordu. Ben orada onları kurtarmaya çalışırken aval aval bakmaları nedendi? Dişlerimi sıkıp baştakine yumruğu geçirdim ve yere kapaklandı. Adamı göstererek konuşmaya devam ettim. "Aslında bunu hepinize yapmalıydım. Dua edin o pilotlara bir şey olmasın. Birisine bir şey olursa hepinizi yakarım. Yılan yuvasına da saklansanız sizi bulurum ve ensenizden çeke çeke sizi ölüme sürüklerim." Diye bağırarak ambulansa koştum ve bindim. Çok fazla duman solumuş olmalıydı bu yüzden oksijen maskesi taktılar. Ambulansın sesini boş verip Eva'ya bakmaya başladım. Onun yaptığını bende yapmıştım. Belki beni kurtarırken ölmemiştim ama o ölüme fazlasıyla yaklaşmıştı. Dişlerimi sıkmaya başlamıştım. O kadar sinirliydim ki dişlerim gıcırdamaya başlamıştı. Ben olmasaydım en iyi iki pilotlarını ölüme mi sürükleyeceklerdi? Yapacakları bu muydu? Hastaneye geldiğimizde hızla ambulanstan indirildi. Acile getirildiğinde perdeyi çektiler ve ben dışarda kaldım. Bir o tarafa bir bu tarafa giderken on dakikayı böyle geçirdiğimi fark ettim. Perde açılınca Eva'yı gördüm. O tuhaf hastane elbiselerinden giydirmişlerdi. Yattığı yatağı sürükleyerek bir yere götürüyorlardı. Bende hemen peşlerine takıldım. Getirdikleri yere bakınca koskocaman 'yoğun bakım' yazısını gördüm. Neden getirdiklerini pek anlamasam da takip etmeye devam ettim. İçeri gireceğim sırada hemşire beni durdurdu. Yasak bölge burasıydı anlaşılan. Doktor içeriden çıktığında hemen yanına gittim ve ben sormadan cevaplamaya başladı. "Getirilen bayan pilotun akrabası mısınız?" "Evet. Yani hayır. Onun durumunu söyleri misiniz?" "Oksijen maskesi takıldı. Bacağında ise ciddi bir ezilme mevcut. Şu anda uyanmasını beklediğimizden dolayı yoğun bakımda bekletiyoruz. Uyandığında ise normal odaya alacağız. Geçmiş olsun." "Teşekkürler." Camdan ona bakmaya başladığımda vücudunun ne kadar beyaz olduğunu fark ettim. Yoğun bakımlar tuhaf tuhaf makinelerin öttüğü buz gibi olan hastanelerin en sevmediğim ikinci yerleriydi. Birincisi ise ameliyathaneler oluyordu. Neyse ki Eva'nın ciddi bir durumu yoktu. Uyanmasını da beklerdik. Benim için problem değildi. İki elimi de cama yasladığımda omzuma dokunulan elle irkildim. Kim olduğuna baktığımda suratına kapattığı oksijen maskesiyle Uğur olduğunu fark ettim. Suratından maskeyi çekti ve konuşmaya başladı. "Durumu nasıl?" "Bacağında ezilme varmış. Senden daha fazla duman soluduğu için yoğun bakıma aldılar. Uyandığında normal odaya alacaklar. Sende git dinlen. Ben başında bekliyorum merak etme." "Altan sana bugün biraz kötü davrandım farkındayım. Uçuşa çıkmadan önce Eva söyledi haklıydı. Eva'yı kurtardığın için çok teşekkür ederim. Eğer ona bir şey olsaydı..." "Sonuç olarak bir şey olmadı Yüzbaşı Uğur ve artık git dinlen. Tabi istersen binbaşıyı da arayabilirim." "Sağ ol." Diyerek tekrardan omzuma dokundu ve ağır ağır yoğun bakımın önünden uzaklaştı. Tekrar yatakta yatan hırçın pilota baktığımda cebime hangi ara koyduğumu unuttuğum kolyeyi çıkardım. Aklıma gelen şeyle gülümsedim. Etrafa baktığımda doktor veya hemşire olmadığını gördüm. Ağır ağır yürüyerek Yoğun bakımın kapısına geldim. Düğmeye basıp kapıları açtığımda son defa etrafa baktım ve hızlıca içeri girdim. Yanına gittiğimde yine gözünün önüne gelmiş olan saçlarını çektim. Sağ elindeki işaret parmağına taktıkları tuhaf alete baktım. Eline dokunduğumda vücudunun buz gibi olduğunu fark ettim. Bu odayı biraz daha sıcak yapamıyorlar mıydı? Sözde insanları