4-Benim İçin Onurdur

3398 Words
Askeri Üssü Personel Lojmanları  Kapının deli gibi çalınmasıyla gözlerimi kırpıştırarak açtım ve elimi saçlarımın arasına atıp karıştırdım. Komodinin üstünden kol saatimi alıp saatin kaç olduğuna baktım. Saat gecenin onuna geliyordu. Eğer beni bu saatte uyandıran Uğur'sa çok fena pataklayacaktım. Nöbet sırasında uyuyan da oydu ben gözümü bile kırpmamıştım. Koltuğun üstünden hızlıca eşofmanımı alıp giydim üzerime de hırkamı geçirdim içimde sadece atletim vardı hırkayı hemen üstüme geçirdim. Gelen her kimse beni kaldırması iyi olmuştu. Karnımın guruldadığını duyabiliyordum. Kapıyı açınca karşımda Uğur'u görmeyi beklerken Yüzbaşı Altan'ı görünce şaşkınlıktan bayılabilirdim. Neden buraya gelmişti ki? Ben ne güzel Uğur'a bağırıp çağıracaktım. Ama Altan Yüzbaşıyı görünce bu pek mümkün olmadı. Arkasına baktı ve iki yanına aldığı koltuk değneğiyle ağır ağır hareket ederek evin içine girdi. "İzin almadan içeri girdiğim için özür dilerim ama hastanede sıkıldım dışarı çıkmama izin verilmeyince kaçtım ve korumalar beni şu anda üssün her yerinde arıyorlar." Beni işaret etti ve gülmeye başladı. "Yüzbaşım saçlarınız ortalığı yaktı kavurdu." Salonun ortasında bulunan aynaya bakınca kısa süreli bir şok geçirdim ve hemen saçlarımı düzelttim. Ne yani şimdi Yüzbaşı sünnetten kaçan çocuklar gibi hastaneden kaçmış olamazdı değil mi? "Hastaneden kaçmanızın amacını pek anlayamadım." "Böyle olmayı ben istemedim. Beni her zaman istediler ama beni ben olduğum için değil başardıklarım için istediler. Şimdi de aynısını yapıyorlar." Oturduğu koltuğun karşısına oturdum ve yüzüne bakmaya başladım. Ne anlatmaya çalışıyordu? "O cehennemden kurtulursam kendime bir ay izin yazdıracağımı söylemiş durmuştum. Kurtuldum ama senin sayende. İstediğim her şeyi yaptılar izin verdiler hatta öyleydi ki görevde bana bunu söylediler. Ben koordinatları vereceğim sırada dönebilirsen her zaman bizim yanımızda olacaksın fakat seni esir alırlarsa bizden değilsin deyip telsiz bağlantısını kestiler. O dağda kendimi ancak ben kurtarabilirdim." Hüzünle anlattığı olayı dinlerken hafifçe gülümsedi. Şimdi fark etmiştim de gülümsemesi hoşuma gitmeye başlamıştı. "Ama kanatsız bir melek vardı, beni o kurtardı." O kanatsız melek ben olmalıydım. Hafifçe gülümsedim. O anda çalan cep telefonunu odamdan almak için hızla bir giriş yaptım. Uğur arıyordu. Yanıtladım. "Eva. Uyandırdım mı?" "Hayır, daha önce uyanmıştım. Ne oldu bir problem mi var?" "Evet var. İki dağcıyı kurtarmaya gidiyoruz. Bildiğin gibi gece arama kurtarma faaliyetleri yapılmadığından dolayı sabahın ilk saatinde üste olman gerekiyor. Hayır, anlamıyorum o adamı neden gece kurtarabiliyoruz da dağda mahsur kalan insanları kurtaramıyoruz ki? İlahi adalet." Altan'ı kurtardığımıza göre dağcıları da kurtarabileceğimizi sanıyordu fakat biz dün resmi bir arama kurtarma görevi yapmamıştık. Acil gelen emirle havalanmak durumunda kalmıştık. Kimseyi geceleyin aramaya çıkmazdık. Yani en azından Altan gelene kadar. "Görev emri anlaşılmıştır komutanım. Güneş doğar doğmaz üsteyim." "Dalga geçme. Hadi iyi dinlen zaten görevler art arda gelmeye başladı Allah sonumuzu hayır etsin. Sabah