Defne'nin Anlatımıyla
Stüdyodan çıktığımda hava kararmak üzereydi. Çağatay ile sevişirken, aklım sürekli Çağrı'daydı. Sürprizi neydi ? Düşünmekten eve nasıl geldiğimi bile anlayamamıştım.
Çantayı ve ayakkabılarımı bir kenara fırlattım. Adımlarım mutfağa doğru götürdü beni. Açlıktan midem sırtıma yapışacaktı. Dün geceden sonra kahvaltı bile yapmadan gitmiştim. Akşam olmuştu ama ben, 1 gündür tek bir lokma bile yememiştim.
Kendime güzel bir salata yapıp televizyonun karşısındaki koltuğa yayıldım. Saat 7'ye geliyordu. Biraz dinlensem iyi olurdu. Yeni başlayan bir filme denk gelince izlemeye başladım.
Bir yandan salatamı yiyor, diğer yandan oyuncuların jest ve mimiklerini dikkatle inceliyordum. Aklıma Çağatay'ın ve Çağrı'nın sözleri geldi.
Oynayacağım karakter ateşli bir kadın olacaktı. Ayrıca Çağrı, evli ve eşine sadık bir erkeği tavlıyormuşum gibi bakmamı istemişti. Bu da oynayacağım karakterin +18 sahneleri olduğunu işaret ediyordu.
Omuzlarım kendiliğinden düştü. Belki şımarıklık olacaktı ama, ilk projemin daha başka olmasını isterdim. Ekranda bu görüntüler vermem, kariyerimi nasıl etkilerdi ? Gerçi bu da cesaret ve yetenek isterdi. Belki böyle sahnelerle yıldızım çok daha çabuk parlayabilirdi ?
Düşüncelere dalmışken, biten salata kasesini sehpanın üzerine bıraktım. Oturduğum koltukta biraz uzanıp gözlerimi kapattım.
Aklıma gelen tek kişi kardeşim Selvi'ydi... Onu ardımda bırakmak her zaman vicdanımı sızlatmıştı. Ama az kalmıştı. Başarılı olup, onu yanıma alacaktım. Bu sene 18'ine girecekti.
Gözlerimi açıp telefonu elime aldım. Belki sesini duymam, bana güç verirdi. Ekranda görünene kadar ona başardığımı söylemeyecek, sürpriz yapacaktım.
Köydeki evin numarasını tuşlayıp açılmasını beklerken, alt dudağımın iç kısmını ısırıyordum. Çalan telefon açılmıyordu. Kapatacağım esnada açıldı.
" Alooo. Kimsin ? " Bu ses babamındı. Kalbim hızla çarpmaya başladığı esnada nefesimi tuttum. Ben dinlemeye devam ederken, o aynı şeyi bir kaç kere daha sormuştu.
" Sapık mısın nesin ? Bir daha arama deyyus ! " Söylentiler eşliğinde telefonu kapattı. Öylece durdum o kanepenin üzerinde. Ayağa kalkıp odaya geçtim. Küvetin musluğunu açıp dolmasını beklerken, yavaşça soyundum.
Su henüz dolmamıştı ama küvetin içine girip oturdum. Kollarım bacaklarımı sararken, geçmişe çekilmeden edemedim. Babamın sesini duymak bana iyi gelmemişti.
Biz henüz küçükken annemiz bizi terk etmişti. Köydeki bir adamla kaçmıştı. Sorumluluklarını bile unutacak kadar çok mu sevmişti o adamı ?
Babam duyduğu bütün acıyı bizden çıkarmıştı. Selvi 3, bense 6 yaşındaydık. Bizim ne gibi bir suçumuz olabilirdi ki ? Neden bütün cezayı bize kesmişti ? Cevap aslında oldukça açıktı. Gücü sadece bize yetiyordu...
Çok zaman geçmeden, bir kadınla evlenmiş, başımıza üvey anne getirmişti. Kadının o zamanlar 3 yaşında bir kızı ve 5 yaşında bir oğlu vardı. Babam da, o kadın da sadece o çocuklarla ilgilenmiş, sadece onları sevmişlerdi.