kurtarmaya çalışıyorlardı ama onları dondurarak öldürecek olmaları bir başka konuydu. Düzenli nefes aldığını fark ettim. Hemşireler kontrole geldiğinde iyi bir fırça yiyeceğim kesindi ama nedense yanına gelmek istemiştim. Ben hayatım boyunca beni kurtarana borçlanırdım. Onlara sırtımı çeviremezdim. Şimdi de öyleydi. Ona sırtımı dönüp gidemezdim. "Ne şans ama. Görevler tamda bitti derken kolay görünen bir işe sürüklendiniz. Ama az kaldı uyanacaksın. Ben sürekli baskın yiyen karakollardan kurtuldum, aracıma ateş açıldı, sonra kaçırıldım. Öyle işte insan için takdirden ötesi yok. Şehit olan arkadaşlarımı düşünüyorum sürekli. Yaralananları, birlikte savaştıklarımı. Her gece yatmadan aklıma onlar geliyor. Zor zamanlardı. Büyük bir yüke omuz veren kahramanlardı. İsimsiz kahramanlar. Onları da kurtarmışsındır Eva, buna inanıyorum." Diyerek gülümsedim. Hemşirenin içeri girmesiyle kısa bir süre bakıştık. Şurada iki dakika konuşuyorduk değil mi? Daha sonra gelsen ne olurdu ki? Asıl olay şimdi başlıyordu. "Güvenliği çağırmadan hemen dışarı çıkın." Dışarıyı işaret etti. Ellerimi kaldırarak konuşmaya başladım. "Ona bir şey yapmadım. Onu tanıyorum." Sinirlenen hemşire gözlerinden ateş çıkartacak gibi bakıyordu. Hadi ama sanki izin istesem verecektiniz. Yoğun bakımdan çıktım. Başladığım yere geri dönmüştüm. Hemşirenin ardından içeri doktor girdi ve göz kapaklarını kaldırıp baktı. Bir koltuğa oturdum ve kafamı duvara yaslayarak gözlerimi kapattım. Elimde Eva'nın kolyesiyle berber. Gözlerimi güçlükle açtığımda uyumuş olduğumun farkına vardım. Hızla ayağa kalktığımda Eva'nın yatağının boş olduğunu gördüm. Hayır, hayır, hayır olamazdı değil mi? Hızlı bir şekilde danışmaya gittim ve Eva'ya ne olduğunu sordum. "Bir pilot yoğun bakımdaydı. Adı Eva, Eva Şehitoğlu. Nerede?" "Sakin olun normal odaya aldık. Bir üst katta 28 numaralı oda." O anda üstümden büyük bir yük kalktı denilebilir. Aklıma o kadar fazla kötü senaryo getirmiştim ki saçmalamanın doruklarına ulaşmıştım. Merdivenleri kullanarak bir üst kata çıktım. Verilen odayı bulunca kapıyı çalıp içeri girdim. Eva'ya baktığımda uyuyor olduğunu anladım. Kendimi karşısındaki koltuğa attım. Kolyesini tekrar cebime koydum. Ona baktığımda huysuzca gözlerini kısmış olduğunu gördüm. Uykusunda bile rahat edemiyordu. Düzenli nefes alışverişlerini göğsünün inip kalktığından anlayabiliyordum. Nefes alması iyiydi. O cehennemden nasıl çıkartacağım diye düşünürken çok fazla duman solumuştu. Bu zamana gelene kadar fazlasıyla kayıp vermiştim. Her açıdandı bu. Hem ben ölümden döndüm. Birçok arkadaşım ellerimde öldü ama ben hiçbir şey yapamadım. Kafamı duvara vurunca tok bir ses çıktı. Eva'nın mırıldanmasını duyunca ona baktım. Uyanıyordu. Gözlerini kırpıştırarak açtı ve nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra birden kalkmaya çalıştı, hemen yerimden kalkıp omuzların tutup durdurdum. Beni görünce şaşırdı. En son gözlerini kapattığında helikopterdeydi ve şimdi ise gözünü açtığında hastanede olduğunu görüyordu. Helikopter düştü nasıl söylenir bilmiyorum ama söylemesem de bu onu biliyordu. "Eva sakin ol hastanedesin. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama..." sözlerimi yarıda keserek gözlerini şaşkınca açtı ve konuşmaya başladı. "Uğur'a bir şey mi oldu? Altan sakın ona bir şey..." "Hayır, ona hiçbir şey olmadı. Sadece helikopterin düştüğünü biliyorsun." Yerinde zorlukla doğruldu. Bacağının acıdığını anlayabiliyor, hissedebiliyordum. "Helikopterden kurtarılmamız zor mu oldu?" Gülümsedim. Ona onu kurtardığımı söylemek istemiyordum. "Hayır, gayet kolaydı." "Biliyor musun kulede senin sesini duyunca kendime geldim. O an değişik duygular içerisindeydim. Kelimelerle anlatamam." "Ben sadece gerçek olanı söyledim. Sana inancım tamdı. Ben bir insana kolay kolay güvenmem Eva ama güvendiğimde onun için her şeyi yaparım. Gerekirse gözümü kırpmam, canımı emanet ederim." Bir noktaya odaklandı ve konuşmaya başladı. "Helikopteri indirebileceğime inanıyordum. Uğur'la birbirimize o kadar destek olduk ki inebileceğimizi sandım. Başarabileceğimizi. Benim hatamdı." "Eva kendini suçlama. İniş takımları yandıysa nasıl inmeyi düşünüyordun ki? Seni helikopterin içinde gördüğümde deliye döndüm ama sen iniş yapmaktan bahsediyorsun. Bacağının üstündeki ağırlığı kaldırırken bile 'iniş yaptık' diyordun. Önemli olan sensin. Ne iniş yapmak ne helikopter ne de görev." "Bir dakika beni sen mi kurtardın?" yaptığım dikkatsizliği fark edince kendime küfür etmek istedim. Hani söylemek yoktu Altan Efendi. "Hayır, ben kurtarmadım. Teknik ekip varken bana sıra gelmez ki." Diye gözlerinin içine bakarak yalan söyledim. Zamanında eğitimli bir subaydım. Şimdi ise gizlilikle harmanlanmış bir Altan. Karda yürür izimi belli etmezdim. Bu yüzden bana hayalet derlerdi. Yalan söylediğimi de Eva'nın anlamasının imkânı yoktu. "Bana doğruyu söylemiyorsun. Dünyada iki çift yalancı vardır. Biri yalan söylerken gözlerini kaçıran diğeri de senin gibi gözlerinin içine bakan aslında yalan söyleyendir. Bana doğruyu söyle." Gözlerimin içine bakıp beni okumasını istemiyordum ama şu anda yaptığı buydu. Yalan söylediğimi nasıl anlamıştı. Bu yöntemi ona kim öğretmişti ki? Fazlasıyla zekiydi ama ben daha kurnazdım. "Sana bunu kim öğretti?" "Abim." "Ama yanlış öğretmiş çünkü ben yalan söylemiyorum." "Öyle mi?" "Aynen öyle." "İnsanlar yalan söylediğinde heyecan yapar. Gözlerini parlamaya başlar. Gözündeki o ışığı gördüm Altan. Bu numarayı herkese yutturabilirsin ama bana asla." Hadi kabul et Altan Efendi. Yakalandın. İnsanları bu kadar iyi analiz etmesi pek de hoşuma gitmemişti. Bu sonuçtan şu çıkıyordu ki aslında subay olmadığımı da anlaması an meselesi olabilirdi. Fakat bende kendimi deşifre ettirecek kadar aptal değildim. Ne diye söz vermiştim? Bu yola baş koymuştum ve ölene kadar bu yolda yürüyecektim. Gerekirse en yakınımdakilere bile söylemezdim. Ne demiştim? Vakıf olduğum sırrı canım pahasına koruyacaktım. Gözlerine büyük bir dikkatle bakıyordum ki yalan söylediğimi anlamaması için. Bunu yapmaya çok hevesli değildim. Ama ben buydum. Mesleğim, hayatım, hayat felsefemde buydu. "Yalan söylediğimi düşünüyorsun ama seni ben kurtarmadım. Sen kendini kurtardın." Diyerek odadan çıktım. Herkesin durumu iyi olduğuna göre birime gitmemde bir sorun olacağını sanmıyordum. Yavaş adımlarla hastaneden ayrıldım. **** Birime geldiğimde kornea kontrolüyle içeri girdim. Herkes beni bekliyormuş gibi toplantı masasındaydı. Hızlıca masaya oturdum ve konuşulanları dinlemeye başladım. Başkan beni gördüğünde başıyla selam verdi, aynısını bende yaptım. Yaşadığıma anlam veremiyorlardı. Sonuçta telsiz bağlantısını kesen onlardı. "Yaşadığıma hala şaşırıyorsunuz değil mi?" diye ciddiyetle sordum. Böyle bir soru beklemiyorlardı. Hepsi kafasını bana çevirdi. "Hayır, yaşadığına şaşırmıyoruz. Seni kurtarmak için elimizden geleni yaptık Altan. Sen buna inanmasan