EYLÜL
Ciddi olmadığını hiç düşünmemiştim zaten. Nasıl düşünebilirdim ki? Manyak herif beni zincirlemek için bile özel koltuk yaptırmıştı.
Tanrım!
“Tamam,” dedim yeniden. “Anladım tamam.”
Kızdırmak ve okları yeniden anneme çevirmek istemiyordum. Babamın korumalarından sıyrılıp bana ulaşması ve annemi o kadar koruma içinde tehdit etmeyi başarması bile ne denli deli olduğunu gösteriyordu.
Çenemi kapatıp birkaç lokma daha yedim. Beni rahat bırakmasını ve düşünmek için yalnız kalmayı istiyordum artık.
“Şimdi ufak bir anlaşma daha yapacağız.”
Gözlerimi kapatıp oflayarak bir nefes aldım.
“Sen anlaşma kelimesinden başka bir şey bilmiyor musun?”
“Senin iyiliğin için Mia Bella. Dellenme.”
“Söyle,” dedim sabır dilenirken.
“Bu koltukta kelepçeli mi uyumak istersin? Yoksa uslu duracağım diye söz verip bir yatak mi tercih edersin?”
Belli etmemeye çalışarak ifademi düz tutmaya çalıştım. Oda demek kaçma şansı demekti.
“Ne salak bir soru bu? Elbette bir yatak tercih ederim.”
“Uslu duracak mısın?” diyerek küçük bir çocuk misali serçe parmağını uzattı. Eline bir bakış atıp bakışlarımı yüzüne doğru kaldırdım.
“Duracağım. Zaten her yer koruma dolu demedin mi? Nasıl kaçabilirim ki?”
“Mesele kaçmak değil, kaçamazsın zaten. Verilen sözlerin tutulmamasından hoşlanmam.”
Sanki onun ne düşündüğü çok da umurumdaymış gibi.
“Tamam, uslu duracağım,” dedim hemen. Bana şüpheli bir bakış atsa da başını salladı. Önümüzdeki masayı uzaklaştırıp eğildi ve ayaklarımdaki kelepçeleri çözdü. Parmakları tenimin üstünde fazlaca oyalanırken gözlerimiz buluştu. Tenimi karıncalandıran parmaklarından ayağımı uzaklaştırmaya çalıştım fakat başaralı olamadım.
“Tenin parmaklarımın ucunda kayıyor cara. Şimdiden dilimde bırakacağı tadı merak ettim.”
Sözleri her bir yanımın buz kesmesine oldu. Beni istediğini, böyle kolay bir şekilde, hiç çabasız dillendirmesi aşırı rahatsız ediciydi.
“Yarın akşamı beklemesek mi?” Bacağımı tekrar geri çekmeye çalıştım. Bacağımı bileğinden tutup geri çekmeme izin vermediği yetmezmiş gibi, parmakları yukarı doğru tırmandı.
“Yarın gece benimsin, sen en iyisi kendini bu fikre alıştır.”
Sonunda ayağımı rahat bırakıp sol bileğimi de çözünce özgürlüğe kavuştum. En azından evin içinde…
“Odanı göstereyim,” diyerek elimden tutup beni kendine doğru çekerek ayağa kaldırdı. Aramızdaki teması kesmeden elini belime dolayıp beni merdivenlere yönlendirdi. Kendimi sabırlı olmaya ikna etmeye çalışıyordum. Adamın sağı solu belli olmuyordu. Ters bir laf etsem tekrardan bağlamayacağının garantisi yoktu. Bu sebeple rahatsız edici dokunuşlarına rağmen sesimi çıkarmadım.
Bir odanın kapısını açarak içeriye girmem için kolunu öne doğru uzattı. Odadan içeriye usulca süzüldüm. Sonunda elini çekme zahmetine girip tenime de anlık bir özgürlük vermişti.
“Tuvalet ve banyo hemen şurası. Odadan çıkmana gerek olmayacak. Bu yüzden kapını kilitleyeceğim.”
Kaçma düşüncelerim anlık sekteye uğrarken ifademi sabit tuttum. “Peki.” Bakışları arsızca ve arzuyla beni süzüyor, odadan çıkmak için harekete geçmiyordu.
“Çıkmıyor musun?” diye sordum rahatsız bir sesle.
“Aslında,” diyerek bana doğru bir adım attı. Aramızdaki tüm mesafeleri kapatırken yine nefes alma alanımı işgal etmeye başlamıştı.
“Yüz yüze geldiğimizden beri yapmak istediğim bir şey var,” diye mırıldandı. Parmak uçları yanağımı okşayarak çeneme indi ve yüzümü hafifçe kaldırıp burun buruna gelmemizi sağladı.
Gözlerindeki koyu, yakıcı bakış, hissettiğim korku ve nefret karışımı bir fırtınayla içimi delip geçti. Nefeslerimiz birbirine karışmış, dudaklarımız arasında sadece bir fısıltı kadar mesafe kalmıştı.
Kalbim göğsümde deli gibi çarpıyordu. Ne yapmak istiyordu, ne? Nasıl bir manyak düşünce vardı yine aklında?
Geriye doğru bir adım attım. Sanki bir iple bana bağlıymış gibi o da adımladı.
Kaçmak istiyordum fakat bedeni beni duvara yaslamış, kaçış yollarımı an itibariyle tıkamıştı. Parmakları çenemi daha sıkı kavrarken, baş parmağı alt dudağımı nazikçe ezercesine okşadı.
"Yapma," diye fısıldadım öfkeli bir sesle. "Bana dokunma!"
“Sakin ol aşkım.”
Şeytani bir gülümseme dudaklarına yerleşirken, gözleri dudaklarımdan ayrılmadı. Aklından geçeni anladığım anda yüzümü kaçırmaya çalışsam da izin vermedi.
"Şşş, Mia Bella," diye mırıldandı boğuk bir sesle. Sesi kadife gibi yumuşakken aynı zamanda tehditkardı. "Direnme, yoksa yarın gece her şey senin için daha zor olur.”
Ben hiçbir şey istemiyordum! Yarın gece diye bir şey olmayacaktı.
Vücudum adeta donmuştu, tenimdeki her nokta soğuk terle kaplanmıştı. Dudakları sert ve işgalci bir baskıyla benimkine yapışınca kımıldayamadım.
Dudaklarının ıslak, sıcak baskısı altında eziliyordum. Gözlerimi sıkıca kapatarak dişlerimi sıktım fakat zorla dudaklarımı araladı. Dilinin ucu dudaklarımın arasından sızarak, davetkar bir şekilde beni aradı.
Karşı koymaya çalışıp ellerimi göğsüne dayayarak itmek için tüm gücümle bastırdım. Nafile bir çabaydı.
"Bırak beni!" diye inledim boğukça. Belime dolanan kollarıyla beni kendine yapıştırdı. Sert gövdesi, kaslı kolları beni ezerken nefesim kesildi.
Islak ve hakimiyetin kendinde olduğunu kanıtlamak istercesine sıcak bir dokunuşla dilimle dans etmeye kalktı.
Vücudum korkudan titrerken parmakları usul usul tenimi okşuyor, dokunuşları nefret etmeme rağmen tenimde bir uyanış çağrısı yaratıyordu.
O noktada bir şey değişti. Parmakları saçlarımın arasına dalarak başımı geriye doğru yatırdı ve boynumu ortaya serdi. Dudaklarını o noktaya doğru kaydırdı. Islak öpücükleri, ondan beklenmeyecek şekildeki nazik ısırıkları ve dilinin sıcaklığı bambaşka hisleri ortaya çıkardı.
Tenimde morluklar bırakacağından emindim, ama o an, içime bir sıcaklık yayılmaya başladı. Benim için utanç verici bir sıcaklık.
"Hayır," diye fısıldadım, fakat sesim artık o kadar da kendinden emin değildi. Elleri belimden aşağı kayarak sahiplenici bir şekilde kalçalarımı avuçladı.
Vücudum bana ihanet ediyor, nefesim hızlanırken göğüslerim inip kalkıyordu. Yeniden dudaklarıma uzanırken kendimi karşılık verirken buldum. Beynim ile bedenim arasındaki mantıklı bağlantı anlık olarak kopmuş gibiydi.
Öpücük yavaşça, ardından daha fazlasını isteyen bir iştahla derinleşti. Alt dudağımı emerek hafifçe ısırdı. Acımtırak bir zevk dalgası vücudumu titretti.
Dilim onun diline değdi, önce çekingen olan buluşma, aç bir şekilde artarak devam etti. Tatlı bir şarap gibiydi ağzı…
Ellerim bir kez daha göğsüne dayanırken, bu kez itmek için mi, yoksa daha yakına çekmek için miydi bilemedim. Parmaklarım gömleğinin üzerinden sıcacık tenini hissediyor, kalp atışları avucumun içinde atıyordu sanki…
Öpücükleri giderek vahşileşiyor, dudaklarımız birbiriyle yarışıyor, nefeslerimiz karışıyordu.
İtiraz çığlıkları atan yanımı sonunda duydum ve kendime gelerek derin derin nefesler alarak ondan ayrıldım. Dudaklarım şişmiş, istila edilmiş bir şekilde zonkluyordu. Gözlerime bakıp zaferle gülerken baş parmağıyla dudağımdaki nemi sildi.
"İşte bu, cara," diye fısıldadı, sesindeki tutkuyu gizleme gereği bile duymadan. "Yarın geceye kadar bu tadı unutamayacaksın. Ve ben de seni..."
Kapıya doğru gerilerken gözleri hala bedenimi yalayıp yutarcasına üzerimdeydi. Bakışlarındaki delici ateşi onu bir daha görmesem bile unutabileceğimi sanmıyordum.
Beni nerede görmüş, nerede tanımıştı? Tek mesele babam değil miydi düşünceleri aklımı kurcaladı bir süre…
Kapıyı kapatıp kilidi çevirene kadar başka hiçbir şeye odaklanamadım. Odada yalnız kaldığım anda öfke ve utanç beni ele geçirdi. Kendime olan kızgınlığım arşa yükselirken, hala içimde yarım kalmış gibi hisseden tutku ve arzudan nefret ettim.
Dudaklarımda hala onun tadı, tenimde ise dokunuşlarının ateşi vardı.
“Kendine gel!” diye homurdandım. Sanki ilk kez bir erkek öpüyordu beni. Farklı hissettiren şey ona karşı duyduğum öfke ve nefret olmalıydı. Hızla cama doğru yönelirken dokunuşlarını ve öpücüğünü aklımdan çıkarmaya çalıştım.
Camı açarak aşağıya baktım. Üç dört dakika boyunca izledim. Kimseyi göremeyince odanın içinde dolanıp çözüm düşünmeye çalıştım. Gözlerim yatağa takılırken dudaklarım kıvrıldı.
Sancak denen herif bok yesin! Bu gece ne olursa olsun bu cehennemden kaçacaktım.