O kadar umurunda değildik ki, o kadın zamanla bizi babamızın yanında dövmeye başlamıştı. Kurtarmasını istediğimiz babama ağlayarak yalvarırdık ama bir kez bile ona dur demezdi. Çünkü biz annemizin kızıydık ! Dayağı hak ediyorduk ona göre. Annemizin günahının bedelini, biz ödüyorduk...
Ben kendimi kurtarmışken, tek pişmanlığım Selvi'yi arkamda bırakmaktı. Ayaklarım sağlam bir şekilde yere basmadan, onun sorumluluğunu alamazdım ! Onu o cehennemde 3 yıldır bir başına koymuşken, daha fazla bunu erteleyemezdim.
Geçen dakikaların ardından liflenip, saçlarımı yıkadım. Havluya sarılıp valizin başına geçtim. Artık bunları da asmam, dolaba yerleştirmem gerekiyordu. İç çamaşırlarımı giyip, valizi yatağın üzerine boşalttım.
Boş ve geniş dolaba yerleştirmem çok da zamanımı almadı. Saat 8'i çeyrek geçiyordu. Birazdan gelirlerdi galiba. Güzel bir elbise alıp giyindim. Kuruyan saçlarımı fönle şekillendirdim. Nemlendiricimi sürüp aynaya baktım.
Boynumdaki morluklar belliydi. Onları kapatmaya dahi gerek duymadım. Çağrı bunları görmek istiyordu. O halde saklamanın da bir manası yoktu. Aşağıya inip buz dolabını açtığım sırada kapı çaldı.
Kapıyı açıp baktığımda, Çağrı ve bir adamı gördüm. Adamı tanımıyordum. Ellerinde bazı kağıtlar vardı. " Hoş geldiniz. " diyerek onlara baktım.
Çağrı ve adam " Hoş bulduk " diyerek içeri girdi. Bu adamın yanında nasıl davranmalıydım ? Çağatay stüdyodayken mesafeli davranışımı takdir etmişti. Bu meseleyi onlarla konuşmalıydım. Nasıl davranacağım konusu tam bir muammaydı ! Şimdilik mesafeli davranmaya karar verdim.
Onlarla beraber ben de salona ilerledim. " Görüşmeyeli nasılsınız Çağrı Bey ? " Çağrı'nın bakışları ok gibi gözlerime saplandı. Dişlerini sıkmış, oynayan çene kasları ve öldürücü bakışlarıyla, yanlış karar verdiğimi kanıtlıyordu.
" İyiyim Defne. Seni Can Bey ile tanıştırayım. Kendisi rol alacağın dizinin yönetmeni. " Biraz önceki tavrı gitmiş, yerine her zaman ki profesyonel görünümü geri gelmişti.
" Çağrı bahsedince, bir de pozlarınızı görünce, sizi şahsen görmek istedim. Dışarıda buluşacağımızı sanmıştım ama eve geldik. Rahatsız etmedik umarım ? "
Gözlerindeki ve yüzündeki ifade beni beğendiğini gösteriyordu. " İyi yapmışsınız Can Bey. Rahatsız olmadım ayrıca. "
Can Bey ile konuşurken, Çağrı ayağa kalkıp birer içki doldurdu. " Daha önce yüzünüzü de, isminizi de hiç görmedim. Çağrı bahsetti ama, sanat ile ilgili herhangi bir geçmişiniz var mı ? "
Kalbim hızla atıyordu. Beni bu yüzden elemezlerdi değil mi ? " Hayır ama hızlı öğrenirim Can Bey. Bir kaç pratikle halledebileceğime eminim. "
Can Bey kadehinden bir yudum aldı. " Umarım beni hayal kırıklığına uğratmazsın Defne. Çağrı'nın ricasını kırmadım. Kadrodasın. Bu hafta çekimlere başlanacak. Senaryoyu sonra sana gönderirim. Yarın da bir oyuncu koçu gelecek. Onunla birlikte senaryoya iyice çalışmaya bak. İsmin duyulduğunda bu senin ilk eserin olmuş olacak unutma ! "
Çağrı'nın boynuna atlamamak için kendimi zor tutuyordum. Heyecanla Can Beyin elini tuttum. " Teşekkür ederim. Gerçekten. Sizi hayal kırıklığına uğratmayacağımdan emin olabilirsiniz. "
Ellerimi geri çekip, kadehime uzandığım an Çağrı'yla göz göze geldik. Çene kasları yine oynuyordu. Kadehini kafasına dikip bitirdi. Sehpaya sert bir şekilde bıraktı. " Tazeler misin Defne ? "
Kafamı sallayıp kadehi aldım. " Ben bir telefon görüşmesi yapacağım. Nerede konuşabilirim ? " Can beyin sorusuyla onlara döndüm. " Mutfak tarafında balkon var. Orası müsait Can Bey. " O salondan çıkarken ben de Çağrı'nın kadehini doldurmak için büfenin önüne gittim.