da." Şaşırmış gibi yaptım. Ellerinden geleni yapmışlar. Duyda inanma. Konu ölecek olmam değildi. Ölüm zaten yakamdaydı. Ölümün soğuk nefesini de ensemde hissederdim her zaman. Konu beni kurtarmayacak olmalarıydı. "Altan bize inanmıyorsun ama taşıdığın o şey." Diyerek karnımı işaret edince karnıma baktım. Bir de bu mesele vardı öyle değil mi? "Seni bulmamızı sağlayan oydu. Telsizde mecburen sana çalışma şartlarını hatırlatmak zorundaydık. Bunu en iyi senin bilmen gerekir. Biz ölmeye her zaman hazırız." Ayağa kalkarak saçlarımı karıştırdım ve konuşmaya başladım. "Bende ölmeye her zaman hazırım. Konu beni orada bırakmanız. Orada sadece ben vardım. Teçhizatlarımın hepsi bitmişti, elimde sadece bıçağım ve inancım kalmıştı. Ama ben size inanarak hata mı yaptım hala anlamış değilim başkanım." Bu kadar sert konuşmuş olmam herkesi şaşırtmıştı ama orada hayatta kalıp buraya gelmek için çırpınan bendim. Askeriyede olan bağlılık burada yoktu. Meslekten atıldığımda her zaman bana destek olan arkadaşlarım vardı ama burada yoktu. Sadece verilen ekip görevlerinde olurdu. Onun haricinde her zaman tektin. Kendini kurtarmak için her zaman sen olurdun. Gidip kahve makinasından sert bir kahve aldım. Yanıma Onur geldi. Elini omzuma attı. "Oğlum hala alışamadın mı bu duruma? Burası tehlikeli bir yer Oğuz. Geceleri uyurken tam uykuya dalacakken bir anda uyanıp etrafıma bakarım ben. Bunu sende yaşıyorsun biliyorum. Bende insanım bende korkuyorum. Korkusuz tek asker şehit askerdir Oğuz. Önemli olan görevin için bu korkuyu umursamamak. İşte o gerçek kahramanlıktır. Hayatta kalmak ve yanındakini ayakta tutmak. "Kurt. Anlamıyorsun o kadar kolay olmuyor. Prosedürü bende biliyorum ama o helikopter gelmeseydi ben burada olmazdım. Belki buraya ay yıldızlı bayrağa naaşım sarılı gelirdim ya da beni bulamazdınız. Ayrıca bana Oğuz deyip durma! Görevde değilim." Diyerek bardakta kalan sıcak kahveyi kafama diktim, ayağa kalkıp çöpe attım ve birimden çıktım. Belki askeriyeden geldiğim için böyle oluyordu ama buna alışmak zaman alıyordu. İlk görevde de böyle olmuştu. Aynen bu şekilde bırakmışlardı 'Oğuz dönersen bizimlesin eğer dönemezsen ne yapman gerektiğini biliyorsun' demişlerdi. Yanımda yine hiçbir şeyim yoktu ve ben birime koşarak gelmiştim. Bir gün boyunca durmadan koşmuştum. Birimin kapısından içeri girdiğimde yine toplantı masasında çalışıyordu, herkes döndü ve bana baktı ardından olduğum yere bayılmıştım. Hatıralar aklıma gelince kafamdan atmak üzere kafamı iki yana salladım. Benim direttiğim konu şuydu; birisi göreve çıktığında gelemeyecek durumdaysa neden onu kurtarmıyorduk ki? Kesin bir emirle bu konu yasaklanmıştı. Bizi ölüme terk eden bir maddeydi. Sahile gidip bir banka oturdum. Çarşaf gibi durgun denize bakıyordum. Kaç saat geçti bilmiyorum ama denizle bakıştım. Ardından ayağa kalktım ve hastanenin yolunu tuttum. Hastaneye geldiğimde yukarı çıktım ve kapıyı tık tıklayarak içeri girdiğimde böyle bir manzara beklemiyordum. Eva giyinmiş bir şekilde bir adamın kucağındaydı. Adam ise sarışın, uzun boylu ve yapılıydı. Dikkat çeken diğer bir nokta ise askeri üniforma giyiyor oluşuydu. "Yanlış zamanda mı geldim?" "Hayır, yanlış zamanda gelmedin. Fırat'a İstanbul'a gitmek istemediğimi anlatmaya çalışıyordum ve tamda beni kaçırıyordu." Eva'nın sevgilisi mi vardı? Peki, bunu bana neden söylememişti? Aptal aptal düşünmeye başlamıştım. Söylemek zorunda mıydı ki? Hiçbir tepki vermeyince adam Eva'yı