görüşürüz." "Görüşüz Uğur." Diyerek telefonu kapattım ve çantamın içine tekrar attım. Altan Yüzbaşının burada olduğunu hatırlayınca hızla salona girdim bıraktığım gibi yerinde oturuyordu. "Görev emri mi?" kafamı evet anlamında salladım. Sabah erkenden göreve çıkacağımızdan dolayı o gün tekrar başka bir görev vermezler diye düşünüyordum ama ne zaman ne olacağı belli de olmuyordu. Bazı görevler günlerce sürebilirken bazıları da Altan Yüzbaşıda olduğu gibi verilen koordinatlara gittiğin gibi aradığın kişiyi bulabiliyordun da. "Yarın için bir görev haberi geldi." "Yüzbaşı Uğur'a da teşekkür etmek isterim. Kendisini nerede bulabilirim?" "Şimdi Uğur'u bulabileceğinizi pek sanmıyorum. Kendisi az önce görev emri geldiğini söyledi ve sizi ona götürsem de kapıda kalabiliriz. Uyanacağını pek sanmam." Kaşlarını kaldırarak dudaklarını birbirine bastırdı. "Uykusuna çok mu düşkün?" Uğur ve uyku ikisi ayrılmaz bir parçaydı sanki. Hatta o kadar ayrılmazlardı ki yapışık ikiz gibiydiler. "Hem de nasıl. Bir keresinde yardımcı pilotum başka birisiydi ama tabi Uğur'la arkadaştık. Helikopterin yanına gittiğimde kokpitte uyuduğunu fark ettim. Tamam, çok yorgun oluyoruz ama Uğur için uyku bir başka." Kahkaha atmaya başlamıştı Altan. E adam haklıydı, o manzarayı bende ilk gördüğümde piste yatarak gülmüştüm. "Peki, yarın siz göreve gitmeden sizinle beraber gelsem olur mu? Bu uykucu Yüzbaşıyı çok merak ettim." "İsterseniz tabi ki de gelebilirsiniz. Sabah beş buçuk gibi evden çıkacağım. Uçağın son kontrollerini yapıp Uğur'u beklerken koordinatları alacağım ama göreve çıkmamız saat sabah altıyı bulur. Eğer geç kalırsanız gün boyunca bizi bulamayabilirsiniz." "Eğer özel olmayacaksa bir şey sorabilir miyim?" "Tabi." "Soyadın neden Şehitoğlu?" Soyadımın geçmişi bayağı uzundu. Şimdi anlatmaya başlarsam sabahı bile bulabilirdi ama soyadını sevmeyenlerden değildim zaten bir subaysan soyadını duymaya alışık olduğundan da sevmesen de zaman geçtikçe alışıyordun. "Kısaca söylemek gerekirse ben havacı bir subayım. Abim binbaşı, babam deniz kuvvetlerinde komutan onu en son ne zaman gördüğümü bile hatırlamıyorum ama asıl konu bu değil, dedem Kore gazisi, dedemin babası Çanakkale'de şehit düşmüş bir asker." "Ailenizin başarısı takdire şayan. Peki, annenin mesleği nedir? O da NASA'da falan çalışıyor olmasın." Gülümsedim. "Hayır, ailenin en normali annemdir. Küçük bir klinikte doktor." "Seni daha fazla rahatsız etmeyim. Biraz daha uyu göreve çıkacakmışsın. Sabah görüşmek üzere." "Rahatsız etmemiştiniz ama neyse. Görüşmek üzere. Dikkatli olun." Derken kapıya kadar uğurladım ve ağır adımlarla yatağıma gittim, yarın güzel bir olması için kafamda kısaca plan yaparken uyuya kaldım. ******* Sabah yerimde sıçrayarak uyandım. Daha alarm çalmamıştı ama hemen yataktan kalktım elimi yüzümü yıkayıp üniformayı giyindim ve saçlarımı ensemde sıkı bir topuz yaparak mutfağa gittim. Akşamda bir şeyler yerim diye düşünmüştüm ama Altan Yüzbaşı gelince bu pek de mümkün olmadı. Hemen bir sandviç hazırlayıp sırt çantamı da alıp hızlı bir şekilde üssün yolunu tuttum. Kahvaltımı da giderken yapmış oluyordum pek de güzel bir şekilde olmasa da. Sandviçi bitirip