Çağrı, bir anda gelip belime sarıldı. Elleri belimi sıkıyordu. " Boynunda bıraktığım izleri, nasıl başkasına gösterirsin Defne ? O adamın ellerine nasıl yapışırsın ? "
Nefesi enseme ve boynuma vuruyordu. Ellerinin sıktığı belim yanmaya başlamıştı. Sözleri beni kıskandığını gösteriyordu. Hissettiğim mutluluk, kıskanılma duygusuyla katlanmıştı. Bedenimi ona yasladım. " Yapışmak istediğim şey, sendin. Bunu Can Beyin önünde yapmaktan korktum. Ne o, yoksa kıskandın mı ? "
Tam bana cevap vereceği esnada Can Bey içeri girdi. Ben geri çekilirken, Çağrı da yanıma geçti.
" Kusura bakmayın. Acil bir işim çıktı. Defne tanıştığımıza memnun oldum. " Elini uzatıp sıkmamı bekledi. Tokalaşıp başımı salladım. " Ben de çok memnun oldum Can Bey. "
" Çekimlerde görüşürüz. Kendine dikkat et. " diyerek dış kapıya doğru yürüdü.
Arkasından ilerleyip onu yolcu ederken, içimdeki sevinç yüzüme tebessüm olarak yansıyordu. Kapıyı kapattığım esnada, Çağrı arkamdan bastırıp kapıya yapışmamı sağladı.
Kapıyla Çağrı'nın arasında sıkışmıştım. Bedenini bana bastırıyor, ezilmemi sağlıyordu.
" Şimdi yapış bakalım Defne. Birazdan bırakacağım izleri, istesen de kapatamayacaksın ! "
Yazarın Anlatımıyla
Barış yolculuğun yarısını tamamlamıştı. Muavin, mikrofonu ağzına sokarcasına yaklaştırmış, anlaşılmayan bir sesle ' yarım saat, yemek ve ihtiyaç molası ' demişti. Sesleri duyup gözlerini açtı.
Kulaklığındaki şarkılar susmuştu. Telefonuna bakıp kontrol ettiğinde, şarjının bittiğini fark etti. Artık onu arayacak, merak edecek ya da Barış'ın arayacağı, haber vereceği kimse kalmadığı için umursamadı.
Bir ailesi vardı. Zaten onların yanına habersiz gittiği için, kimse ona ulaşmaya çalışmazdı. Telefonu sırt çantasının içine attı. Aşağıya inip biraz temiz hava almak, kendine gelmek istedi.
Bu yeni halinden kendi bile sıkılmıştı. Hayat dolu ve neşeli Barış gitmiş, yerine sıkıcı bir adam gelmişti işte.
Havanın serinliğini hissetmesiyle, başını göğe doğru kaldırdı. Zaman gece yarısıydı. Otobanda, şehir merkezinden uzaktaki bu dinlenme tesisinin aydınlatması az olduğu için, yıldızlar daha çok görünüyordu.
İstanbul'un kirli havası yerine, bu dağ başındaki tesis bile hayatı güzelleştirmişti. Ne kadar İstanbul'u suçlasa da ' Kendini kandırma Barış ! Şehrin ne suçu var ? Uğruna yüzyıllarca bütün ülkeler savaşmış, kan dökmüş. Beni terk eden Defne'yken, suçladığım neden İstanbul ki ? ' diye iç muhasebe yapmış, gerçekleri kendi yüzüne çarpmıştı. ' Sanırım ikisi de çok güzel olduğu için, ikisi de artık suçlu gözümde... ' diyerek doğru sonuca ulaşmıştı.
Biraz otobüsün etrafında gezinmiş, etrafa bakınmıştı. Daha fazla durmayıp otobüsteki yerine geçti. Otobüs hareket etmeden önce, tekrar uykuya dalmıştı bile..
Kalan yolculuğu da uyuyarak tamamladı. Muavinin onu dürtmesiyle gözlerini açtı. Güneş yeni doğmuş, parıltısı camdan gözlerine yansıyordu. " Abi senin ineceğin yere geldik. Kalk haydi ! Bagajın var mıydı senin ? "
Sırt çantasını alarak, muavini takip etti. Çuvalını aldıktan sonra, otobüs yoluna devam etti. Köyüne gidecek olan yol ayrımında inmişti. Birazdan köy servisi gelirdi.
Önündeki manzaraya baktı. Buğday başakları sapsarı duruyordu. Geliş ve gidiş yollarına baktı. Her ikisinin de ucu bucağı görünmüyordu.
Barış durumu kendi hayatına benzetti. ' Neydim ? Ne oldum ? Ne hayaller kurmuştum ? Neyi yaşadım ? ' kafasındaki sesleri susmuyordu.
Servisin gelişiyle, çuvalını tekrar eline aldı. Ücretini ödeyip boş bir yere oturdu. Yarım saat sonra köye varmıştı.
Servisten inip evinin yolunu tuttu. İş güç, Defne derken 3.5 yıldır gelmemişti köyüne. Horozların biri susuyor, diğeri ötüyordu. Koyun sürüleri toplanmış, çobanın önderliğinde yaylaya çıkıyordu. Barış'ı gören bir kaç kadın ona seslenmiş, hoş geldin demişti.
Bahçenin tahta kapısını itekleyip içeri girdi. Ev kapısı açıktı. Önüne bir ip gerilmiş, tül perdeyle içeri sinek girmesi engellenmişti.
Hayriye Hanım kahvaltı sofrasını toplamış, sofra bezini silkelemek için ağrıyan belini tutarak perdeyi kenara çekti. Bahçeye adım atacağı sırada, Barış'ı görünce sofra bezi elinden düştü. " Yavrumm ! Barış'ım ! Sen mi geldin kuzum ! " diye bağırarak evladını bağrını bastı.
Geri çekilip yüzünün her yerini öperken, yaşlı ve buruşuk ellerini de, oğlunun yanaklarına koymuştu. " Ben sana gönül koydum diye mi geldin yoksam kuzummmmm ! "
Barış yüz ifadesini biraz toparladı. Onu üzmek istemiyordu. " Özledim de geldim annem ! Daha gitmek yok ! Kalacam burada ! " diyerek annesinin gönlünü hoş etmişti.
Babası İbrahim Bey seslere ayaklanmış, koşup gelmişti. " Amaaaaaaann Barış'ım gelmiş ya Hayriye ! " Bu kez onu sıkıca sarıp öpücüklere boğan babasıydı.
" Dur hemen ablana haber edeyim. Abini sesleyelim. Onlar da gelsin görsünler seni. Kaç gün izin aldın yavrum ? " Sevginin karşılıksız ve yormayan halini, sadece kendi ailesinde görmüştü Barış. Yıllar sonra bunu fark etmek, içini sızlattı.
" Daha hep buradayım baba. Gitmek yok ! İstanbul'a dönmeyecem daha ! "
.
.
.
.
Devam edecek...