kucağından yatağa yavaşça bıraktı. "Tanıştırmayı unuttum. Kusura bakma. Fırat. Abim." Diyerek takdim edince şaşırdım. Abisi miydi? Eğer genel bir benzetme yapacak olursak ikisi de sarışın ve mavi gözlüydü. Teknik olarak benziyorlardı da. Abisiyse hiçbir problem yoktu. "Yüzbaşı Altan Deniz. Beni helikopterden, Yani bizi kurtaran kişi. Her ne kadar yalan söylemeye çalışsa da." El sıkıştık. Ardından bana bakmaya devam edince bir şey olduğunu sandım. "Kardeşimi kurtardığınız için minnettarım Yüzbaşım." Diyerek gülümsedi. "Aynısını Eva bana yapmıştı. Hiç beklemediğim bir anda beni kurtarmışlardı." Diyerek bende aynı minnetle gülümsedim. "Bende aynısını diyorum oysaki. Küçücük kızsın koskoca helikopteri kullanamazsın diyorum. Beni önemsemiyor. Burunun dikine gidiyor. Biliyor musun bizden gizli hava harp okulunun sınavına girmişti. Kazanınca da haliyle söylemek zorunda kaldı." "Öyle demeyin komutanım. İniş yapmak için ne kadar çaba sarf ettiklerini görseydiniz o zaman gurur duyardınız. İyi ki o okulu kazanmış diyorum şu iki günde gördüklerimde." "Tanıştığınıza ve benim dedikodumu da yaptığınıza göre eve gidebilir miyiz abi?" diyerek homurdandı Eva. Fırat Eva'yı tekrar kucağına alarak odadan çıktılar ardından da ben çıktım. Her zaman bir kardeşim olsun istemiştim ama bu isteğim hiçbir zaman gerçek olmadı. Gerçek olmadı ama kardeşim gibi sevdiğim adamlar karşıma çıkmıştı. Tabi hepsi de elimde son nefesini vermişti orası başka konu. Eva silahlı kuvvetlerin bilinen iyi ve güzel yönüydü. Bense bilinmeyen, sırra kadem basarak ortadan kaybolan, öldüğünde bile şehitliğe gömülmeyecektim. Gömülmeyecektik. Şartlar bizim için her zaman ağırdı ama ben hayatım boyunca zoru sevmiştim. Hastane kapısından çıktığımızda tam ayrılacağım sırada Fırat'ın seslenmesiyle ona döndüm. "Altan bizle gelmek ister misin?" "Benim göreve gitmem gerekir. Siz abi kardeş iyi bir gün geçirin." Diyerek yalan söyledim. "Altan, Altan yalanlar konusunda ne demiştik?" diye sordu Eva. Gülümsedim ve onların olduğu tarafa doğru yürüdüm. Fırat siyah bir cipin önünde durunca bana arka kapıyı açmam gerektiğini işaret etti. Kapıyı açınca Eva'yı içeri yerleştirdi. Doğruyu söylemek gerekirse üniformayı bir adama ilk defa bu kadar yakıştırmıştım. Benim üzerime bu kadar yakıştığını hiçbir zaman hatırlamıyordum. "Dediğim gibi göreve gitmem gerekiyor." Diyerek yanlarından ayrıldım. Birime geri döndüm. Başkan beni odasına çağırmıştı bu haberi Kurt verdi. Demek ki durum ciddiydi ya da beni şımarık bir çocuk olarak görüyorlardı. Göreve giderken mızmızlanan küçük çocuk. Merdivenlerden çıkıp odasının kapısına geldim. İçeriden gel komutu gelince yavaşça içeri girdim. Başkan elinde kahveyle dışarı baktığını gördüm. "Geç otur bakalım. Seninle konuşacaklarım var." Dedi. Yaşlı olmasına rağmen genç kalmış bir adamdı. Sert yüz hatlarıyla dışarıdan bakıldığında korkutucu olarak algılanıyordu ki böyle algılanması onun yararınaydı. Ciddiliğimiz bizi dış dünyadan koruyan asıl şeydi. Gizli bir birimde çalışmanın birçok yönü vardı. Ciddi olmak, yakalandığında birim hakkında konuşmamak, mesleğini söylememek ya da gizlemek. "Altan bize sana sırtımızı dönmedik. Taşıdığın cihaz sayesinde bulunduğun koordinatları aldık ve ilgili birimlere teslim ettik." "Peki ya o cihaz olmasaydı başkanım. O zaman ne olacaktı?" "O zaman ölümünü bekleyecektin." diyerek soğukkanlılıkla cevap verdi. **
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD