Asya
Bir bela varsa ben seçilmiş çocuğum. Yoksa tüm belalar beni bulmazdı.
" Düğün bu akşam " demişti babam bana hiç acımadan.
Beynim donmuştu. Babama yalnız konuşalım demiştim ve diğer askerleri göndermişti.
"Evlenmek mi?" dedim, sesim bir anda tizleşmişti. Şaka yapıyorlardı. Değil mi? Biri şaka yaptığını söylesin. O an sustum ama yalnız kaldığım an bunu tabiki de istemeyecektim.
" Baba tamam şimdi herkes gittiğine göre bana daha açık sözlü doğruları söyleyip beni pişman etmek için bunları yaptığını itiraf edebilirsin," dedim.
Babam hiç oralı bile olmadı. Gözlerini bana dikmiş, sanki bir emir veriyormuş gibi konuşmaya devam etti:
"Evet. Protokol gereği, koruma görevinde olan askerin sivil şahısla yakın temasta olması için en güvenli yol bu. Evleneceksin. Şaka yapmayı sevmem, biliyorsun," dedi. O yüzden yumurta bir yerlere dayanmıştı ya...
“Protokol mü? Baba, ben devlet memuru değilim. Muhabirim! Bir muhabir, ölüm tehdidi aldı diye evlendirilir mi?” Kafamı iki elimle tuttum. "Delirdiniz siz!"
Emir hâlâ susuyordu. Evet o da burada kalmıştı. Babamın emriyle. Suratındaki o taş ifadesi gitmiş, yerine ‘ben neye bulaştım’ ifadesi gelmişti. O bile ne yapacağını bilmiyordu.
“Bu kadar saçma bir şey duymadım hayatımda!” diye devam ettim. “Ben tehdit altındayım diye beni evlendirecek misiniz yani?”
Babam kaşlarını kaldırdı. “Durum ciddi, Asya. Bu sadece bir formalite.”
"Formalite mi?! Resmen askeri nikâh diyorsunuz ya! Böyle formalite olmaz. Ben düğün hayaliyle büyümedim ama bu kadar da değil. Gelinlikte mi giyemeyeceğim."
Emir sonunda konuştu. Sesi kısık ama gergindi.
“Komutanım, bu gerçekten... gerekli mi?”
Babam kafasını bana çevirip, dudaklarını bükerek cevap verdi.
“Senin baban bana emanetini bıraktı, Karahan. Bu işten dönüş yok.”
“Baba, ben 25 yaşındayım! Oyuncağınız değilim. Hele sen!” Parmağımı Emir’e doğru salladım. “Sen de hiç konuşmuyorsun, senin sesin çıkmıyor mu?”
Emir bana doğru döndü, sesi hâlâ soğuk ama bu sefer hafif tedirgindi.
“Ben emir alırım, tartışmam.”
“Yuh! Gerçekten yuh!” diye bağırdım. “Ben evlenmeyeceğim! Hele seninle ASLA!”
Babam yüzüme bile bakmadan emri yapıştırdı:
“Evleniyorsun. Hazırlıklar bu akşam başlıyor.”
" Bende onu diyorum ya bir anda evlilik mi olur?"
" Olur," dedi babam net ve sert bir ifade ile beni susturarak.
---
Bir saat sonra
Ben.
Beyaz duvarlı, gri perdeli bir odada.
Üzerimde askeri personelin getirdiği sade bir elbise. Cezaevindeki gelin gibi hissediyorum.
Kapı tıklandı. Açılmadan önce içimden “Hayır, ben hâlâ kabul etmiyorum,” dedim. Ama içeriye giren, çay tepsisi taşıyan kısa boylu bir askerdi. Arkasından Emir belirdi.
“Git,” dedi kıza. Sesindeki ton hâlâ buz gibiydi. Kız gitti. Emir kapıyı kapadı.
Odanın ortasında dikiliyordum. O da bana doğru yaklaştı. Gözlerinde alışık olduğum soğukluk yoktu.
“Bak,” dedi yavaşça. “Ben de bu durumdan memnun değilim.”
“Demek değil misin? Harika. En azından düğünde ikimiz de surat asacağız.”
Kaşlarını çatıp, derin bir nefes aldı. “Bu evlilik sahte. Protokol gereği yapılacak. Sen güvende olduğun an biter.”
“Biter?” Gözlerimi kısıp, başımı yana eğdim. “Ne kadar sürecek bu ‘mış gibi’ evlilik? Balayımız Suriye sınırında mı olacak? Yoksa örgütlerin postasıyla mı flört edeceğiz?”
Emir sabrını zorluyordu, belli. Ama ben de zorluyordum. Kasten.
“İki ay,” dedi sonunda. “İki ay boyunca seninle aynı mekânda olacağım. Seninle yaşayacağım. Her adımını kontrol edeceğim.”
“Çok romantik,” dedim kuru kuru. “Gerçekten evlilik hayalim buydu.”
***
Düğünüm… Yani sözde düğünüm. Yani cezaevi tadında nikâhım.
Salon dedikleri yer, aslında kantinden bozma bir oda. Plastik sandalyeler, gri perdeler, masada bir bayrak, birkaç evrak… Romantik olan tek şey, elektrikli sobanın üstündeki çaydanlıktan çıkan buhar.
Ben bir köşede, üstümde askeri personelin aceleyle bulup getirdiği sade beyaz bir elbise. Altına da spor ayakkabı giymişim. Saçımda tül gibi bir şey, mandalla tutturulmuş. Cezaevinde gelin olsam daha şatafatlı olurdu yeminle.
Emir öbür köşede. Tabi ki dimdik. Sanki operasyona çıkıyor, evlenmeye değil. Suratında yine o bildiğimiz ifade: “Ben buradayım ama aslında başka bir yerde olmak isterdim.”
Bir asker nikâh memuru rolüne girmiş. Babam ise üç adım geride, sanki bu evliliği organize eden o değilmiş gibi masum masum duruyor. Şahitler desen, başka bir birimden çağrılmış iki tanık; biri gözümün içine bile bakmıyor.
Evet, hayatımın en özel gecesi (!). Hep böyle hayal etmiştim…
Nikâh memuru resmiyetle konuşmaya başladı.
"Tarafların kimlikleri kontrol edildi. Protokol evliliği prosedürüne uygunluk sağlandı. Başlayalım."
Eğilip Emir’e fısıldadım:
“Heyecanlandın mı? Benim dizlerim titriyor. Gerçi o sinirden olabilir.”
“Lütfen ciddi ol,” dedi soğuk soğuk.
Hah, tabii. Evleniyoruz ya, törenin ağırlığı bastı.
Sıra geldi o malum soruya.
"Emir Karahan, hiçbir baskı altında kalmadan Asya Günay ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"
Adam bir saniye bile düşünmeden:
“Kabul ediyorum,” dedi.
Ay ben bittim.
“Ne romantik ya,” dedim fısıltıyla. “Şiir gibi söyledin.”
Kendimi zor tuttum da alkışlamadım.
Sıra bana geldi.
“Asya Günay, hiçbir baskı altında kalmadan Emir Karahan ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”
Şöyle kafamı hafif eğdim, sesi biraz incelttim.
“Yani… bu kadar jilet gibi bir adamı kaçırmak istemem. Kabul ediyorum.”
Göz ucuyla babama baktım. Sinirinden kaşlarını çatmış, gözlerini kapatıyor. Emir zaten tahta gibi duruyor.
“Taraflar evliliği kabul etti. Şahitler imzalarını attı. Sıra sizde,” dedi asker memur.
Kalemi aldım, eğildim. O an bile içimden geçti:
“İki ay sonra boşanma dilekçesini de böyle imzalayacak mıyız, yoksa onu da daktilo mu yapacağız?”
Emir kısık sesle “Asya…” dedi uyarır gibi.
“Tamam, sustum. Resmiyet bozulmasın.” dedim.
İçimden değil dışımdan düşünmüşüm ama neyse, sustum. Bu sefer.
İmzalar atıldı. Son cümle geldi.
“Evliliğiniz hayırlı olsun. Protokol gereği, bu andan itibaren birliktesiniz.”
Ve ben... elbette ayağına bastım. Hem de var gücümle.
Emir: “Ah! Ne yapıyorsun?!”
Ben: “Bizde gelenektir. Ayağına basan söz sahibi olurmuş. Gerçi ben iki ayla da yetinirim.”
Adam dişlerini sıktı. O an gözleri “Sabır” yazan cam süsü gibiydi.
Ben ise keyfimden değil, delirmek üzere olduğum için gülümsüyordum.
Fotoğraf çekilecekti. Bir asker telefonu çıkardı. Emir'le yan yana durduk.
“Gül biraz,” dedim dişlerimin arasından. “Yoksa düğün fotoğraflarında zorla evlendirilmiş tutsaklar gibi çıkacağız.”
“Zaten öyleyiz,” dedi.
Bak, bu iyi espriydi. Demek ki içinde azıcık mizah var.
Flaş patladı.
O an düşündüm:
Resmen evlendim. Üstelik bir askere. Hem de babamın emriyle.
Benim için “kocam” dediğim adam, aslında korumam. Bu iki aylık protokol evliliği hayatımın en tuhaf bölümü olacak, orası kesin.
Ama yine de…
Ben bu durumla dalga geçebildiğim sürece aklım yerinde kalır.
Belki de bu evliliğin en sağlam tarafı, benim alaycılığım.
Gece olmuştu. Resmi olmayan ama askeri birimlerce "onaylanan" nikâh kıyıldı. Ben hâlâ tam farkında değildim. Yanımda duran Emir, düğün pozlarındaki gibi bile durmuyordu. Gergindi. Askerî bir memur, babam, bir de tanıklar eşliğinde imzalar atıldı.
“Evlendiniz,” dediler.
Yüzümdeki ifade şuydu: 🤡
Dönüp Emir’e baktım. “Şimdi ne yapıyoruz? İlk gecemiz için siper mi alacağız ?”
Adam gözlerini devirdi. “Bu kadar alaycı olmak zorunda mısın?”
“Evet,” dedim. “Yoksa aklımı kaybederim.”