peçeteyi çöpe attım. Uçağı hazırlamak için yanına gittiğimde Yüzbaşı Altan'da helikopterle ilgileniyordu. Gülümseyerek baktım, o anda geldiğimi anlamış gibi bana baktı ve gülümsemem anında soldu. "Günaydın." "Günaydın Yüzbaşı Eva. Bu aslan parçasını sen mi kullanıyorsun?" "Evet." Diyerek sanki evcil hayvanımı okşarmış gibi dokundum. "Tek başına kullandığın zaman oldu mu?" "Tek başına kullanmak ayrı bir zevktir. Ama yardıma ihtiyacın olduğu anda yanında kimse olmaması çok kötü olur. İçeri geçelim isterseniz Uğur içerdedir." Kafasını sallayarak kolunun altındakilerden destekliklerden yardım alarak içeri yürümeye başladı. Umarım şu baston mudur her neyse onu bir an önce bırakırdı. İçeri girdiğimizde sırt çantamı masanın üzerine bıraktım ve hazırda olan koordinatların neresi olduğunu bilmek için zarfı açtım. Yüzbaşı Altan'da koltuklardan birine oturmuş beni izliyordu. Çekmeceden çıkardığım haritayı masaya serdim ve koordinatları hemen buldum. "Yüzbaşım bacağınız nasıl?" diyerek haritayı incelerken sordum. "Herkes bacağıma girmiş olan merminin nasıl sıyırmış olduğunu düşünmekle meşgul." O sırada kafamın kaldırıp baktım. Mermi bacağına girmemiş miydi? Çok kan vardı yanlış görmüştüm belki de. "Mermi bacağınıza girmemiş miydi? İlk yardımı ben yapmıştım ama sıyırmış olma ihtimalini göz önünde bulundurmamıştım." Bir anda ciddi bir kişiliğe büründü ve ciddiyetle cevap verdi. "Demek ki bazen mucizeler olabiliyormuş Yüzbaşı Eva." Söylediğine pek anlam veremesem de kapanan kapının sesiyle o yöne dönünce Uğur'un geldiğini fark ettim. Beni görünce gülümsedi ve yaptığı şeyi fark ettiğimde iki adım geri gittim. Gülümsemeye devam ediyordu. Hızlıca yanıma geldi işaret parmağımı ona doğrultarak göğsüne vurdum ve iki adım geri gitti. Ne kadar güçlüyüm diyecekken kafasını Altan'ın olduğu yere çevirmiş olduğunu görünce Uğur'dan güçsüz olduğumu fark ettim. Gözlerimi devirmek istesem de zamanı değildi. Uğur işaret parmağını Altan'a doğrulttu ama konuşmasına zaman vermeden konuya giriş yaptım. "Evet, Altan Yüzbaşı." Uğur'u göstererek Altan Yüzbaşıya da tanıttım. "Uğur Yüzbaşı." Altan Yüzbaşı ve Uğur ciddiyetle birbirlerine bakarken el sıkıştılar. Uğur'un komik tavrı nereye kaybolmuştu bir anda. O benim yanımda hiçbir zaman bu kadar ciddi davranmazdı, en azından yanımda komutan yoksa. Bir anda ikisine de gelen bu ciddiyet bulutunu hiç sevmemiştim. İkisine de gülmek gayet yakışıyordu. "Beni Eva'yla siz kurtarmışsınız Yüzbaşım. Teşekkür etmek için gelmiştim." Uçuş çantasını masaya koyarak haritayı incelemeye koyuldu. Uğur'un şu anda yaptığı büyük saygısızlıktı ki bunu kendi de bildiğine eminim. "Teşekküre gerek yok Yüzbaşım. Bu bizim görevimizdi. Sizi sağa salim getirdiysek ne mutlu bize değil mi Eva?" diyerek topu bana atınca olayı dışarıdan izleyen bir seyirci gibi kalmıştım. Kısa bir süre de olsa Uğur'a bakınca ben ne diyebilirim bakışı attım. Şimdi anlamıştım ki Uğur'a ciddi olmak hiç yakışmıyordu. Sadece komutanların yanında takındığı bu tavrı Altan'a takınması da hiç hoşuma gitmemişti. "Uçuş yok muydu?" diye saçma bir soru sorunca eski Uğur geldi diye sevinçten ölecektim ki o gülümsemenin anlık olduğunu fark ettim ve yüzüm düştü. Yüzbaşı Altan'a dönerek elini uzattı ve tekrar el sıkıştılar. "Yüzbaşım geçmiş olsun. Sizinle sohbet etmek isterdim emin olun fakat görevi bekletmek olmaz. Görüşmek üzere." "Tabi ki de görevi bekletmek olmaz. Size iyi uçuşlar." "Teşekkürler." Diyerek odadan çıkmak için hazırlandık. Masanın üzerindeki yer işaretlemesi yaptığım haritayı katladım ve cebime koydum. Uğur ve Altan ikilisinin konuşurken arada oluşan gergin hava beni baymıştı. Biraz uçuş bana iyi gelecekti. Kaskımı aldım ve Altan Yüzbaşının da gelmesini beklerken koltukta oturduğunu görünce konuşma gereksinimi duydu. "Binbaşıyla konuşacağım." Tam odadan çıkmıştık ki aklıma bir şey geldi. Bir şeyler hissediyordum. Ne olduğuna anlam verememiştim. Uğur'a kaskımı helikoptere götürmesi için uzattım. Bana şaşkınca bakınca hemen konuşup içeri gitmem için ne kadar zamanımın kaldığına baktım. Beş dakika vardı göreve çıkmamız için. Ben helikopterin yanına gelene kadar Uğur kontrolleri yapabilirdi. İkimizde ayrılırken içeri tekrar girdim. Altan Yüzbaşı pencerenin hemen önünde duruyordu. Bacağında yarası olmasına rağmen yürümesi onun için kötü olmaz mıydı? Yüzbaşının yanına gittim. Bana ne yapacak diye bakarken boynumdan abimin verdiği kolyeyi çıkardım. Kolyeme son defa baktım. Beni simgeliyordu. Demirden bir kartaldı. Altan'ın elini yakalayıp avcunun içine bıraktım. "Ben görevden gelen kadar bunu saklamanı istesem yapar mısın?" avcuna bıraktığım kolyeye baktı ve başını kaldırıp gülümsedi. Sanırım bu evet demekti. "Benim için bir onurdur Yüzbaşım." Gülümsedim ve odadan çıktım. Hemen Uğur'un yanına gittim ve son durumu kontrol ettim. "Durum ne?" gökyüzüne baktı ve gülümsedi. "Çok güzel bir güne kuşlar gibi uçarak başlayacağız. Her şey gayet iyi havalanmaya hazırız." Omzuna dokunup elindeki kaskımı aldım ve helikopterin kapısını açıp kaptan pilot kokpitine oturdum ve kaskımı başıma geçirdim. Uğur benden daha hızlı bir şekilde uçağı kaldırmak için gerekli olanları kontrol etti. Kafamı arka tarafa çevirdim ve üçünün de bilgili olduğunu umduğum personelin uçakta olduğunu fark ettim. Hemen önüme döndüm ve uçağı kaldırmak için gerekli işlemleri yaparken Uğur'a içerdeki konuşmasını hatırlattım. "Sizinle sohbet etmek istermiş." "Ne diyorsun Eva?" diyerek bir yandan işi yapıyor bir yandan da benimle konuşuyordu. "Yüzbaşıya neden o kadar kötü davrandın?" hiçbir mantıklı açıklama yapamıyordum. Her zaman neşesinden ödün vermeyen adam farklı birisi olmuştu kurtardığımız adamı görünce. Zaten Altan Yüzbaşının da gelmesindeki amaç Uğur'a teşekkür etmek istemesiydi ama çok güzel yanıt vermişti. "Kötü falan davranmadım. Normal halimdi. Sonuçta adam subay ne yapmamı bekliyorsun?" kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Adamın subay olduğundan haberim var ama adamla konuşurken resmen arkanı döndün. Ne kadar büyük bir saygısızlık olduğunu söylememe gerek yoktur umarım." Şu an yaptığımız konuşmayı başka birisi görseydi tartışma olarak adlandırabilirdi ama bizim Uğur'la olan normalimiz buydu. Sakince konuşmak yerine heyecan yapardık. Ama dostluğumuz her şeyin üstesinden gelirdi. Zaten üste yakın olduğum bir Uğur vardı. "Eva, göreve çıkacaktık ne bekliyordun ki bir saat boyunca adamla konuşmamı mı?" benim tanıdığım Uğur saygısızlık yapmazdı. Yaptıysa da mutlaka bir sebebi olmalıydı. Fakat anlamıyordum Altan Yüzbaşı ne kötülük görmüştü ki? "Hiç değilse biraz daha kibar davranabilirdin." "Eva abartma. Sana nasıl baktığını görmedim sanma." "Asıl abartan sensin. Adamın bakışlarında da hiçbir şey yoktu. Onu kurtardığımız için bize minnettar hepsi bu." Evet, kesinlikle minnettardı hepsi bu. Abartan Uğur'du. "Şu görevi atlatırsak bende sana çok minnettar olacağım." Diye ellerini dilek diler gibi birleştirdi. Eski Uğur'a dönüş yapmış bulunuyorduk. Neyse en azından uçarken triplerine katlanmak zorunda kalmayacaktım. "Kes zevzekliği hadi kalkıyoruz." Dediğimde önüne döndü ve görev moduna girdi. Kaskımın mikrofonunu ayarladım ve kuleyle irtibata geçip kalkış izni isteyecektim. Bu sırada komutanlıktan Altan'ı gördüm. İşaret ve orta parmağını birleştirerek asker selamı verdi. "Kule biz kartal iki kalkış için izin istiyoruz." Derken Altan Yüzbaşıya bakıyordum. Selamımı verdim ve işime odaklanmaya çalıştım. "Kalkışınızda bir sorun bulunmamıştır kartal iki kalkış için izin verilmiştir." Kulede daha önce hiç kadın sesi duymamıştım. Tuhafıma gitse de hoşuma gitmedi de diyemeyeceğim. Uğur'da böyle bir ses beklemediğinden dolayı bana baktı. Bende ona bakarak gülümsedim. İzini de aldığımıza göre arama kurtarama başlayabilirdi. Verilen koordinatlara giderken etrafımızı bir anda saran dağların arasında iki dağcıyı bulmak bizi bayağı bir zorlayabilirdi. Yanlarında umarım işaret fişeği falan taşıyorlardır diye umut etmekten başka bir şey yapamıyordum. Dağları karış karış ararken saatime baktım ve bir saat geçmiş olduğunun farkına vardım. "Kule verilen koordinatların doğru olduğundan ne kadar eminiz?" diye kuleye sordu Uğur. İçimden bir ses bu arama kurtarmanın biraz zorlu olacağını söylüyordu. "Verilen koordinatların doğruluğu kesindir kartal iki." Mikrofonu kendinden uzaklaştırdı ve mırıldanmaya başladı. Ne söylediği ise gayet belliydi. "Belli olan koordinatları biz bulamıyoruz sanki. Geçmiş kuleye bir bildiği yok. Yoklar işte." "Biz kartal iki rüzgâr hızı iyi. Rakım 3245. Güney batı yönünde aramaya başlıyoruz." "Anlaşıldı. Kolay gelsin." "Yok, bu böyle olmayacak. Gideceğim kuleye o kızın ses tellerini kopartacağım." Durup dururken ne olmuştu? Bu görev Uğur'a pek de iyi geldiğini söyleyemeyeceğim. Olmadık yerde bu kadar sinirlenmesini anlamıyordum. Hesabını uçuştan sonra soracaktım. "Yüzbaşı kendine gel. Bizim burada ne yaptığımızı unutma." Diyerek uyardığımda kendine geldi. Uğur her zaman mantıklı konuşurdu ama bu uçuş onun kafasını bulandırmış gibiydi. Uçuş süresi iki saate geliyordu ama ortada ne dağcılardan iz vardı ne de dağcılardan bir işaret. Üste hava gayet iyiydi fakat dağcıların kaybolduğu yer deniz seviyesinden yüksekte olduğu için bir hayli soğuktu. Hatta nefeslerimiz buhar şeklinde görebiliyorduk. "Termal kamera falan mı kullansaydık acaba. Böyle bulamayacağız." "Elbet bir yerdeler ama biz göremiyoruz. Eninde sonunda bulacağız." Uğur tekrar kuleyle irtibata geçti. "Kule verilen koordinatlarda hiçbir canlı unsur bulunamamıştır." "Emin misiniz kartal iki. Aldığımız ihbara göre verilen koordinatlarda iki dağcı kaybolduğu bildirildi." "Kule yok diyorum. Burası zaten kuş uçmaz kervan geçmez bir yer. Eğer bu görevi siz daha iyi yapacaksanız buyurun ben yerimden kalkayım siz aramaya devam edin." Şimdi de kuleyle kavga etmeye başladı. Yok, bu Uğur'dan adam olmaz. Kaç yaşına gelmiş hala birilerini azarlıyor. Acaba kuledeki kız diye mi bu kadar sinirlendi de bu kadar çok üstüne gidiyor? "Kartal iki terbiyenizi takının ve görevinizi yapın. Hatta mümkünse siz konuşmayın kaptan pilotla konuşmak istiyorum." Ters ters baktım ve kuleye bağlandım. "Kule siz Yüzbaşı Uğur'u boş verin. Biz aramaya devam ediyoruz." "Anlaşıldı kartal iki kolay gelsin." "Sağ olun kule." İrtifa dümenini yukarı kaldırarak olduğumuz yerden biraz daha yükseldik. Bir yandan biz diğer yandan personelde dağlık alanı karış karış arıyorduk. Personellerden biri seslenince Uğur ona döndü ve başparmağını yukarı kaldırdı. Ona baktığımda dağcıların bulunmuş olduğunu söyledi. Helikopteri havada sabit tutarak duruşumuzu sabitledik. İniş yapabileceğimiz bir alan yoktu. Personelden biri ipi aşağıya sarkıtıp aşağıya indi ve onun peşinden diğeri derken ikisi de inmişti. Gereken ilkyardımı yaptıklarında helikoptere bindiler ve tekrar hareket etmeye başladık. Bu sefer Uğur'un konuşmasına izin vermezdim. "Kule verilen görev başarıyla sonuçlanmıştır. İki dağcıda sağa salim bulunmuştur. Üsse dönmek için izin istiyoruz." "İzin istiyormuş. O demese gitmeyeceğim ben sanki üsse." Uğur'a gözlerimi devirdim ve iznin gelmesi için bekledim. "Tebrikler kartal iki. Üsse dönmenizde herhangi bir tehlikeli unsur bulunmamıştır." "Anlaşıldı dönüyoruz." Kuleyle bağlantıyı kestiğimde etrafı bir anda saran sise anlam veremedim ama bu bizim için tehlike arz ediyordu. Sis varken uçuş imkânımız neredeyse sıfıra düşüyordu. Bir an önce görüşün netleşmesi için dua ederken sis dalgası daha da kalınlaştı ve bizi içine çekmeye devam etti. "Uğur çok kötü şeyler olacak." "Umudunu yitirme. Bu sisin içinden çıkıp üsse döndüğümüzde bunu sana hatırlatırım." Açık alanda olsaydık herhangi bir problem olmazdı fakat etrafımız dağlık alanla çevriliyken bunun pek de kolay bir uçuş olacağını sanmıyordum. Yine de Uğur'un dediği gibi umudumu kaybetmemeliydim. Ne görevlere çıkmıştık bizi bu sis bulutu yıldırmamalıydı. Tamam, kendim ve Uğur için endişelenmesem de dağcılar için endişeleniyordum. İçimden sağa salim üsse varalım diye kısa bir duanın ardından hafifçe yükseldik. İkimizde göreve kitlenmiştik buradan çıkacaktık. O kadar sıkıntıya girmiştim ki alnımdan süzülen bir damla ter helikoptere yaptırdığımız manevra sayesinde şakaklarımda ki kaskın süngerinde kuruyup gitti. İkimizde sakinliğimizi yitirmemiştik. Kaptan koltuğunda ki bağlamış olduğum kemer beni sıkmaya başlamıştı. Sis bulutunun içinden kurtulmamız için helikopterin kuyruk kısmını sağa yatırdığımızda ani çarpma sesiyle sarsıldık. İkaz lambaları yanıp sönmeye başlamıştı. Helikoptere yaptırdığımız bu manevra bizi sisin içinden çıkartmıştı çıkartmasına fakat helikopterin durumu hiç iyi değildi. Kalan sürede hızlı bir şekilde üsse varacaktık ve bu helikopter düşmeyecekti. Personellerden biri kafasını dışarı uzattı ve kuyruk kısmına baktı ve hemen helikoptere bindiğinde sarsılarak yanımıza geldi. Gözümüz karşıda kulağımız burada sağlık personelinden gelecek iyi haberi bekledik. Fakat umduğumuz gibi olmadı. "Helikopterin kuyruğu alev almış." "Kahretsin." Dedi Uğur. Üsse yaklaşmıştık. Fazla yoktu. Kuyruk yansa bile bir pervaneyle idare edebilirdik. Bu helikopterler ona göre yapılmıştı ama iniş yapana kadar dayanabilirdi ve alev almazdık. "Tamam, sakin olacağız üsse fazla bir şey kalmadı. Helikopteri son hızla üsse ulaştırabiliriz." Uğur'la çak yaptık ve gülümsedik. Kurtulacaktık. Biz birbirimizi kurtarabilirdik ki bu başımıza ilk defa gelmiyordu. Helikopteri son hıza ayarlayıp üsse doğru yol aldık. Bu sırada ikimizde çok iyi biliyorduk ki uçaktan sızıntılar oluyordu. Yakıtta hızla bitiyor helikopterde alev alev yanıyordu. Dağcılara baktığımda korku içinde bize baktıklarını fark ettim. Bunları onlara borçluyduk. Onları kurtarmaya mecburduk. "Emergency*( acil durum). Bravo noktasında kanat yaralanması. Acil iniş planlıyoruz. Uçaktan yakıt sızıntısı var. Emergency emergency emergency." "Teknik yardım talep ediyor musunuz?" "Evet. Acil yardım ekipleri hazırlıkta olsun." "Pisti tutturamayacak mısınız kartal iki? Tutturamayacaksanız atlayın." Biz atlamayacaktık. Mürettebat atlayacaktı fakat biz atlamayacaktık. Helikopterin iniş takımları hasarlı olma olasılığı çok yüksek bir ihtimaldi ve iniş pek de rahat bir iniş olmayacaktı. Bundan dolayı onlar atlayacak biz de bu aslanı indirecektik. "Bu helikopter inecek kule. Uçağımda iki dağcı üç teknik personel ve iki pilotuz sağlık ekipleri hazırlıklı olsun." "Anlaşıldı kartal iki sizi radardan görebiliyorum. Piste kadar dayanabilir misiniz?" Umarım idare edebilirdik. Hiç kimseyi riske atmayacaktık. Dağcılar ve personeller kurtulacaktı fakat bizim için o konu belli değildi. "Er ya da geç ineceğiz kule." "Kartal iki ben Binbaşı Vedat. Sizi görebiliyoruz inin artık." Vedat binbaşım şimdi o iniş gerçekleşmeyecekti. Herkes sağa salim yere basacaktı. Bu aslanın tekerleri de öyle ama ineceklerden biraz sonra olacaktı. "Binbaşım ne olur ne olmaz bize hakkınızı helal edin." Diye Uğur kuleye konuştu. Atlasak bile dağcıların paraşütü yoktu. Onlar atlamak zorundaydı bizde bu helikopteri indirmek. "Eva ve Uğur sizi karşımda sapa sağlam istiyorum anlaşıldı mı?" telsizden Vedat Binbaşının sesi duyuldu. Gülümsedim. Bizim kanımız zaten göklerde akacaktı yere inip ne yapacaktık ki? "Anlaşıldı komutanım." Ben böyle bir söz vermemiştim ama Uğur konuya balıklama atladığı için bana pek de söz hakkı bırakmamıştı. Göz göze geldik ve hemen başımı çevirdim. Alnımı kaşıdım ve derin bir nefes aldım. "Kartal iki ne kadarlık yakıtın kaldı?" "Bitmek üzere." Uğur konuştuktan sonra hemen ben konuşmaya başladım. Dediği gibi uçak hem yanıyordu hem de yakıt bitmek üzereydi. "Uçağı tekrar gerekli bir irtifaya getirip mürettebatın helikopterden atlamasını planlıyoruz. İniş takımları hasarlı iniş yapabileceğimizi sanmıyorum. Onlar atladıktan sonra iniş yapmayı deneyeceğiz." Telsiz el değiştirir gibi oldu ve Altan Yüzbaşının sesini kulaklarımda yankılandı. Belki de onun sesini duyarak ölecektim kim bilir. Ne de olsa ölüm anında en son yitirilen yeti duymaydı. "Eva sana güveniyorum." Gülümsedim. Gökyüzünde Altan Yüzbaşının sesini duymak güzeldi. Peki ya iniş yapabilecek miydik? İşte orası imkânsız gibi gözüküyordu. Ama yanımda Uğur vardı halledebileceğimizi ummaktan başka bir şey yapamıyordum. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaktım ve bu helikopter yere inecekti. "Motor durabilir kartal iki atlayın." Kuleyi pas geçip Uğur'a seslendim. Paraşütümü çıkartacaktım. Bu paraşüt dağcılar için gerekliydi. Onlar da bu sırada korku dolu gözlerle bizi izliyorlardı. Onların yere inmesi gerekiyordu ve bundan sonra da helikopter uçak gibi hava taşıtlarına bineceklerini sanmıyordum. "Uğur helikopter bende paraşütünü çıkar." Uğur irtifa dümenini bıraktığında uçağı ben devraldım ve helikopteri son kalan yakıtla uçurmaya başlamıştım. Yetmeliydi. Biz inene kadar yetmeliydi. Ama bizdeki de inattı alev alev yanan uçağı indireceğiz diye tutturmuştuk. "Çıkardım. Hadi sende çıkar." Dediğinde irtifa dümenini o devraldı. Bir yandan paraşütümü çıkarırken lütfen yakıt yetsin diye kendi kendime söyleniyordum. "Evet, çıkardım." İki paraşüt takımını da alıp arka tarafa fırlattım. Personeller nasıl yerleştirileceğini biliyorlardı. "Onlara bu paraşütlerin nasıl takıldığını gösterin ve atlayın fazla zamanımız yok. Çabuk olun." "Paraşütler hazır atlıyoruz." "Hadi uçağı bir an önce terk edin." "Komutanım." Fazla zamanımız yoktu ama oyalanarak olmayan zaman iyice azalıyordu. "Ne var?" diye bağırdı Uğur helikopterin sesi arasında. "İniş yapabileceğinizi biliyorum." Bize inanıyordu. Bu yaptığımız iyi miydi kötü müydü bilmiyorum ama buradan sağ çıkarsak Vedat Binbaşı bizi öldürecekti yani her halükarda ölecektik. Ama ikinci tercih daha tatlı göründü gözüme. "Hadi atla artık." Diye bağırdığımda uçaktaki mürettebatla birlikle hepsi ardı ardına atladı. Dağcılar için mutluydum kurtulmuşlardı ve onlar için kendimizi feda etmiştik. "Kule 5000 bin feetteyiz ve kurtarılan iki dağcıyla beraber uçağın geri kalan mürettebatı atladı. Şimdi inmeye çalışacağız." Kuleden ses çıkmayınca Uğur uçağın son durumunu kontrol ederken bende piste iniş yapmak için irtifayı azalttım. Azalan irtifayla beraber yakıtta azalıyordu fakat irtifadan önce yakıtın biteceği kesinleşmişti. Nabzımın sesini duyarken yere daha fazla yaklaştık. Eğer daha fazla yakıt sızıntısı olursa ve yanmaya devam ederse uçağın patlaması an meselesiydi. İkimizde bu uçaktan sağ çıkamazdık. Ve uçak iniş yaptığımızda hemen söndürülmezse patlayacaktı. Yere yavaş yavaş yaklaşırken ikaz lambaları yeniden yanıp sönmeye başladı. Bir işimizde rast gitse ne olurdu. Yere beş metre kala uçağın kontrolünü kaybettik ve aslan parçası dediğim uçak yere iner inmez bir enkaza dönüştü. Parçalara ayrıldığını anlamıştım. Helikopter sol tarafına yattığı için arada bacağım sıkışmıştı. Bacağımı çıkarmaya uğraşırken alev alev yanan helikopterden gelen dumanla etrafı daha da bulanık görmeye başladım. Kaskımı çıkardım ve bacağımı sıkışan yerden çıkarmaya çalıştım ama olmuyordu. Gözlerim kapanırken 'iniş yaptık' diye mırıldanıyordum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD